AYŞİN
Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerim, bir şalter edasıyla açıldı. Heyecanın getirdiği bu tak sesi, bir merhabaydı mutluluğa.
'Miladım'
İçimden çocuksu bir coşku koptu. Sanki tüm ruhumu Uraz'ın sesi sarmıştı. Odam hala karanlık sayılırdı ama kalbimin tam ortasına güneş doğmuş gibiydi. Havanın, yatağımdan bile hissettiğim soğukluğuna rağmen sıcacıktım. Çok sıcak...
Bugün geri kalan hayatımın ilk günüydü ve ben ona layık bir şekilde yaşayacaktım. Sonuçta nasıl başlarsan öyle giderdi değil mi?
Dizginleyemediğim heyecanımla yataktan kalktım. Pencerenin önüne gidip camın buğusunu üzerimdeki pijamanın koluyla aldıktan sonra dışarıya baktım. Uyanamayan güneş bir türlü yüzünü göstermezken, toprağı beyaz pamuklara terk etmişti. Gece boyunca yağan kar yüzünden, etraf kör edici bir beyazlığa bürünmüştü. Sanki geçmişin tüm pisliği temizlenmiş, yeni gün tertemiz bir şekilde önümüze serilmişti. Ona layık olma isteği içimde yeşerdi. Büyük ihtimal azar işiteceğim duruma rağmen banyoya gittim. Saatin erken olduğunu düşünürsek, sıcak suyun fazlasıyla tadını çıkarabilirdim. Küveti doldururken ablamın maaşını saçtığı banyo köpüklerinden bal özlüsünü suyuna kattım. Anında köpüren sıvıdan yükselen koku, parasının hakkını verdiğini gösteriyordu. Üzerimdekileri çıkartırken gözlerim aynadaki yansımama takıldı. Dün yaşadığım duygu karmaşasından ağır basan hüzün, yüzüme ufak dokunuşlarda bulunmuştu. Şişmiş gözlerimi yakından incelerken, bu durumun günümü berbat etmesine izin vermeyecektim. Kıyafetlerimi tekrar üzerime geçirdim. Küvetin yeteri kadar dolduğuna emin olduktan sonra suyu kapattım. Apar topar mutfağa gittim ve çaydanlığın içini kontrol ettim. Şansım yaver gitmiş olmalıydı ki, babam yatmadan önce çaydanlığı boşaltmayı unutmuştu. Bir kupaya soğumuş çaydan doldurup tekrar banyoya döndüm. Üzerimdekileri el çabukluğuyla çıkardım. Küvetin içine uzanmadan önce sadece benim duyacağım yükseklikte dün gece dinlediğim şarkıya devam ettim.'Fırtınam felaketim hasretim
Yetmiyor sevişmeler yetmiyor
Şiddetin ne hoş ne güzel şefkatin
Sevdikçe sevesim geliyor
Ölene kadar peşindeyim bırakmam'Kupaya daldırdığım iki pamuğu gözlerime bastırdım ve sıcak suyun içinde rahat bir pozisyonla uzandım. Şarkının etkisi yüzünden, Uraz'ı, ilk günden bu güne kadar yaşadıklarımızı düşünürken bile yüzümde oluşan tebessüme engel olamıyordum. Ne çok şey yaşamış, ne badireler atlatmıştık. Birlikte ölümden dönmüştük. Birlikte hayata tutunmuştuk. Bir olmuştuk ve artık birbirimizindik.
"Ayşin?"
Babam kapının ardındaydı ama sanki düşüncelerimi basmış gibi paniklememe neden oldu. Hızla ayağa kalkınca gözüme koyduğum pamuklar köpüklü suyun üzerine düştü. Müziği kapatmak için telefona uzanırken "Efendim baba!" diye seslendim. O an elimin kayganlığından telefon önce lavaboya düştü. Ufak bir çığlık attım. Üzerindeki kayganlıkla kayarken yakaladım ve bir anda küvetin dibine gömülüşünü izledim.
"Hayır, hayır, hayır, hayır!"
Çömelip çaresizce köpüklerin arasında telefonu aradım. Bulduğum an kaybettim. Tuttuğum an kayıp tekrar düşürdüm. Küfür etmemek için kendimi zor tutuyordum. "Kızım!"
Nihayet telefonu yavaşça sudan çıkardım. Kapanan ekranı ve her yanından akan suları gördükçe kalbimin sıkıştığını hissettim. Hayatıma dair ne varsa telefonumdaydı. Hesaplar, kişiler, fotoğraflar, kitaplar... Hepsi ellerimden kayıp gitmişti. Hem de gerçek anlamda... Birkaç kez... Ve ben ne yapacağımı, geçmişimi nasıl kurtaracağımı bilmiyordum.
Uraz.
Kahretsin! Uraz'ın numarası ezberimde değildi. Nasıl ulaşacaktım? Okula gelecek miydi? Ya gelmezse... Tüm gün ondan haber alamayacaktım. O da benden...
Allahım! Neden aşkımızı bu kadar zorlaştırıyorsun ki?!"
"Ayşin. İyi misin kızım?"
Kapının kolunu zorlayan babamı sakinleştirmem gerekiyordu. Peki, beni kim sakinleştirecekti?
"İyiyim baba ama telefonumu suya düşürdüm."
Dokunsalar ağlayacak gibiydim. Babam sessizliğe bürünmüştü. Küvetten çıktım. Kaya kaya havluların yanına gittim. Telefonumu rastgele bir havluya sararken kapı tıklatıldı.
"Kızım. Telefonunu verir misin?"
Babama nedenini sorma gereği duymadan kapıyı araladım ve telefonu uzattım. "Canını sıkma," diyerek elindeki bir kâse pirincin içine telefonumu gömdü. "Her şeyin bir çaresi vardır." Güven veren bir şekilde gülümserken "Hadi duşunu al," diye ekledi. Kapıyı kapatıp sırtımı dayandım. Banyoya, küvete, sakarlığıma sövdüm. Tat çıkaracak modum kalmadığı için küvetin içindeki suyu boşalttım. Hızlıca duş aldım. Bornozuma sarıldığım gibi banyodan çıktım. Mutfaktan gelen seslere doğru ilerledim. Babamı görmeyi beklerken karşıma çıkan ablam duraksamama neden oldu.
"Günaydın."
Çayı demlerken göz ucuyla bana baktı. "Ufak bir kaza olmuş." Sana göre ufak tabi... "İçindekileri yedeklemiş miydin bari?" Telefon o işlemi kendi kendine yapmıyor muydu? Başımı hayır anlamında salladım. Buzdolabına doğru ilerleyen ablam "Sıkma canını. Birkaç gün pirinçte dursun. Tekrar çalışır," dedi. "Bu sürede birini aramak istersen telefonumu kullanabilirsin." Bütün yüzümü bir rahatlama ifadesi kapladı. Tabi ya... Uraz'ın numarası ablamda vardı. Oradan haber verebilirdim.
"Aslında birini aramam gerekiyor."
Tek kaşını kaldırıp bardak rafında duran küçük saate baktı. Daha sonra bana dönüp "Bu saatte?" dedi kuşku dolu bir tonda. "Kimi?" Uraz'ı dersem ne tepki verirdi? Nedenini merak edeceğine adım kadar emindim. Peki ne söyleyecektim? Sevgili olduğumuz fikrine daha ben alışamamışken ablamın kabullenir miydi?
"Ayşin?"
Düşüncelerden arınırken "Sınıftan birini ya. Önemli bir şey yok. Okulda görürüm zaten," diyerek konuşmayı çevirdim ve daha fazla soruyla yüzleşmemek için mutfaktan ayrıldım. Umarım Uraz bugün okula gelirdi. Yoksa bugün hiçte hayal ettiğim gibi devam etmeyecekti.
* *
Okula gelir gelmez gözlerim Uraz'ın arabasını aradı. Tam da tahmin ettiğim gibi yoktu. Boşa kürek çektiğimi bile bile koşar adım okulu taradım. En son durağım olan sınıf, bütün umut kapılarımı yüzüme çarptı. Saati kontrol ettiğimde dersin başlamasına az zaman kaldığını fark ettim. Eğer okula devam etmeye karar verdiyse, şu ana kadar gelmesi gerekiyordu. Onca yaşadığımız şeyden sonra hala inadına devam mı edecekti? Hoş Cankut'ta ortalıkta yoktu. Dün gece birlikte kaldıklarını düşünürsek uyanamamış olma ihtimalleri yüksekti. Belki de yoldalardı. Ah be salak Ayşin! Telefonu düşürecek bugünü mü buldun?!
"Günaydın."
Duyduğum ses, düşüncelerimi yer değiştirdi. Arkama dönmeme bile gerek kalmamıştı. "Biraz konuşabilir miyiz Ayşin?" Önümde duran çocuk değil de, yaptıkları tüylerimin öfkeden diken diken olmasına neden oldu. İki gün önce söylediklerimi hatırlamıyor muydu bu çocuk?
"Çok gerekli mi?"
Yanından geçip sırama doğru ilerledim. Terslememi umursamayacak kadar gurursuz bir şekilde "Lütfen," dedi. "Sadece dinle. Sonra istersen sesimi hiç duymazsın." Söylediklerini zihnimde tartarken ıslak köpek gibi bakması hiç yardımcı olmuyordu. Geçmişin hatırına belki onu dinleyebilirdim. Son kez...
"Çabuk ol."
"Oturalım mı?"
Çantamı sırama koyarken "Böyle iyi," dedim tek düze bir sesle. "Dinliyorum." Aramıza engel koyma içgüdüsüyle kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. "Lütfen çok uzatma." Emirhan başını tamam anlamında sallarken nereden güç alacağını bilmez haldeydi. "Ee... Babamın işleri bir anda, kötüleşmişti. Biliyorsun."
"Bütün okul biliyor," diyerek zar zor topladığı cümlelerini böldüm. Kısa bir an duraksadı. Gözlerimin içine bakarken bir şeyler düşünüyor gibiydi. İyi hissettirmeyen şeyler... "Alışmadığım bir hayatı, alışmaya fırsatım olmayacak sürede yaşamaya başladım. Berbat günlerdi." Elini kolunu nereye koyacağını bilmiyordu. Gözlerimin içine tam anlamıyla bakmıyor olması yalan söyleme ihtimalini düşündürüyordu. Belki de sadece utanıyordu. Utanmalıydı da... Yine de diğer seçenek yüzünden tetikte olmakta fayda vardı.
"Sonra bir adam babama iş teklifinde bulundu. Her zaman yaptığı işten farklı bir şey yapmayacaktı ama parası eskisinden çok daha iyiydi. Bizi eski, alıştığımız düzene geri döndürecekti. Okuluma, arkadaşlarıma, en çokta sana kavuşturacaktı." Tıslamaya benzer bir ses dudaklarımın arasından kaçtı ve Emirhan bu tepkimi fark etmedi. Sanki o günleri tekrar yaşıyordu. "Yine de babam teklifi enine boyuna çok düşündü. Daha sonra bizim baskımıza dayanamayıp kabul etti." Derin bir nefes almak için duraksadı.
"Zaten her şey ondan sonra başladı. Adam iş bahanesiyle evimize çok girer çıkar oldu. Ailenin her ferdiyle ilgileniyordu. En çokta benimle..."
Daldığı yerde hafifçe kaşları çatıldı. "Oğluna benzediğimi söylemişti." Bakışları bana doğru kaydı. Yüzündeki ifade daha da sertleşti. "Düşünüyorum da, Uraz'la benim tek ortak noktamız sanırım sensin." Satır arası cümlelere ihtiyacımız yoktu. Ciddiyetimi korumaya çalışırken "Konuyu dağıtma," diye uyardım. Yüz hatları hala gergindi. "Gittiğim okulu öğrenince afalladı, sessizleşti. Bir an sanki ortamdan koptu. Tüm bu duygu karmaşasının içine gizlediği yalanı, o gün anlayamadım. İnan bana, adamın inanılmaz bir rol kabiliyeti var."
"Konuyu dağıtma dedim Emirhan."
"Dağıtmıyorum Ayşin. Konudan çok söylediklerime odaklanırsan bunu anlayacaksın."
Başımı iki yana öfkeyle sallarken devam etmesini söyledim. Bunalmış bir nefes aldıktan sonra "Oğluyla aynı okulda okuduğumuzu söyledi," dedi. "Sonra geçmişte yaşadıklarını anlattı. Karısının aldattığını, oğlunu alıp kaçtığını, oğlunun izini kaybettiğini, yıllarca aradığını, bulduğunda ise her şeyin çok geç olduğunu-"
"Bir dakika bir dakika. Sende bunlara inandın mı?"
"İnanmama mı gerektirecek bir şey yok-" Cümlesini öfkeli bir kahkahayla böldüm. "O adam Uraz'ın annesini öldürdü. Hem de gözleri önünde." Ağzımdaki iğrenç tattan kurtulmak istiyormuş gibi her kelimeyi tükürüyormuşcasına telaffuz ettim. "Her yanından kötülük akan bir adamı nasıl anlamazsın?"
"Sen anlamış mıydın?"
"Neyden bahsediyorsun?"
Kızgın gözleri benimkilerle buluştu. "Her yanında kötülük akan kişi, sence sadece o adam mı?" Sesi daha önce duymadığım biçimde öfke doluydu. Bu için için kaynayan bir öfkenin, hiddetin, tiksinmenin sesiydi.
"Sonuçta babasının oğlu değil mi?"
Gözlerim hiddetle kısıldı. "Konumuz senin yaptıkların ve evet kötü bir insanı tanıyamamışım. Seni!" Merhametsiz bir tonda konuşmuştum. "Ayşin." Tam bana doğru gelmeye çalışırken elimi kaldırıp onu durdurdum. "Sadece olanları anlat Emirhan. Başka bir şansın olmayabilir."
Olduğu yerde kaldı. Birkaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra "Onca zamandan sonra karşısına çıkacak cesareti bulana kadar benden yardım istedi. Uzaktan da olsa oğlunu korumak istediğini söyledi. Sadece Uraz'ı takip edecektim ve babasına haber verecektim. Sorun olacağını düşünmedim," dedi. Sen iflah olmazsın der gibi başımı salladım. "Sonra oğlunun doğum gününün yaklaştığını söyledi. Beşiktaş'a ne kadar sevdalı olduğunu anlattı. Ona hediye vermek istediğini, bunu onun için yapıp yapamayacağımı sordu. Gerçekten çaresiz duruyordu. Kabul ettim ama gidip Uraz'a biletleri olduğu gibi veremezdim. Ya da birlikte gitmeyi teklif edemezdim. Bende bir taşla iki kuş vurmayı planladım. Sonuçta senin de takımını ne kadar sevdiğini biliyordum. Güzel bir jest olur diye düşündüm."
"Çok düşüncelisin."
Kinayeli bir şekilde söylediğim cümleyle, "Bunun bir tuzak olduğunu nereden bilebilirdim," dedi. Sesini yükseltmesi ve gergin duruşu, sınıftaki birkaç gözü üzerimize çevirdi. "Ne söylersem söyleyeyim bana inanmayacaksın değil mi?! Çünkü ben, senin gözünde para uğruna aşık olduğu kızı bile satabilen biriyim. Nedeni nasılı umurunda bile değil!" İçimde barındırdığım öfkeye, birde utanç eklemeye mi çalışıyordu. "Bağırma bana." Beni umursamayıp sesini yükseltmeye ve üzerime yürümeye devam etti.
"Sen soğuk hastane yatağında ölümden kaçarken, ben nezarethanenin soğuk duvarları arasında polislere kendimi anlatmaya çalışıyordum. Hadi seni hiç düşünmedim diyelim. Kendimi bu duruma sokacak kadar gözümün döndüğüne nasıl inanıyorsun?"
Aramızdaki mesafeyi korumak adına birkaç adım geriledim. "Doğru diyorsun. Senin ne kadar narsist bir adam olduğunu unutmuşum." Dişlerini sıkacak kadar öfkeli olduğunu boynunda beliren yeşil damarla fark ettim.
"Ayşin."
Sanki sabrının son damlalarını benim için yüreğine akıtıyordu. "Gerçekten bunları mı düşünüyorsun?" Uraz kapının eşiğinde belirdi. Gözlerindeki intikam ateşinin selamıyla korku dalgası, rayından çıkmış bir tren gibi bana çarptı. Endişe tohumları da bunun etkisiyle yüreğime saçıldı.
Gergindi. Gerginliği benzersizdi. Yavaş yavaş ve dikkatle beni süzen, korkumdan büyük bir haz alırmışçasına beni seyreden parlak kahverengi gözleri adeta içimi yakıyordu. Bize doğru yürümeye başladı. Her adımıyla yüreğimdeki tohumlar vücuduma yayılmaya, her bir hücreme itinayla işlemeye başladı. Konuştuğumuz konu, dün yaşananları bir kalemde silerdi. Kapattığımız geçmiş kitabının tozlu sayfaları tekrar açılırdı. Bir şey yapmam gerekiyordu. Ama ne?
"Uraz."
Koşar adım Uraz'ın yolunu kestim. Sıktığı çenesi ve öfkeden kırışmış yüzü bu yakınlıktan daha da korkutucuydu. "Uraz lütfen sakin ol." Bana bakmıyor, arkamdaki çocuğa odaklanmış bir şekilde duruyordu. Tek bir hareketiyle üzerine saldırabilirdi. Onu durduran şeyse, sanki benim ürkekçe göğsüne koyduğum ellerimdi. Avucumun içine atan kalp hiç sakinleşmeyecekmiş gibi duruyordu. "İnan bana düşündüğün gibi değil," diyerek odak noktasını kendime çevirmeye çalıştım ama beni duyduğuna bile emin değildim.
"Dışarıda konuşalım mı?"
O sırada zil çaldı. Çok vaktimiz olmasa da bu ortamdan uzaklaşmasının ona iyi geleceğini hissediyordum. Çünkü ellerimin altındaki beden gittikçe beton kadar sertleşiyordu. Yumruklarının sıkılı olması bu duruma hiç yardımcı olmuyordu. Ellerimi kaydırıp kavrayabileceğim kadarıyla yumruklarını tuttum. Nihayet bakışları benim üzerime çevrildi. Alev alev yanan gözlerindeki kin, nefessiz bırakıyordu. "Lütfen Uraz." Yalvaran bakışlarıma daha fazla dayanamamış olacak ki, yumruklarını gevşetip elimi kavradı ve sınıftan çıkana kadar bırakmadı. Kapının dışına çıktığımızdaysa kaslarını herkesin gözüne sokacağı şekilde kollarını göğsünün üzerinde bağladı.
"Dinliyorum."
Uraz esip gürlemeden önce ilk kez dinlemeyi tercih etmişti. Bunu iyi değerlendirmem ve lafı uzatmamam gerekiyordu. "Thomas," diyerek geçen gece aldığım haberin durumu kurtaracağını düşündüm. "Bizi Norveç'teki adalarına davet ediyormuş." Uraz'ın hafifçe kısılan gözleriyle daha detaya inmem gerektiğini anladım. "Gezilerinden çok memnun kaldıklarını söylemişlerdi biliyorsun. O gece kızını kurtardığımız için ayrıca teşekkür etmek istiyormuş. Bu nedenle kendi adalarında bizi misafir etmeyi düşünmüş."
Tepkisiz bir şekilde yüzümü inceleyen Uraz, söylediklerimi düşünüyor, zihninde doğruluğunu tartmaya çalışıyor gibiydi. "Hatta vize işlemlerini bile başlatmış. Sadece pasaport almamız yetecek. Şubat tatilinde Norveç'e gidelim mi?"
"Uraz. Ayşin."
Arkamdan gelen derin bir ses, beni hazırlıksız yakaladı. İrkildim. Ablama doğru dönerken eliyle sınıfı işaret ettiğini gördüm. "Ders başlıyor. Hadi." Yanımdan geçen Uraz, beni beklemeden sınıfa girdi. Adımlarımı hızlandırıp peşinden ilerledim. Sıraya otururken tekrar gidip gidemeyeceğimizi sordum.
"Geçen ders verdiğim ödevler hazır mı?"
Uraz sadece gözlerimin içine baktı. Tek bir kelime dahi etmedi. Az önceki konudan uzaklaştırdığım için gülsem mi yoksa Norveç'e gitmek istemediği için ağlasam mı bilemedim. "Ayşin benim için ödevleri toplar mısın?" Bakışlarımı ablama çevirdim. O ise sınıftakilere ödevlerini masalarının üzerine koyduktan sonra kitaptan bilmem kaçıncı sayfayı açmalarını söylüyordu. Sıkıntıyla iç çekerek en öndeki sıraya gittim. Tek tek masalardaki ödevleri toplarken Emirhan'ın masasında çok fazla oyalanmamaya dikkat ettim. Uraz'ın başına dikildiğimde ise günlerdir okula uğramayan çocuğun ödevden haberi olmayacağını hatırladım. Yanından geçip elimdekiler masamın üzerine koydum ve çantamdan kendi ödevimi çıkardım. Kalan ödevleri de bir çırpıda topladıktan sonra ablama teslim ettim. Sırama dönerken Uraz'ın önündeki kâğıda anlamsız şekiller karaladığını gördüm. Büyük ihtimal göz göze gelmek istemiyordu. Yerime otururken mutsuz bir nefes aldım. Sanırım kuzey ışıkları hayalimi fotoğraflar ve kitaplarla gidermeye devam etmeliydim. Dağıttığım eşyaları çantama tıkarken uçak yapılmış bir kâğıt önüme düştü. Hafifçe kaşlarımı çatıp sınıfı kolaçan ettim. Herkesin dersle ilgilendiğini görünce arkamı döndüm. Uraz'ın gözleri tahtanın üzerindeydi. Karaladığı kâğıtsa ortada yoktu. Tekrar önüme dönüp itinayla katlanmış uçağı açtım. İçinde yazan cümle yüzünden gülmemek için yanağımı dişlemem gerekti.
"Umarım binmesi, yapması kadar kolaydır."
* * * * * *
1 Ay Sonra...Saatler günleri, günler haftaları, haftalar ise bir ayı doldurmuştu. Yoğun, stresli ve zorlu okul dönemini geride bırakmıştık. Bu süreçte Uraz'ı çok özlemiştim. Yaşadıklarımızdan dolayı toparlamamız gereken hayatımız sürekli önümüze bir engel koymuştu ve biz neredeyse pasaport başvurusu, vize işleri ve okuldaki sınavlarda olmasa birbirimizin varlığını bile unutacaktık. Neyse ki tüm bunlar artık bitmişti ve biz birkaç saat sonra 3 günlük bir tatile çıkacaktık. Hem de baş başa...
"Bavula şunu da koy kızım."
Neredeyse bir aydır bu tatil için razı etmeye çalıştığım babamı elinde sıcak su torbasıyla görmek gözlerimi yaşartacaktı. "Her şeyini aldın mı?" Sıcak su torbasını bavula yerleştirirken "Aldım," dedim.
"Şarj kablonu?"
Gözlerimi devirerek babama baktım. Neredeyse dünden beri saat başı hatırlattığı eşyayı nasıl unutmamı bekliyordu acaba? "Aldım baba aldım."
"Pasaportunu aldın mı? Nüfus cüzdanını da al sen yanına, ne olur ne olmaz?"
"Aldım bile."
"Paralarını tek bir yerde taşıma."
"Birkaç yere koydum merak etme."
"İlaçlarını aldın mı? Sakın tek bir ilacı bile atlama. Çok soğuktur bu aylarda orası. Yanına yedek atkı bere eldiven-"
"Baba!"
Nefes bile almadan talimat veren babamın cümlesini "Biraz sakin olur musun?" diyerek kestim. Vakit yaklaştıkça sıkıntısı daha da baskınlaşıyordu sanki. "İçim hiç rahat değil Ayşin." Bunu son bir haftada en az 52 kez söylemişti.
"Biliyorum,"
Bavulla haşır neşir olurken sesim ıkınır gibi çıkmıştı. Sanırım üç gün için fazla doldurmuştum. Üzerine oturup fermuarını çektikten sonra "Oh be!" diye bağırdım. "Bir an içindeki şarj kablosunu çıkarmak zorunda kalacağım için çok korktum."
"Ayşin!"
Babamın bam teline basmışım gibi çıkan sesiyle kıkırdadım. Ayağa kalkıp endişeyle başımda dikilen adama sıkıca sarıldım. "Seni çok seviyorum baba" Anında sarılışımın karşılığını alırken "Bende seni çok seviyorum küçüğüm," diye fısıldadı. Sesi yaşadığı hüzünden titriyordu.
Güven babamın iki kolu arasındaydı. Birlikte gideceğim insan hayatta güvendiğim ikinci kişi olmasaydı, büyük ihtimal şu anda beni bu kolların arasından hiçbir güç çıkaramazdı.
"Kendine dikkat edecek misin?"
Başımı kaldırıp babama baktım. "Başka şansım var mı?" Uzanıp alnımı öptü. "Ah be Ayşin." Tekrar aynı konulara girmesini istemediğim için "İyi olacağım baba. Söz veriyorum," dedim sarılarak. Saçlarımı sevdiğini hissediyordum. Nedense bu hareketi gözlerimin dolmasına yetmişti.
"Beni sakın habersiz bırakma."
"Asla bırakmam."
Dertli bir iç çeken babam bana daha sıkı sarıldı. "Keşke gitmesen," derken zar zor kolumdaki saate baktım. Biraz daha bu şekilde sarılmaya devam edersek zaten gidemeyecektim. "Geç kalıyoruz." Babamdan ayrılıp sırt çantamı da kontrol ettikten sonra ellerimi heyecanla çırptım.
"Hadi bakalım. Norveç yolcusu kalmasın."
* *
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Novela JuvenilMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...