AYŞİN
Hava kararmış, turistleri otele bırakma zamanımız gelmişti ama biz hepsini peşimize takmış, İstiklal caddesinde yürüyorduk. Uraz'ın dünden beri bir şeyler karıştırdığını hissediyordum ama ne olduğuyla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Otobüsten indiğimizden beri sorduğum tek bir soru vardı: ''Uraz, nereye gidiyoruz?'' Aldığım tek cevapsa ''Sabret. Az kaldı,'' idi. Nedense az kalan yere bir türlü ulaşamıyorduk. Bunun nedeni akıntıya karşı kürek çekmemiz de olabilirdi tabi.
Taksimde hayat böyleydi işte. Ne havanın soğuğu, ne insanların yoğunluğu önemliydi. Her daim kalabalık, sürekli canlı, hep hareketli... Bitmek bilmeyen bir yaşam enerji vardı İstiklal'in. Sevenine can verir, sevmeyeni öldürürdü. Sanırım benim gibiler içinse planı öldürmeyip süründürmekti. Tüm günkü koşuşturmanın ardından tekrar bu kalabalığın arasına karışmak yorucuydu. İyi olan yanıysa, Norveçlilerin hallerinden memnun olmasıydı.
Uraz'ın durmasıyla nereye geldiğimize baktım. Çiçek Pasajı. Tabi ya! Bunu nasıl düşünememiştim. ''Ciddi olamazsın.'' Büyülü atmosfere sahip tarihi mekândan gözlerimi ayırıp Uraz'a çevirdim. Keyifli bir şekilde sırıtıyordu. Ona doğru yaklaştım. Sanki diğerleri beni anlayacakmış gibi fısıltıyla ''Uraz, programda böyle bir şey yok,'' dedim. Gözlerim turistlerin üzerinde dolaştı. Arkamızda beklerken kendi aralarında sohbet ediyorlardı ve garip bir şekilde keyifliydiler.
''İstanbul'u tanıtmayacak mıydık?''
Sorusuyla dikkatimi tekrar Uraz'a çevirdim. Ellerini açarak Çiçek Pasajı'nı gösterdi. ''Al sana gerçek İstanbul.'' Tek ayağının üzerinde arkaya doğru döndü. Bana doğru ufak bir bakış atıp ''Söylediklerimi çevirirsen sevinirim,'' dedi. Turistlerin dikkatini üzerine topladıktan sonra konuşmaya başladı.
''Beyler, Bayanlar. Programımızda ufak bir eksiği fark ettiğimiz için, sizi bu akşam otele biraz geç götüreceğiz.''
Söylediklerini tercüme etmemle ufak bir uğultu oluştu. Uraz, ellerini havaya kaldırıp dikkatlerini tekrar üzerine çekti.
''İstanbul'un gece hayatına hoş geldiniz.''
''Welcome to Istanbul's nightlife.''
Havadaki ellerini pasajın girişine doğru çevirdi. Reverans yapar gibi gözüküyordu. Uraz gibi biri, ancak gece hayatında bu kadar kibar olurdu sanırım. Heyecanları gözlerinden okunan turistler birer ikişer pasaja girdi. Uraz hepsinin önüne geçip köşede, bütün pasaja hâkim olan restorana doğru yürüdü. Hazırlanan uzun masa dikkatlerden kaçmayacak kadar şık süslenmişti. Garsonların telaşı yüzlerinden okunuyordu. Restorandan çıkan, başgarson olduğunu düşündüğüm bir adam Uraz'la bir şeyler konuştu. Daha sonra gülümseyerek kalabalığı karşıladı. Herkes masadaki yerini alırken benim şansıma Thea'nın yanı düşmüştü. Yüzümü düşürmemek için ekstra çaba sarf etmem gerekiyordu. Uraz karşıma, Thomas'ın yanına oturdu. Allahım resmen kendi ellerime Uraz'ı kızın göz hapsine atmıştım.
Garsonlar menüleri dağıttı. Ben Thea'nın bakışları yüzünden adam akıllı ne yiyeceğime bakamadım. Uraz başgarsonla bir şeyler konuştu. Bir süre sonra masa mezeden ve rakıdan geçilmiyordu. Masaya doğru eğilip bakışlarımla rakı bardağını işaret ettim.
''Sende içmeyeceksin inşallah.''
O da benim gibi masaya eğildi. ''Sabrımı zorlamazsın inşallah.'' Gözlerimi kıstım. O da beni taklit edercesine kıstı ama benim aksime çarpık bir şekilde gülümsüyordu. Ne şekilde olursa olsun, gülümsemesi efsunluydu ve ona karşı olan tüm olumsuz düşüncelerimi bir anda silebiliyordu.
Beklemediğim bir anda klarnet ve darbuka sesleri yükseldi. Yanık sesli bir adam şarkı söylemeye başladı.
''Sanki billur bir pınar, kahverengi gözlerin.
Ruhuma neşe sunar, Kahverengi gözlerin.''
Norveçli kafilenin ilk andaki şaşkınlıkları yerini keyfe bıraktı. Bitmedikleri ritimlere tempo tutmaya çalışanlar, fotoğraf çekenler, tabaklarını mezelerle donatanlar, kendi çapında oynayanlar... Ortalık bayram yeri gibiydi. Uraz rakı bardağını eline alıp ''Hadi bakalım,'' diyerek Thomas'ın bardağına dokundu. Gülümseyerek bardağını eline alan adam karşılık rakısından bir yudum aldı.
''Hadi, hadi, hadi.''
Uraz'ın gazıyla hepsi bardaklarını eline aldı ve Uraz'ın gösterdiği şekilde tokuşturmaya başladılar. Yerine oturan çocuğun gözlerinin içi gülüyordu. İlk kez onu böyle görüyordum.
''Senin en güzel yerin, kahverengi gözlerin.''
Şarkının tam bu kısmında gözlerini bana çevirdi. Gerçekten gözlerinin kahvesi çok güzeldi. Elinde ki bardağın dibini benimkinin ucuna çarptı. ''İçmeyeceğim ki,'' dediğimde ''İstesen de içemezsin zaten ama ortama ayak uydur,'' dedi. Ah ben tonla ilaç içmeyecektim. Sırf sana inat bu bardağı fondip yapmaz mıydım. Kör olası böbrek.
Tam bardağıma uzandığım anda Thea bardağını Uraz'ınkine çarptı. Bunu kimsenin beklemediği gibi bende beklemiyordum. Kız, belki de şu iki gündür ilk kez bu kadar büyük bir gülümsemeyi dudaklarına yerleştirmişti. Kahretsin. Gamzesi mi vardı onun?!
Uraz başını hafifçe sallayarak teşekkür etti ve bana döndü. O kadar hırslanmıştım ki, elimdeki bardağı kontrolsüz bir şekilde Uraz'ınkiyle tokuşturdum ve bir anda parmaklarımın arasında boşluk ve ardından ıslaklık hissettim. Büyük bir şangırtıyla kırılan bardaklar ve rakı masaya saçıldı. Yanımızda oturanlar hafifçe geriye çekildi. Şarkı söyleyen adam bile kısa bir an duraksadı. Elim havada dona kaldım. Uraz'a baktım. Sakarlığımdan dolayı sinirlenmesi gereken adam kıyık altından gülümseyerek elimi siliyordu. Neyse ki bir yerimizi kesmemiştim ama patlamanın etkisiyle avuç içimin yandığını hissediyordum.
''At kadehi elinden, bin parçaya bölünsün. Dökülsün meyler yere, hatıralar silinsin.''
Tekrar şarkıya başlayan adamın seçimi takdire şayandı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Garsonlardan ikisi masadakileri toparlamaya başladı. Toplamaya yardım etmeye çalışırken ''Çok, çok özür dilerim,'' dedim utanmış bir edayla.
''Sorun yok yenge. Olur böyle şeyler.''
Yakıştırdığı sıfat yine dona kalmama neden oldu. Bu sefer Uraz'a bakamıyordum bile. Sanki tüm kılcal damarlarım yanaklarıma toplanıp bir bir patlıyordu. Ortam bir anda alev almıştı.
''Hemen yenilerini getiriyorum.''
Göz ucuyla Uraz'a baktım. Başıyla adama tamam dedi. Bakışlarını bana çevirdiği an tekrar gözlerimi kaçırdım. Yaptığımdan değil de, adamın 'Yenge' deyişinden utanmıştım. Hala düşündükçe kalbim acınası bir şekilde çarpıyordu.
Önümdeki boşluğa bakarken yanımda bir ışık yandı. Gayri ihtiyari gözlerim o tarafa çevrildi. Thea'nın telefonunun ışığıydı. Mesaj gelmiş olmalıydı. Dünkü merakım yerini hatırlattı. Kıza baktım. Yanındaki kadınla bir şeyler konuştuğunu görünce, fırsat bu fırsat göz ucuyla telefonuna göz attım. Tam okurken ışığı söndü. Yaşadığım hüsranın tarifini bulmaya çalışırken bir mesaj daha geldi. Deve kuşu gibi başımı diktim ve telefonun ekranında yazılanlara baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Teen FictionMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...