'Cesaretin ölçüsü ölmek değil, yaşamaktır.'
Vittoiro AlfieriURAZ
Hava her zamanki gibi ter, kan ve sigara kokularıyla harmanlanmıştı. Bir zamanlar müptelası olduğum bu karışım, şu anda midemi bulandırıyordu. Ayşin haklıydı. Değişmiştim. Fakat bunun iyi yönde mi olduğundan şüpheliydim.
Yine onu incitmiştim çünkü...
Üç hafta boyunca kendimden uzak tutmamın tek nedeni, olur da işler planladığım gibi gitmezse, yokluğuma daha rahat alışması içindi. 21 / 90 kuralı kafamın içindeki B planıydı. Bir şeye alışmak için zihnimizin 20 güne ihtiyacı vardı. 21. Gün zaten alışmış oluyordunuz ve bu alışkanlığı 3 ay boyunca devam ettirirseniz kalıcılığı sağlardınız. Gerçek basitti, bilinç ve bilinçaltı çatıştığında kazanan her zaman bilinçaltı olurdu ve Ayşin'in planladığım geleceği için buna çok ihtiyacı vardı. Bana ihtiyacından daha çok...
İçerisi çok kalabalık olmalıydı. Haykırışları soyunma odasının kolonlarını titretiyor, kirişlerden ufak tefek parçalar dökülmesine neden oluyordu. Çok eski bir binadaydık. En son böyle bir yerde canımızı zor kurtarmıştık. O zaman yanımda olmasından dolayı öfkelendiğim kıza, şu an nasılda muhtaçtım anlatamam. Onu düşünürken, kendimi önemsememiştim. Fakat onu çok özlemiştim. Görmeyince katlanmak kolay olur derlerdi ya, onlar hanımeli kokusunun yarattığı hissi bilmiyorlardı. Bilmesinlerdi de zaten. O koku sadece bana özel kalmalıydı, benim olmalıydı. Sonsuza kadar... Ve bunun içinde yaşamalıydım ama içimden bir ses, bu sefer bunun kolay olmayacağını söylüyordu.
Soyunma odasının kapısı açılıp kapandıkça, kana aç kalabalığın çıkardığı sesleri, uğultu şeklinde içeri doluyordu. Ardı ardına söylenen kelime, kanımı dondurmaya yetmişti.
"Ölüm!"
İstedikleri bu muydu? Gerçekten bir insanın canına mı bahis oynuyorlardı? Alt tarafı birkaç aydır ortalıkta yoktum. İşler ne zaman bu kadar acımasız hale dönüşmüştü?
"Kurt?!"
Tereddütle yükselen ismim, soyunma odasında yıkık bir şekilde oturan adamdan gelmişti. Ağzı burnu kaymış, kanla kaplı yüzü, bakışlarımı yakaladığı an nefesini tuttu. Sanki çok rahat nefes alabiliyormuş gibi. "İnanmıyorum, sensin." Aynı şeyi söylemeyi o kadar isterdim ki, patlayan dudağı ve morarmış şiş gözü bu işi imkansız hale dönüştürüyordu. Oturduğu banktan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Acı dolu bir iç çekti. Nasıl hissettirdiğini çok iyi bildiğim için "Ne yapıyorsun? Otur oturduğun yerde," dedim ama beni dinlemeyip ayaklandı. Harabeye dönmüş bedeni, tüm çıplaklığıyla gözlerimin önündeydi. Diğer yaraları neyse de, karnında aldığı darbeler sanki tek bir noktada birleşmiş gibi morarmıştı.
"Burada olduğuna inanamıyorum."
Ayaklarını sürüyerek bana doğru geldi. Çaprazımdaki banka yine iniltiler eşliğinde oturdu. "Yoksa Kobra'nın sır gibi sakladığı yeni dövüşçü sen misin?"
Bunu Kobra'dan ben istemiştim. Patron'a yaşatacağım son oyunun sürprizi kaçmamalıydı. Belli ki başarmıştı da. "Hemen ölüme oynadığım bahsi değiştirmeliyim." Kanla kaplanmış dişlerini göstererek güldü. Beni desteklemesi gurur vericiydi ama benim takıldığım nokta 'Ölüm' oldu. Kendine ölüm ismini verme cesaretini gösterecek kadar güveniyor muydu?
Ortam ısınmaya başlamıştı. Belli ki birazdan Çember, adının hakkını verecekti. Mahşer yeri...
"Kurt!"
Kapının yeniden açılmasıyla beklediğim insan içeri girdi. "Hazır mısın?" Kobra'yı onaylamak adına ayağa kalktım. Gözlerini üzerimde dolaştırırken gördüğüm ifade, inanç ve gururdu. Birkaç haftadır onunla gizli kapaklı buluşup, adının Ölüm olduğunu şu anda öğrendiğim adamla ilgili konuşuyorduk. Bana taktikler veriyor, yaptığım antrenmanları kontrol ediyordu. Son üç gündür onu görmemiştim. Son üç gündür kimseyi görmemiştim.
"On dakika içinde seni çağıracağım."
Başımı tamam anlamında sallarken "Cankut geldi mi?" diye sordum. Kobra bilmediğini söyleyecekmiş gibi ağzını araladığı sırada arkasında bir yüz görüldü. "Biri beni mi soruyor?" İlk kez onu görmekten dolayı mutluydum. Pişmiş kelle gibi sırıtmasına rağmen...
"Ah kıyamam. Nasılda özlemiş beni."
Cankut yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Zevzekliğini, yaşadığı iç çatışmasını saklayabilmek için yaptığını çok iyi biliyordum. Bu yüzden ona kızmak yerine, karşılık verdim. Tıpkı bir veda kucaklaşması gibi.
"Kurt!" diye dikkatimi çeken Kobra "10 dakika!" diye hatırlatmasını yaptı. Arkamdaki bir noktaya gözleri kayınca, meraklı bir çift gözün yakıcı hissini sırtımda hissettim. Sarı'yı kendimden ayırırken arkamdaki adamı işaret ettim. Gözleri anlıkta olsa adama kaydı. "Bize bakmıyor bile," dediğinde omzumun üzerinden başımı geriye doğru çevirdim. Gözleri kapalı banka uzanmış, yaşam savaşı verir bir hali vardı. Tekrar Cankut'a döndüğümdeyse, beklediğim bakış beni selamladı.
"Emin misin?"
"Eminim Sarı."
Yanaklarını şişirerek sıkıntılı bir nefes verdi. "Bu konuşma bir veda konuşması olmayacak değil mi?" Bunu o kadar tedirgin bir şekilde sormuştu ki, gülümsemeden edemedim. O iyi bir dosttu. Ne kadar kızsam da, bağırsam da, arkamı kollayan belki de tek insan.
"Öyle olması gerekiyor."
Kızarmaya başlayan gözlerini benden kaçırdı. Birazdan ağlarsa şaşırmayacaktım. "Gel buraya," diyerek ensesinden çektim. Bu sefer ona sıkıca sarılan kişi bendim. Bir süre sessizce burun çekişlerini dinledim. Ağlama demeyecektim. Göz pınarlarım intikamla kurumasa, büyük ihtimal bende ağlardım. Dile kolay, az zaman geçirmemiştik beraber. Çoğunda beni kızdırsa da, ne çok badireler atlatmıştık ve artık sona gelmiştik.
Son altı dakika...
"Ayşin sana emanet."
Kaskatı kesilen bedeni, ilk şoku attığı gibi kollarımın arasından çıkmaya çalıştı ama ensesinden daha sıkı tutarak onu engelledim. Yüzüne bakarak konuşamazdım. "Büyük ihtimal bana çok kızacak ama nefret etmesine izin verme." Cankut hareket etmeyi kesti. Ses çıkarmadan söylediklerimi dinliyordu. "Eğer o çemberden sağ çıkamazsam, beni annemin yanına gömün. Belki aramızdaki toprak anne oğul olmayı becerebiliriz."
"Kurt."
Cılız, çaresiz bir ses kulağımın dibindeydi. "Ve benim neyim varsa senindir. Tek bir şey hariç," derken ilk kez, benim için sır olan bir şeyi biriyle paylaşıyor olmanın tedirginliğini yaşamıyordum. "Spor odasındaki dolapta siyah bir kutu var. O kutunun içindekini başucuma gömmeni istiyorum." Derin bir nefes alırken yüzümde, o günkü anının etkisiyle sıcak bir tebessüm oluştu. "Bu zamana kadar çok kan döktüm ama hiçbiri bu bez parçasındaki kadar değerli değildi."
Cankut, canının yanmasını hiçe sayarak elimden kurtuldu. Gözlerimin içine karmaşık ifadelerle baktı. Kızgındı, hem de ağzımı burnumu kırmak isteyecek kadar bir hiddet taşıyordu yüreğinde. Üzgündü ama en çok hayal kırıklığı yaşıyor gibiydi.
"Ölmeyeceksin Kurt."
Kelimeleri telaffuz ederken doğru olmadıklarını o kadar iyi biliyordu ki. "Damarındaki kana değil, ruhundakilere güveneceksin. Ölmeyeceksin. O yüzden bana hiçbir şey emanet etme. Yine bunu yapma!" Gözüm duvardaki camı çatlak saate takıldı. Son iki dakika...
"Her şey için, en çokta varlığın için teşekkür ederim. İyi ki vardın."
"Kurt!"
Tüm ciddiyetimle, daha fazla bir şey söylemesine izin vermeden soyunma odasından çıktım. Rutubet kokan koridorlarda kendimden emin adımlarla ilerlerken yüzümde oluşan pis gülümsemeye engel olamadım. Gün hesaplaşma günüydü. Gün ödeşme günü...
"Çemberine dönüyorsun Kurt Uraz. Hazır ol."
* *
"Evet baylar bayanlar! Aranızda yolunu şaşırıp buraya düşenler varsa, çıkışlar iptal!"
Megafondan çıkan sesle ortamdaki uğultu sevinç nidalarına dönüştü. "Çünkü burası mahşer yeri. Burası çember!" Kalabalık coşkuyla alkışlıyor, haykırışları ıslık seslerine karışıyordu. "Ben, bilen bilir. Tanımayanlar içinse ben Kobra. Kuralları ben koyarım, kazananı ben belirlerim. Rakipler ringe çıktığı gibi bahisler biter!"
Para seslerini ve tek bir ismin yükselişini bulunduğum yerden bile duyabiliyordum. Bunun için kızamazdım. Kimse adıyla nam salmış adamın karşısına dikilecek kişinin, çemberin asıl sahibi olduğunu bilmiyordu.
"İyi düşünün. Belki de Ölüm'ün gizemini aralayacak rakibi sizi çok şaşırtacak."
"Gizemli rakibe oynuyorum! Evim de arabam da kazanamazsa sizindir."
Kulağı sağır edecek gürültünün arasından duyduğum sesle gülümsedim. Resmen benim malımla, bana oynuyordu piç kurusu. "İşte bu! Başka yok mu?" Kobra, Cankut'un gazıyla birkaç ismi daha benim lehime çevirdi. Patron'un şu andaki yüz ifadesini öyle merak ediyordum ki...
"Dövüşçülere dokunmak, yardım etmek ve ringe yaklaşmak yasak. Aksi takdir de sizi iki kızgın boğanın tek hedefi yaparım!"
Kalabalık acımasızca gürledi. "O zaman artık rakipleri birbiriyle tanıştıralım mı?" diye sorduğunda yükselen kükreyiş, tenimin altında yanmakta olan ateşi harladı. Yaslandığım duvardan uzaklaştım. Çıkacağım kapıya doğru ilerlerken ellerime sardığım bandajların sıkılığını kontrol ettim.
"Sağ köşeden gelen, hepinizin tanıdığı isim, ölümün ta kendisi!"
Duyduklarım sağır edecek kadar kulaklarımı tırmaladı. Tüm kalabalık tek bir ağızdan 'Ölüm' kelimesini haykırıyordu. Adamın çembere geldiğini, daha da coşan seslerden anladım. Olduğum yerde hareketlenirken üzerimdeki gerilimi uzaklaştırmaya çalıştım. "Sol köşedeyse... Hepinizin daha da iyi tanıdığı bir isim-" derken son nefesimi aldım. Adımın anons edilmesini beklemeden dışarı çıktım. Kobra beni görür görmez, boğazı yırtılırcasına bağırdı.
"Çemberin efendisi Kurt Uraz!"
Kalabalığın arasından geçip çembere girerken çıkan gürültü sağır ediciydi. "Ölüm! Ölüm! Öl- Kurt! Kurt! Kurt! Kurt!" Beni gören herkes, ilk şoku attığı gibi adımı haykırmaya başladı. Kurt sesi yeri göğü inletiyordu. Uzun zaman sonra ilk kez kalabalıkla bir olduğumu hissediyordum. Bu gurur vericiydi. Çembere doğru yürürken gözümü bir an olsun Patron'un locasından ayırmadım. Ayaklanmıştı. Yüzünü karanlıktan dolayı tam olarak seçemesem de gerginliğini duruşundan anlayabiliyordum. Beklemiyordu, şu anda burada olmamı istemiyordu. Onun için geldiğimin farkındaydı.
Çembere çıktığım gibi rakibime döndüm. Demek Ölüm buydu. Bakışları gerekli talimatları almak ister gibi Patron'un üzerindeydi. O da burada olmamı beklemiyordu. Bundan istifade ederek, daha önce görmediğim adamı baştan aşağı süzdüm. Kobra'nın söylediği her detayı yakalamaya çalıştım. Benden çokta iri değildi ama kasları küçümsenemezdi. Bugüne kadar dövüştüğüm herkesten farklıydı. Fakat aynı benim gibiydi. Bakışlarını bana çevirdiği anda gözleri şehvetle kısıldı. Ne yapacağını çok iyi biliyordu. Bu sadece bir dövüş olmayacaktı. Artık emindim.
Bu gece ölümle dans edecektim. Ölümüne...
"Kurt!"
Çok yakınımda yankılanan adımla başımı çevirdim. Cankut elindeki bir şişe suyu bana fırlattı. Dudaklarını kıpırdatarak "Ömer burada," dedi. Biliyordum. Burada olmasını ben istemiştim. Yakaladığım bir şişe suyu başımdan aşağı döktüm. Ortamın sıcaklığı bu şekilde biraz daha azaldı ama içimdeki yangın hiç sönmeyecekmiş gibiydi. Elimi ıslak saçlarımda gezdirdim. Su damlaları anında buharlaşmıştı sanki.
Kobra'yla göz göze geldik. Bu hayatta sırtımı güvenerek dayadığım ikinci insandı. O da bana çok kızgındı biliyordum ama şu anda daha çok... Hazır olup olmadığımı gözleriyle sorduktan sonra başımı belli belirsiz salladım ve gardımı aldım. Omuzlarımı döndürerek kaslarımı rahatlatmaya çalıştım. Yüzündeki endişeli ifade milimetrik bir tebessüme dönüştü.
![](https://img.wattpad.com/cover/354680538-288-k957635.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Teen FictionMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...