AYŞİN
Bu yaşıma kadar zorluklardan doğan aşkların güçlü olduğuna inanırdım. Zaten kitaplarda yaşanan aşklarında gerçek olamayacak kadar güzel olmalarının nedeni bu değil miydi?
Fakat gerçek hayatta yaşanan aşklar farklıydı. Bunu az önce tecrübe etmiştim. Her zorluk belki kişiyi güçlendiriyordu ama ilişkisinin de gerilediğine şahit olması kaçınılmazdı. Şu anda hissettiğim tam olarak buydu: Söylediklerimin arkasında duracak kadar güçlüydüm ama buna fırsatım olup olmayacağını bile bilmiyordum.
Başa sarmış gibiydik.
Uraz, tanıdığım ilk günkü adamın hiddetiyle bana bakmış, konuşmuş hatta çekip gitmişti. İçinde katıksız bir nefret olan, en ufak bir sevgi belirtisini yüreğine işlememiş bir adam olarak ve ben sadece ardında kalan olmuştum.
Peki, ne zamana kadar bu böyle devam edecekti?
Ya da devam edecek miydi?
Duyduğum anahtar sesi, zihnimin içinde dalgalanan fikirlerimin durulmasına neden oldu. Ellerimden damlayan suyu peçeteye silerken kapıya doğru ilerledim. Umarım sakinlemiştir diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Çünkü düzgün ve sağlıklı iletişim kurabilmemizin tek yolu Uraz'ın mantıklı yanının ağır basmasından geçiyordu.
"Selam."
Cankut'un içeri girmesiyle yaşadığım ufak çaplı hayal kırıklığını belli etmemeye çalıştım. "Hoş geldin." Gerisin geri dönüp mutfağa doğru ilerledim. Cankut peşimden gelirken "Ne yapıyorsun?" diye sordu ve mutfağa girer girmez düşünceli bir ses çıkardı. "Kafa boşaltma çalışmaları diyorsun." Belli ki eve girmeden önce Uraz'la karşılaşmıştı. Hafif bir omuz silkerken elimdeki nemli peçeteleri çöpe attım. "Sadece sofrayı topladım." Cankut'un imalı bakışlarının ardından "Tamam biraz da mutfağı temizlemiş olabilirim," diye ekledim buruk bir gülümsemeyle.
"Demek bizim asabi baldırı çıplak o kadar zamandır dışarıda."
Dışarıda ara arada olsa kar yağıyordu ve havanın soğukluğunu evin içinden bile tahmin etmek zor değildi. Gözlerim kendiliğinden portmantoya ilişti. Çıkarken montunu almadığını görmek içimdeki iki duyguyu kıran kırana bir dövüşe soktu. Bu havada, dışarıda durmayı göze alacak kadar benden kaçtığına mı kızmalıydım yoksa hastalanırsa kendimi hiç affetmeyecek olmama mı odaklanmalıydım.
"Sen iyi misin?"
İyi olduğumu belli edercesine başımı salladım. "Emin misin?" diye sordu tek kaşını kaldırıp. "Bak ben yeterince tokum."
"Neden iyi olmadığımı düşünüyorsun ki?" Sandalyelerden birine oturup bacaklarımı kendime doğru çektim. "Bunu asıl sorman gereken kişi, büyük ihtimalle şu anda zatürre olmanın eşiğinde bir yerlerde bekliyor."
"O zaten doğuştan üşütük."
Cankut'un cevabıyla ufak bir kahkaha attım. Resmen ağlanacak halime gülüyordum. "Bak buna katılabilirim işte," diyerek kollarımı bacaklarıma doladım. O an içimin boşalan makarasıyla gülümseyişim yavaşça soldu.
"İyi olmasını istiyorum."
Gözüm gri mutfak dolaplarının birindeki ufak kahverengi lekeye takıldı. Belki de bu, sadece konuşurken daha güçlü olabilmek için çaresizce odaklandığım bir noktaydı. "Onu anlıyorum. Yaşadıkları kolay değil. Hiç değil... Ben sadece annemin ölümünü kaldıramazken ondan her şeyi bir çırpıda silip atmasını bekleyemem."
Ruhumdaki duman dağılmıyordu. Gittikçe ağırlaşmaya, beni boğmaya başlamıştı. Bunalmış bir iç çektim. Gözlerim acınası bir şekilde yanmaya başladı. Bu hissi geçirmek için gözlerimi sıkıca yumdum.
"Ama dedim ya... İyi olmasını istiyorum ve maalesef ki o, geçmişiyle yüzleşmeye devam ederse hiçbir zaman iyi olamayacak. Her anlamda."
Aramızda kısa, merak uyandırıcı bir sessizlik oluştu. Cankut'un sözümü kesmek istemediği için sessiz kaldığını umarak gözlerimi açmadım. Açamazdım da zaten. Gözlerimden akmak için ısrar eden yaşlar beni fazlasıyla zorluyordu ve şu an istediğim en son şey, ağlayan zavallı güçsüz bir kızdı. "Ben gücüm yettiği sürece, onun her anında yanına olurum ama o," deyip yavaşça yutkundum. Dilimin ucuna gelen sözcükleri söylersem, gerçek olacakmış gibi hissediyordum.
"O ne?"
Konuşmaya devam etmemi destekleyen soruyla, biriken kelimelerin hepsi hayatıma saçıldı. Belki de geleceğime... "Geçmişin sisine karıştıkça beni yanında ister mi, işte bundan emin değilim." Başımı kucağımda oluşturduğum ufak boşluğa gömdüm. Hafifçe araladığım gözlerimin buğusu, birazdan yakalanacağım sağanağın göstergesiydi. "Korkuyorum Cankut," derken ki sesimin titrekliği ise beni ele vermek üzereydi.
"Onu da kaybetmekten çok korkuyorum."
Göz pınarlarımda biriken yaşlardan biri kucağıma düştü. Devamı gelecekti ve ben en azından hıçkırıklarım beni susturmadan önce, içimdeki buhranı biraz olsun rahatlatmak istiyordum.
"Ben her şeye dayanırım ama, bu saatten sonra... Onsuzluğa katlanabileceğimi sanmıyorum."
* *URAZ
Pişmanlıklar en zayıf olduğun anı kollar.
En beklenmedik anda çıkageldiklerinde ise yıllanmış bir düğüm boğazına oturur ve sen nasıl çözeceğini bilmezsin.
Şu an olduğu gibi...
Sanki bütün cümleler nefesimle birlikte boğazıma düğümlenmişti. Ayşin'in mutsuz ses tonu yüzünden göğsüm o kadar sıkıştı ki, ağrımaya başladı. Söyledikleri bir hançer gibi yüreğimi çizdikten sonra sustu.
Sustuğu yerde bir şeyler paramparça oldu sanki.
Kanatırcasına dişlediğim dudaklarımın arasında biriken sözcükler birer küfre dönüştü. İçimde zapt edilmez bir suçluluk hissi doğdu. Onu dinlemediğim, onu anlamadığım için oluşan bu his, tufan oldu. Yıktı geçti geçmişimi...
Cankut başını bana doğru çevirdi. Gözlerindeki düşmansı öfkeye rağmen, hala orada bir yerde, yakın arkadaşım olduğunu hissettiriyordu. Bir şeyler yapmam gerektiğini çığlık çığlığa bağıran bir dost gibi.
Yer fıstığının acısı sese dönüştü. Ses sanki deli gibi bir yağmur gibiydi.
Ağlıyordu.
Ayaklarım bilinçsizce beni Ayşin'in yanına götürdü. Sarıp sarmaladığı, sandalyenin üzerinde daha da ufalttığı bedenini sıkıca sardım. Kanayan, acıtan, korkutan tüm yaralarını sarabilecekmişim gibi...
Birkaç saniye içinde hıçkırıkları titrek birer nefese döndü. Dik durmaya çalışmayı bıraktı ve bana doğru yaslandı. Başını göğsüme bastırdı. Kolları kendini sarmayı bırakmış, çoktan benim bedenime dolanmıştı. Yüzünü tam olarak göremesem de, rahatladığını, en azından biraz daha rahat nefes aldığını hissediyordum.
Bu bile bana yeterdi.
Şimdilik.
Burnumu, hanımeli kokan saçlarının arasına gömdüm. Kirpiklerim garip bir huzurla birbirine kavuştu. Asıl ben bu koku olmadan, değil hayata kendime nasıl katlanacaktım?
Bir süre sessizliğin aramıza girmesine izin verdim. Sadece Yer fıstığının, sıcaklığının ve kokusunun benim olmasının tadını çıkardım.
"Uraz."
Az önceki ağlamasının tesiriyle sesi boğuklaşmıştı. "Efendim," diyerek başımı, yüzünü görebilecek şekilde eğdim. Anlamlı ve dokunaklı bir hüzünle sarmalanmış yüz hatlarını izlerken bile içimde garip bir huzurun oluştuğunu hissettim. Bu hayat, belki de ilk kez bana bir şans vermişti. O da şu anda kollarımın arasındaydı. Onu kaybetmeyi göze alamazdım.
Bir şeyler söylemek istiyormuş ama cesareti yokmuş gibi dudakları aralanıp kapanıyordu. Az önce söylediklerinin pişmanlığı geçmeden, yenilerini taşıyabilecek gücüm yoktu. Gereken her şeyi söylemişti. Duymam gereken her şeyi duymuştum. Daha fazlasına ikimizin de ihtiyacı yoktu. Dudaklarını benden beklenmeyecek naziklikte öptüm. Tuzlu tadından uzaklaşmak istemesem de yavaşça dudaklarını benimkilerden ayırdım. Ne zamandır tuttuğunu bilmediğim nefesi, sertçe yüzüme çarptı. Ağlamaktan kızarmış yüzüne eklenen pembelik, tüm geçmişimi silecek güçteydi.
"Miladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Genç KurguMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...