Mat - 5. Bölüm

195 13 0
                                    


URAZ

Geçmişimin karabasanı tam karşımda duruyordu. Geleceğime pusu kuran acıları ise hala nöbetteydi. Bu anlarda özgür olabildiğim tek yer zihnimin derin kuytularıydı ve hiçbir şey değişmemişti. Hiçliğin içinde dalgalanan fikirlerim beni esir ederken konuşmadım. Sadece izledim. Bu halde olmama neden olan adamın her hareketini dikkatlice izledim.
Bedeni kaskatı kesilmişti. Buna rağmen kirpiklerini normalden daha hızlı kırpıyordu. Sanki benden gelecek en ufak bir atağı bile kaçırmak istemiyordu. Göz bebekleri beni tarıyordu. Neden burada olduğumu sorguladığını hissediyordum. Şakaklarında beliren yeşil-mavi tonlarındaki damar, iki saniyede bir atıyordu. Ter damlaları o atışlardan fırsat buldukça nazlı nazlı çenesine doğru süzülüyordu. Bu soğuk günde bu kadar terlemesi tek bir şeyi gösterirdi; Korku.
''Yanmış.''
Sesime herhangi bir duygunun gölgesi bile değmemişti. Tek düze, sıradan. Ne dediğimi anlamamış gibi hafifçe başı seğirdi. Gülümsedim. ''Cehennem azabını yaşattığın bina diyorum, hak ettiği gibi yanmış.'' Yutkundu. Adem elması hareket ederken boyun damarlarının gerginliği dikkatimi çekti. Gerçekten korkuyordu. Peki neden? Birkaç sene öncesine kadar dokunmaktan çekinmediği çocuk ona ne yapabilirdi ki?
''Ne zaman oldu?''
Sakinliğimin başını döndürür bir hali vardı. Oturduğu koltuk, her an altında kayıp gidebilirmiş gibi sıkı sıkı tutunuyordu. '' Bunu konuşmaya mı geldin?'' diye sorduğunda belli belirsiz gülümsedim. ''Soruma cevap ver.''
''Üç sene önce.''
Aniden kulaklarıma çalınan cümle, aküdeki artı ve eksi ucun birbirine değmesi gibiydi. Sanki bu dokunuştan bir kıvılcım çıktı ve ufacık ateş parçası anılarıma sıçradı. Arkadaşlarıma...
''Üç sene önce,'' diyerek duyduklarımı teyit etmek istercesine tekrarladım. Başını birkaç kez evet anlamında salladı. Benden sonra küle dönen bir bina... Garip bir rastlantıydı.
''Ölen oldu mu?''
Gözlerimin içine on saniye sessizce baktı. On saniye böyle bir durumda çok ama çok uzun bir zamandı. Başını hafifçe iki yana hareket ettirdi. Rahat bir nefes almak istiyordum ama önce bu yangının nasıl başladığını öğrenmeliydim. Lafı dolandırmadan sordum. Duraksadı. Bu duraksama hatırlamadığı için değildi. Hatırladıklarını zihninin süzgecinden geçiriyordu. Zaman kazanmaya çalışıyordu. Benden bir şeyler saklamaya çalıştığını bal gibi biliyordum. Buna müsaade edemezdim.
''En baştan, hiçbir ayrıntıyı atlamadan anlat. Yangın nasıl başladı?''
Gözlerimin içine birkaç saniye sessizce baktı. Belli ki kafasında bir şeyleri ölçüp tarttı ve daha sonra pes edercesine iç çekti. ''Arşivde başladı,'' dediği gibi kaşlarım çatıldı. Arşiv, bodrum katın köhne bir bölümündeydi ve birçok kapıyla mühürlenmişti. Müdür'den başka kimsede de anahtar yoktu. Birinin oraya ayak basması yürek isterdi. Sorgular bir şekilde gözlerim kısıldı.
''Ne düşündüğünü biliyorum.''
Yapıştığı koltukta oturuşunu düzeltmeye çalıştı. Aramızda bir masalık mesafe olmasına rağmen çok rahat hareket edemiyordu. ''Ama yangını ben çıkarmadım.'' Başımı iki yana sallarken tısladım. Zaten itiraf etmesini beklemiyordum. Allah aşkına, yetimler ve onların geçmişleriyle başka kimin derdi olabilirdi ki...
''Nasıl başladığını da bilmiyorum.''
Kinaye dolu ufak bir kahkaha dudaklarımın arasından kaçtı. Buna inanmamı gerçekten bekliyor olamazdı değil mi? Yediğimiz yemeğin sıcaklığından, aldığımız nefesin sayısına kadar her şeyi bilen adam, bunu bilmeyecekti ha. Karşısındakinin hala bir çocuk olarak görüyordu sanırım.
''Arşivde başlayıp, katlara yayıldı. Biz çocukları dışarı çıkarana kadar her yeri sardı. Canımızı zor kurtardık.''
Yüzümdeki tebessüm küstah ve belalı bir hal aldı. Gerçekten beni kandırabileceği bir çocuk sanıyordu. Sanırım ona değiştiğimi göstermemin vakti gelmişti. Sakinlik sadece zaman kaybıydı.
Ellerimi masanın iki yanına doğru yerleştirdim ve öne doğru eğildim. ''Canımızdan başka hiçbir şey kurtaramadık diyorsun yani, ha?'' Aramızdaki mesafeyi yarıya indirmemden hoşlanmayan adam olduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Yüzünü süzerken gülüşüm, üzerine çöken kara bulutlarla gölgelendi. ''Hadi sen diyorsun da...'' Bakışlarım tehlikeli bir hale dönüştü. Sesim gittikçe dozunu arttırıp nirvanaya ulaştı.
''Ben buna inanır mıyım Müdür?!''
Ellerimi masaya vurmamla çıkan ses odanın içinde yankılandı. İrkilen adam gözlerini kapatıp açtı. Kalbi, bulunduğum yerden duyabileceğim kadar sesli çarpıyordu. Sesim kontrolsüzce yükselmeye başladı.
''Merdivenlerine bile ayak basarsak, ayağımızı kırmakla tehdit ettiğin o yerde yangın çıktı. Ne hikmettir ki, tek anahtarına sahip olan sen, nasıl başladığını görmedin. Bir de bunların üzerine o aşık olduğun odanın da içinde bulunduğu binayı kurtarmak yerine, bir kaşık suda boğmak isteyecek kadar nefret ettiğin çocukları yetimhaneden çıkarmaya çalıştın öyle mi?''
Ellerimi tekrar masaya vurduktan sonra boğazım yırtılırcasına kükredim.
''O çocukların hepsini, orada diri diri yakarsın lan sen, orospu çocuğu! Sen kimi kandırmaya çalışıyorsun?!''
Uzanıp kravatından yakaladığım adamı kendime doğru çektim. Masaya çarpmasıyla hafifçe inledi. Kravatını nefesini kesecek kadar ellerime doladım. Yumruğum taş kesmişti. Ellerini gevşetebilecekmiş gibi yumruğumun üzerine koydu. Beni kendinden uzaklaştırmaya çalışması komikti. Yıllar sonra bu kadar yakınlaşmıştık. Özlememiş miydi beni?
''Şimdi ya bana doğruları anlatırsın.''
Biraz daha kendime çektim. Burunlarımız neredeyse birbirine değecekti. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Pis nefesini tenimde hissedebiliyordum. ''Ya da seni bildiğin doğrulara gömerim.'' Beliren kılcal damarları patlayarak yüzünü kıpkırmızı bir renge boyadı. Nefes alamayan adam, son gücüyle elimden kurtulmak için çabalıyordu. Onun bu çırpınışından ne kadar zevk alsam da, ölmesine izin veremezdim. Geçmişim onun iki dudağı arasındaydı.
Adamı sert bir şekilde iterek bıraktım. Koltuğuna yapışan adam öksürükleri arasında gülmeye başladı. Kravatını gevşetip, gömleğinin düğmelerini çözerken elleri titriyordu. Nefes nefeseydi. Yine de bulduğu her an gülmeyi ihmal etmiyordu. Neyden bu kadar zevk almıştı? Yaşamasına izin verdiğim için mi? Güçsüz olduğumu mu düşünüyordu? Belki de yüreksiz...
Masasının önündeki koltuklardan birine kuruldum. Parmaklarımla koltuğun kolunda belli bir ritim tutarken gözlerimi bir saniye bile olsa Müdür'den ayırmadım. Hiç olmadığım kadar ciddiydim. Bunu bir süre sonra fark etti. Gülümsemesi yavaşça son buldu. Nefretini kustuğu bakışları arada sırada gözlerimle buluşuyordu. Tepkisizliğime hafif bir tebessüm eklendi. O bakışları hatırlıyordum.
''Keşke seni o gece öldürseydim.''
Boğuk sesle söylediği cümle gülümsememi keyifli bir hale dönüştürdü. Acaba hangi geceden bahsediyordu? Vücuduma su tutturarak kemerle dövdüğü mü, kızgın demirle silinmeyecek çizikler bıraktığında mı yoksa kulağımdan beni tavana astığı geceden mi bahsediyordu?
''Bir yangın çıkaracak olsaydım, emin ol, elimi daha çabuk tutardım.''
Parmaklarım hareket etmeyi kesti. Nefeslerini kontrol almaya çalışan adamın gözlerinde, nefretten arta kalan yerde doğruluk payı aradım. Uzun zamandan sonra ilk kez gözlerini kaçırmadı benden. O da aradığım şeyi bulmamı istiyordu. Gülümsemem yavaşça yüzümden silindi. Haklıydı. O yetimhanede en çok benden nefret ediyordu. Bir yangın çıkaracak olsa içinde benim olduğum zamanları kollardı. Benden sonrasını değil.
Benden sonra çıkan, arşivde başlayan bir yangın...
İçime kurt bir düşmek üzereydi ve yerimde durmama izin vermiyordu. Oturduğum yerden kalktım ve masanın önündeki dar alanda volta atmaya başladım. Bu yangının benimle bir ilgisi olabilir miydi? Yumruklarımı belli bir ritimle açıp kapatırken aklımda bir isim belirdi. İhtimaller dâhilinde, imkânsızın eşiğinde tek bir isim: Patron. Beni tanıyordu. Garip bir şekilde kaçacağımdan haberi olmuştu ve tüm ayarlamaları yapmıştı. Hadi kaçmama kendi için yardım etti diyelim... Geçmişimden ne istiyordu? Neyi gizlemeye çalışıyordu? Neden?
'Patron senin baban'
Bir anda yer fıstığının sesi kulaklarımı çınlattı. Gayri ihtiyari etrafıma bakındım. Olmayan bir Ayşin'i aranıyordum. Zihnime o kadar işlemişti ki, biraz daha zorlarsa kendi uydurduğumuz yalana inandıracaktı beni.
Müdür'ün beni izlediğini hissediyordum. Elini koz vermemek için tekrar koltuğa oturdum. Yüzümü sertçe ovuşturarak kendimi gerçekliğe, şu anda bulunduğum yere ve neden geldiğime odaklamaya çalıştım. Dizlerime işkence eden dirseklerimi koltuğun kollarına yerleştirdim ve arkama dayandım. Müdür'ün renginin normale döndüğünü o an fark ettim. Fakat bakışlarındaki nefrette en ufak bir azalma yoktu. Tüm belgeler kül olduğuna göre, ona ve vereceği bilgilere muhtaçtım. Allah kahretsin!
''Sana son bir soru soracağım ve tatmin edici bir cevap alırsam bir daha görüşmemek üzere çekip gideceğim. Anlaştık mı?''
Sinirli, stresli ve tedirgin olmama rağmen sesimi kontrol edebilmiştim. Söylediklerimin altında bir şeyler arayan adamın tek kaşı seğirdi. ''Bir daha görüşmemek üzere,'' cümlesinin altını çizdi. Sanki onun suratını görmeye meraklı biri varmış gibi... Başımı onaylarcasına salladım. Buna inanamıyormuş gibi tek kaşını kaldırırken ''Sor bakalım,'' diye devam etti. Oksijenden güç almak istercesine ciğerlerimi doldurdum. Duyacaklarıma hazır olup olmadığımdan emin değildim ama daha fazla erteleyemezdim.
''Ben kimim?''
Müdür'ün çatılan kaşları sorumu açmam gerektiğini hissettirdi. ''Tek bildiğim Uraz Kurt olmam. Annemin adı ne? Mezarı nerede? Babam yaşıyor mu? Kahrolası adı ne? Beni sahiplenecek herhangi biri çıkmadı mı? Yetimhaneye gelmeden önce nerede yaşıyordum? Aslen nereliyim? Yani özetle ben kimim Müdür?'' Açıklamama rağmen çatık kaşlarla bana bakmayı sürdürdü.
''Neden merak ediyorsun?''
Ne demek istediğini anlamaya çalışırcasına gözlerim kısıldı. ''Yani neden bunca zaman sonra kim olduğunu öğrenmek istiyorsun?'' diye ekleyince sorgulayan bakışlarım derinleşti. Kim olduğumu bilmek istememden daha doğal bir şey var mıydı?
''Nedeni beni ilgilendirir. Sen sorduğum sorulara cevap ver.''
Kestirip attığım sorusuna misilleme yapar gibi ''Bilmiyorum,'' deyip arkasına rahat bir tavırla yaslandı. ''Tüm belgeler yandı unuttun mu?'' Avuçlarımın içi kaşınıyordu. Çaresizliğimden keyif alan ifadesine yumruk atmak istiyordum. O da bunu istiyordu. Beni deli ettiğini görmek. Ona istediğini vermeyecektim.
Küçümser bakışlarıma eşlik eden imalı tebessümümle ''Yapma Müdür,'' dedim. ''İkimizde seni iyi tanıyoruz.''
Benzer bir gülümsemeyle karşılık verdi. ''Bilmiyorum dedim,'' dedi. Tekrarını siktiğim. ''Öğrenemem demedim.'' Tam ardı ardına sıraladığım küfürleri sahibine ulaştıracaktım ki, durdum. Aynı dilden konuşmaya başlıyorduk sanırım. ''Ama bununla neden uğraşayım?'' deyip göz kırpması, çileden çıkmama ramak bırakıyordu. Bir kere de uğraş, uğraştırma lan. Yalnızca bir kere...
''Hayatını sevdiğini düşünüyorum.''
Ukala kahkahası bir saniyeliğine evrendeki tüm sesleri bastırdı. ''Merakını gidermeden beni öldürmeyeceğini ikimizde biliyoruz Uraz Kurt.'' Ama sen, Kurt Uraz'ın kim olduğunu bilmiyorsun şerefsiz. Belalı bir tebessüm dudaklarıma yerleştirirken ''Ölmenden bahsettiğimi hatırlamıyorum Müdür,'' dedim. ''Yaşarken tadacağın duygular bana daha fazla haz verir.''
Yüzündeki gülümseme silinirken belli bir kısmını sabit tutmaya çalıştı. Zorlandığı ara ara titreyen dudaklarından belliydi. ''Beni tehdit mi ediyorsun?'' diye sorduğunda başımı hayır anlamında salladım.
''Adalet diyorum Müdür. Sadece adalet.''
Gözlerini kısarak bana korku salmaya çalışan adam ''Elinde hiçbir delil yok,'' dedi. Haklıydı ama bunu şu anda bilmesine gerek yoktu. Konuşmadım. Sadece onu sinir etmeye yetecek kadar gülümsedim. ''Hiçbir şey yapamazsın.'' Gülümsememi biraz daha genişlettim. Sinirimden zevk alan adamı, sakinliğim deliye çeviriyordu. Sessizliğimse tam bir işkenceydi. Biliyordum.
''Senden korkmuyorum çocuk.''
Çocuk... Çok uzun zamandır duymadığım kelime oto kontrolümün sınırına dayandı. Dişlerimi sıktım ve onun verdiği acıyla sakinleşmeye çalıştım. Yumruklarımı sıkıp açarken çocukluğuma dalıp gittim. Bana yaptıklarına...
Ağzımın içinde dolaşan kan tadıyla anılarımdan çıktım. Ne yaşattıysa, yaşamadan ölmesine izin vermeyecektim ama öncelikle işimi hallettirecektim. ''Şimdilik,'' diyerek ayağa kalktım. Müdür'e bakma gereği duymadan ''Bir sonraki görüşmemizde, sorduğum sorulara bir cevabın olmazsa, korkunun ne demek olduğunu canlı, kanlı öğreneceksin,'' dedim ve kapıya doğru yürümeye başladım. Kapının kolunu kavradım. Açmadan önce başımı hafifçe sol omzuma doğru çevirdim.
''Bu sefer elini çabuk tutsan iyi olur.''
Cevap vermesini beklemeden kapıyı açtım ve dışarıya attığım adımla bir şeye tosladım. Gördüğüm kişi afallamama fırsat vermedi. Duyduğum ince tondaki inlemenin yankısı bitmeden ardımdan kapıyı kapattım. Ayşin'in burnunu tutmayan kolunu kavradığım gibi Müdür'ün odasından uzak bir köşeye çektim. Kolunu bırakmadan karşısına dikildim.
''Senin ne işin var burada?!''
Burnunu ovalayan yer fıstığı ''Of çok acıdı ya,'' dedi. ''Az kalsın kıracaktın. Az dikkatli olsana!''
''Her yere girmemesi gerektiğini öğrenemediyse kırılmayı hak ediyordur.''
Hareket etmeyi kesen yer fıstığı gözlerimin içine baktı. Kafasının içinde dönüp dolaşan kıvrak soru işaretlerini fark etmek zor değildi. Her zaman soracağı şeyler olurdu ama bu... Bu bakışı farklıydı. Tedirgindi. Merakını dizginlemeye, dilinin ucunda dolanan kelimeleri yutmaya çalışıyordu. ''Burada ne arıyorsun?'' diye sormamla beklemeden ''Seni,'' diye cevap verdi. Afalladım. Bu Ayşin'den beklemediğim bir hızdı. Özellikle son zamanlarda yaptıklarına bakarsak, şu anda asıl amacına kılıf uydurmak için saçmalaması gerekiyordu.
''Beni.'' Tek kaşım istemsizce havaya kalktı. Yer fıstığı başını evet anlamında sallayınca ''Neden?'' diye sordum. En son ki tartışmamızdan sonra yüzümü görmek isteyeceğini sanmıyordum. En azından bir süre daha...
''Konuşmamız gerekiyor.''
Küstah bir şekilde gülümsedim. Kara kaşımı kara gözümü görmeye gelmeyecekti ya... ''Onu anlamak zor değil yer fıstığı. Zor olan buraya kadar beni takip etmeni sağlayacak konunun ne önem taşıdığı.''
Kafası karışmış gibi duruyordu. Konuşmak için dudaklarını araladı ama sadece sıkıntılı bir nefes veriş sesi duyuldu. Dudaklarını konuşmasını engelleyebilirmiş gibi birbirine bastırdı. Yanağının iç kısmını dişler bir hali vardı. Başını öne eğdiğinde tırnaklarına her zamanki gibi işkence yaptığını fark ettim. Onu bu denli rahatsız eden şey ne olabilirdi?
''Özür dilemek için mi geldin?''
Ani bir hareketle başını kaldırdı. Sanki bam teline basmışım gibi sinirli gözüküyordu. ''Ne münasebet,'' diye tersleyip kollarını göğsünün üzerinde bağladı. ''Özür dileyecek biri varsa, o ben değilim.'' Tamam, yaptıklarından pişman değilse, ben hiç değildim. ''Bir şeyler duydum ve hiç hoşuma gitmedi.'' Hafifçe kısılan gözlerim ne duyduğunu sorguluyordu. Ayşin tek ayağını belli bir ritimle yere vururken ilk okul öğretmenlerinden farksızdı. Koridorda yankılanan hafif ses, kafama gelişi güzel darbeler vuruyordu. Yoksa... Müdür'le konuşmamızı duymuş muydu? Ama bu, buraya neden geldiğini açıklamıyordu. Onu bu kadar sinirlendirecek ne duymuş olabilirdi ki?
''Sen-'' diye başladığı cümle sevinç nidasını andıran bir ciyaklamayla kesildi. ''Uraz.'' Adımın bu tonda çıkmasından nefret ediyordum ve yalnızca bir kişi buna cesaret edecek yürekteydi. Başımı koridorun ucunda bize doğru koşmakta olan kıza çevirdim. ''Aleyna'' Onun çığırışına karşılık tek düze bir seslenişti bu. ''Günaaaaaydın!'' Bir çırpıda yanımıza gelen kız, yer fıstığıyla aramıza girip kollarını boynuma doladı. ''Günaydın, günaydın, günaydın.'' Nefesini tenimde hissetmek rahatsız ediciydi. ''Günaydın Aleyna.'' Ayşin'in bozulmuş bir hali vardı. Kenetlenmiş halimizi süzdükten sonra geriye doğru bir adım atarak aramızdaki mesafeyi açtı.
''Ne güzel bir sabah...''
Aleyna yüzümü görmek istercesine hafifçe geriye çekildi ama kolları hala boynumdaydı. Ben istemediğim sürece kimse bana dokunamazdı. Karşımda başka biri olsa, büyük ihtimal şu anda bana temas eden tüm uzuvlarını kırmıştım ama Aleyna, çocukluk arkadaşımdı. Bu yüzden hafif uzaklaşmasını fırsat bilip, bana dokunan ellerini kendimden ayırdım. Gülümseyerek ''Hangi rüzgar attıysa seni, söyle ona borçlandım,'' dedi. Cilveli bir şekilde göz kırptı. Karşımda duran kızı bir an hiç tanımıyormuş gibi hissettim. Fazlasıyla yabancıydı. Sanki çocukluğum onunla geçmemişti. Aleyna saçlarını savurarak yer fıstığına doğru baktı. Sanki daha önce orada olduğunu görmemiş gibi bir ifadeye büründü.
''Ah... Günaydın. Ayşin'di değil mi?''
En ufak bir şeyi aklında tutamayan kız, yalnızca bir kez karşılaştığı kızın adını unutmamıştı. Yer fıstığı gözlerini tehditkar bir şekilde kıssa da gülümsedi ve başını evet anlamında salladı. ''Sana da günaydın. Aleyna'ydı değil mi?'' Onu tanıyan biri, bu cümlenin altındaki meydan okumayı çok rahatlıkla anlayabilirdi. Neden ona karşılık veriyordu ki...
''Yardım için mi geldiniz?''
Ayşin'e cevap verme gereği bile duymayan kız benim ağzımdan çıkacak her kelimeye aç gibi duruyordu. Konuşmak yerine başımı hayır anlamında sallamayı tercih ettim. Ayşin'e küçümseyici bir tavırla baktı. ''Beraber gelince, yine hediye falan getirdiniz sandım.'' Yer fıstığıyla ne alıp veremediği vardı. Anlamıyordum. Tekrar saçlarını savurup bana döndü. Az kalsın saçları yer fıstığını suratına çarpacaktı. Kalbim garip bir rahatsızlık hissiyle çarpmaya başladı. Parmak uçlarım karıncalanıyordu. Neden her hareketi sinirime dokunuyordu ki?
''Benim için mi geldin yoksa?''
Saçlarıyla oynayan kız, yaşıyla hiç alakası olmayan şuh bir kahkaha attı. Az önceki olaydan dolayı mı bilmiyorum, yüzüne tükürmek istiyordum ama yapamazdım. Hem bir kadın olduğu için hem de geçmişimizin hatrına...
''Ufak bir işim vardı.''
''Vardı,'' diyen kız bana doğru sokuldu. Elini kolumun üzerine dolaştırırken ''O zaman şu an yok,'' dedi. Dudağını mı ısırmıştı o? ''İstersen vakit geçirebiliriz.''
Tahammül sınırlarımı gerçekten zorluyordu. Biraz daha bana dokunursa, hatır matır dinlemeyecektim. Ayşin sinirli bir şekilde boğazını temizledi. ''Geçiremezsiniz,'' diyerek ondan beklemediğim bir tavırla diğer koluma girdi ve var gücüyle sıktı. ''Çünkü çok önemli bir işimiz var.'' Önce koluma daha sonra yer fıstığına baktım. O ise bana bakmak yerine gözlerini Aleyna'ya kilitlemeyi tercih etti. ''Üstelik okula gidiyor gibi gözüküyorsun.'' Başımı tekrar çocukluk arkadaşıma doğru çevirdim. Giydiklerine o an dikkat etmiştim. ''Biz, eğitim hayatına engel olmayalım.'' Yer fıstığı 'Biz' kelimesini öyle farklı vurgulamıştı ki, bakışlarım ister istemez tekrar ona kaydı. O hala bana bakmak yerine, iğrenç bir şey izliyormuş gibi diğer kolumdaki kıza bakıyordu. Sahiplenici tutuşu öyle bir hal almıştı ki, pitondan farksızdı ama bu rahatsız etmiyordu.
''Geç kalıyoruz. Gidelim.''
Cevap vermemi beklemeden beni çekiştirmeye başladı. Başka bir zaman olsa, beni milim kıpırdatamayacağı güç gösterisi, şu anda işe yarıyordu. Omzumun üzerinden başımı geriye doğru çevirdim. Aleyna gözlerini kısmış gidişimizi izliyordu. Bu bakışları biliyordum. Sonrasında olacakları da...
''Sonra görüşürüz.''
Biraz olsun durumu kurtarmak istedim ama bir anda kolumdaki baskının üzerinde ufak, yakıcı bir batma hissettim. Çimdiklemiş miydi o beni? Önüme döndüm. Acı hoşuma gitse de yalandın bir 'Ah' sesi çıkardım. Dimdik karşıya bakan Ayşin ''Beter ol,'' diye fısıldadı. Gerçekten sinirliydi. Hatta o kadar sinirliydi ki, büyük ihtimal onu duyacak kadar yakınında olduğumu bile unutmuştu.''Sonra görüşürmüş.'' Kendi kendine söylenerek merdivenleri inmeye başladı. ''Görüşürsün tabi. İşin ne zaten.'' Her basamakta öfkesini kusuyordu. Bu halinin hoşuma gittiğini gülümsememe engel olamadığımda fark ettim. Merdivenleri paldır küldür inerken belimdeki ağrı tekrar yerini hatırlatmak istercesine zonklamaya başladı. Belli ki Ayşin, sinirden bunu bile hissedemeyecek haldeydi. Onun bu hali gerçekten hoşuma gidiyordu. Göz ucuyla bana bakan yer fıstığı kaşlarını çattı.
''Ne gülüyorsun?!''
Gülümsememi gizlemek adına en ufak bir şey yapmadım. ''Gülmüyorum.'' Dış kapıyı açarken ''Beni yukarıdaki kızla karıştırdın sanırım. Oradan bakınca salak gibi mi duruyorum?'' diye sordu. Damağımı şaklatarak ''Kıskanmış gibi duruyorsun,'' diye cevap verdim. Önden geçmek için adım atmak üzereydi ki hareketsiz kaldı. Sanki olduğu yere çakılmıştı. Çatık kaşları hızla gevşedi. Gözleri büyüdü. Yanakları kızarmaya başladı. Bana bakmaya çekiniyordu. Az önceki cesaret temsili halini saniyeler içinde nasıl değiştirebilmişti bu kız?
''Kıskanmadım.''
Çok uzun bir konuşma yapacakmış gibi açılıp kapanan ağızdan sadece bu cümlenin çıkması ironikti. ''Sadece...'' dedikten kısa bir süre sonra sustu. Söyleyeceklerini düşünüyor gibiydi. Tabi ki! Yaptıklarına ona göre mantıklı, bana göre saçma bir açıklama bulmalıydı. Yer fıstığı geri dönmüştü işte... ''Sadece o kızdan hoşlanmıyorum. O kadar.'' Kaçamak bir bakış attı. Ona baktığımı gördüğünde alelacele önüne döndü. ''Seni neden kıskanayım ki?'' Cevap vermemi beklemeden yürümeye başladı. Kekelemesinden de belliydi. Beni neden kıskansın ki?

* * *

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin