Mat - 2. Bölüm

271 18 0
                                    


URAZ

''Kelle paça mı?''
Salaş ama lezzet konusunda en pahalı restoranlara taş çıkaracak yerdi, Selahattin Abi'nin mekânı. Özellikle işkembe ve kelle paça çorbalarında kimse eline su dökemezdi. Yapması ustalık gerektirdiği gibi, yemesi de bir o kadar ağzı tadı isterdi. Her baba yiğidin harcı değildi bu çorbaları sevmek. Sevenle bir ömür geçerdi de, sevmeyenle sadece muhabbet...
''Bir kızın canı nasıl böyle bir çorba çeker?''
Cankut, karalar bağlamış bir ifadeyle önündeki tabakla oynuyor, bir yandan da söylenmeyi ihmal etmiyordu. Daha ağzına bir lokma bile sokmamıştı. Birkaç sefer denemiş, kokusunu duyduğu an yüzünü ekşiterek kaşığı geri bırakmıştı. Kendi aç kaldığı gibi insanda da iştah namına bir şey bırakmıyordu. Öte yandan Ayşin'in bu konuda maşallahı vardı. Masada konuşulanları duymazdan gelerek, neredeyse nefes almadan çorbasını yudumluyordu. Ya çok acıkmıştı ya da gerçekten kelle paça çorbasını çok seviyordu. Cankut'a hak vermemek elde değildi. Bir kız kolay kolay bu çorbaları sevmezdi ama konu yer fıstığı olunca şaşırmamak gerekiyordu. Gerçekten sıra dışı bir kızdı.
''Ayşin,'' diyerek işkencesine ara veren Sarı kaşığını kenara bıraktı. Kollarının masanın üzerinde birbirine dolayarak yer fıstığına doğru eğildi. ''Anlatsana cınım. Neden kelle paça?'' Gıcık olduğunu belli eden bir tebessümle konuşmaya devam etti. ''Hayır, kız dediğin diyet yapar salata yer, kaçamak yapar tatlı sömürür, depresyona girer pizzayı hamburgeri gömer. Kelle paça ne alaka? Ruhun mu kro kızım!''
Nihayet çorbadan başını kaldıran Ayşin, ağzındaki ekmek parçasını çiğnerken ''Seviyorum-'' diye cevap verdi. Lokması bitmeden konuşmaya çalıştığı için ağzından çıkan birkaç parça masaya saçıldı. ''Allah seni kahretmesin!'' Cankut, iğrendiğini belli edercesine yüzünü buruşturarak geriye çekildi. Yer fıstığı panikle elini ağzına götürdü.
''Çok özür dilerim.''
Utanmış bir ifadeyle peçeteye uzanırken ''Gerçekten çok özür dilerim,'' dedi. Ağzını ve masayı sildikten sonra peçeteyi tabak ve masa arasına sıkıştırdı. Kaşığı tekrar eline alırken ''Ne diyordum,'' deyip aklına gelen konuyla gülümsedi. ''Hah, kelle paça gibi çorbaları seviyorum.'' Büyük bir yudumu midesine gönderdi. Cankut, iğrenmiş ifadesinden bir gram bile kaybetmeden yer fıstığına bakıyordu. Neden iğreniyordu ki? Çorbadan mı? Ayşinden mi?
Suyundan bir yudum alan Ayşin ''Annem,'' dedi. ''Çok severdi. Çok da güzel yapardı.'' Yüzündeki gülümseme tarifi çok zor bir burukluğa büründü. Kasenin dibinde kalan çorbayı karıştırırken bir yere dalıp gitmiş gibiydi.
''İlk başlarda bende senin gibiydim. Kokusundan mutfağa iki gün gitmediğimi bilirim. İlkokulda ayağım kırılınca annem her akşam yapmaya başlamıştı. Önce içmemek için direnmiştim. Sonra annem beslemeye başlamıştı. Sanki onun beslemesiyle lezzetlenmişti çorba... Sonra da sevmeye başladım işte. Bazen... Ne bilim özlüyorum sanırım. Belki de anneme olan özlemimi... Aman neyse.''
Cümlesini tamamlar tamamlamaz, daldığı anıdan çıktı. Yüzündeki gülümsemeyi büyütmeye çalışarak burukluğunu saklıyordu. Bana doğru attığı kaçamak bakıştan sonra Cankut'a döndü. ''Ayrıca o saydıklarını da seviyorum. Mesela buradan çıkışta mutlaka frambuazlı cheesecake yemeliyiz.''
Sarı kusmaya ramak kalan ifadesiyle ''Kelle paçadan sonra frambuazlı cheesecake mi yiyeceksin?'' diye sordu. Ayşin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken başını evet anlamında salladı. ''Çok güzel olur. Denemelisin.'' Cankut bir elini midesine diğerini ağzına götürerek ''Ben lavaboya gitsem iyi olacak,'' deyip masadan kalktı ve topuk uçurtarak tuvaletlerin olduğu yere doğru koştu. Gülmekle gülmemek arasında peşinden bakakaldım.
''Sadece şaka yapmıştım.''
Sesindeki kıkırdayan ton uzun zamandır duymadığım bir şeydi. Ayşin'e baktığımda yüzünde muzur bir ifadeyle Cankut'u en son gördüğüm tarafa doğru bakıyordu. Ona baktığımı hisseder hissetmez, bana döndü. Eğlenen ifadesini yüzüne çok fazla misafir etmedi. Kalan çorbasını içme bahanesiyle gözlerini kaçırdı. Fakat sadece çorbayı karıştırıyordu.
''Doydun mu?''
Bana bakmadan başını evet anlamında salladı. Kendi kaseme baktım. Daha çorbamın yarısı duruyordu. Aklımda beliren Cankut'la durmaya da devam edecek gibi görünüyordu. Peçeteyle ağzımı hızlı bir şekilde silip çorbanın ortasına attım. Sandalyemi sesli bir şekilde geriye sürterek ayağa kalktım ve Selahattin Abi'nin yanına doğru ilerledim.
''Oo Uraz'ım. Kuru fasulyem yeni çıktı. Yanına da duble pilav, bir kasede cacık. Seversin.''
Uzun zamandır gelmememe rağmen sevdiğim şeyleri unutmayan adam gibi adam karşımdaydı. Cebimden cüzdanımı çıkarırken ''Eyvallah abi, başka zamana,'' dedim. Adam arkamdaki bir noktaya göz gezdirdi.
''Kalkıyor musunuz? Çay ikram etseydik.''
''Ağzımızın tadını değiştirmeyelim şimdi,'' deyip göz kırptıktan sonra ''Nedir bizim borç?'' diye sordum. Arkamda hissettiğim nefesin Cankut'a ait olmadığını biliyordum. Ona ait olabilmesi için, tuvalette dizinden aşağısını kaybetmesi gerekiyordu.
''15 ver yeter.''
Yanımdaki hareketlilikle gayri ihtiyari Ayşin'e baktım. Harıl harıl çantasını karıştırmasından cüzdanını aradığı belliydi. Ona hesap mı ödeteceğimi sanıyordu? Hem de benim mekânımda...
Selahattin Abi'ye parayı verip ''Hayrını gör abi,'' deyip cüzdanı tekrar cebime soktum.
''Sağol yeğenim. Bunu saymıyorum bak. Açma arayı, gel bir akşam bizim karavanaya.''
Sarımsak kokusunu bastırması için kolonyanın yanında duran karanfillerden birkaç tanesini ağzıma attım. ''İnşallah abi, hadi kolay gelsin.'' Elini göğsüne birkaç kez vuran adam ''Eyvallah yeğenim,'' deyip çalışanlarına doğru döndü.
Ne zamandır bana baktığını bilmediğim yer fıstığı ''Bende verseydim,'' dedi. Hafifçe kaşım seğirdi. Bakışlarımdan gerekli cevabı almış olacak ki ''Tamam o zaman bende çay ısmarlarım,'' deyip cüzdanını çantasının içine tıktı.
''Gerek yok,'' derken Cankut'un tuvaletten çıktığını gördüm. ''Yürü hadi, seni evine bırakalım.'' Gerisin geri döndüm. Kapıya doğru yürürken Cankut'a başımla 'Gidiyoruz' işareti yaptım. Koşar adım arkamdan geldiğini duyduğum Ayşin ''Bu konuda anlaşmamış mıydık?'' diye sordu. Ses tonu bozulduğunu fazlasıyla belli ediyordu.
''Yemek yedik, anlaşma bitti. Doğru evine.''
Durma gereği bile hissetmeden dışarı çıktım. Montumun önünü çekerken kolumda bir el hissettim. ''Seninle kalmak istiyorum.'' Başımı önce kolumdaki ele daha sonra beni tutan yer fıstığına çevirdim. Neden bu kadar ısrarcıydı ki? Vicdan azabından mı? Ya da kendini borçlu hissettiği falan için mi? Sessizliğim yüzünden kırgın gözlerine eklenen ümit, beni yolumdan döndürecek güçte olunca gözlerimi kaçırdım. Kolumu Ayşin'in elinden kurtardım.
''İşim var yer fıstığı.''
Arabaya doğru birkaç adım atmıştım ki, Ayşin önüme geçip yolumu kesti. Çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Bu kız ameliyattan sonra fazla mı tutarsız olmuştu? Neye kızmıştı şimdi?
''Dövüşe mi gidiyorsun yoksa?'' Dövüş mü? O nereden çıkmıştı? Sorgulayan bir ifadeyle kaşlarım çatılınca ''O yüzden mi beni sürekli eve bırakmaya çalışıyorsun?'' diye devam etti. Bir anda aydınlanma yaşamış gibi hissettim. Mantıklı bir bahane olabilirdi. Orada yaşadıkları aklına gelince eminim ki benimle gelmek istemeyecekti ya da benim gitmemi istemeyecekti. Yine de attığı pası gole çevirme ihtimalim, boşa atmamdan daha yüksekti. O zaman...
''Artık dövüş yok.''
Saniyelikte olsa nefesimi tuttum. Ardımdan gelen sesin sahibi, plan kurmama bile izin vermemişti. Allahın boş boğazı! ''Kendine yeni bir iş bakıyor,'' diyen Sarı yanımızda durdu. Hali hazırda yatışmamış sinir hücrelerim emrimi beklercesine hazır oldaydı. Gözlerimi dikip çenesini tutmayı bir türlü beceremeyen arkadaşıma baktım. Başını 'Ne var?' gibi salladıktan sonra bana doğru eğildi. ''Söylemeyecek miydin?''
''Ciddi misin?''
Al işte! Fısıltısı bile dağları delen boş boğaz! Birde Ayşin'e neden söylemeyecek olduğumu açıkla dur şimdi. Allah'ın cezası! Ne var çeneni azıcık tutsan!
Sıkıntılı bir nefes verirken yer fıstığına baktım. Yüzünde güller açıyordu. Kuşkucu bir ifadeyle kaşlarım çatıldı. Şu anda esip gürlemesi gerekmez miydi? Ne kaçırmıştım?
''Çok sevindim Uraz.'' Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken ne diyeceğimi bilemiyordum. Gerçekten sevinmiş duruyordu ama neden? ''O pislikten kurtulduğun için o kadar mutlu oldum ki. En doğru kararı vermişsin.'' Pislik mi? Zamanında ekmeğini yediğim, onun sayesinde ayakta kaldığım yere pislik mi demişti o? Ne hakla?
Bir anda yüzündeki ifade kuşkucu bir hal aldı. Bu kızın duygu geçişlerine yetişmek bu kadar zor muydu? ''Ama bir dakika...'' deyip gözlerini kısarak bana doğru birkaç adım attı. ''Sen bu işe tapıyordun. Dövüş hani senin için bir yaşam biçimiydi? Ne oldu da bir anda o hayattan uzaklaşmaya karar verdin?'' Aldık mı başımıza belayı. Meraklı gazeteci yer fıstığı iş başında! Sarı'ya doğru 'Hadi, buna da bir şey söyle Allah'ın gevezesi' dercesine baktım. Ona attığım öldürücü darbeleri hayal ederek sakinleşmeye çalıştım. Çenesini kırdığım, dilini kopardığım, bir daha konuşmaması için yaptığım her şeyi hayal ederek...
''Öyle olması gerekti.''
Gözlerini neredeyse ince bir çizgi haline sokan yer fıstığı ''Öyle olması gerekti ha?'' dedi. Başını belli bir ritimle yukarı aşağı sallıyordu. ''Bu cümlenden hoşlanmıyorum biliyor musun? Merakımı gıdıklıyor.'' Hah... Birde bunun altında bir şeyler arasında, işin içinden hiç çıkamayalım. Çalıştır saksıyı Uraz, bir şey bul ve bu konudan uzaklaştır. Düşün, düşün, düşün!
''Ee...Patron'la atıştık. Bende işi bıra-''
''Babanla mı?''
Cümlem yarıda kalırken sorgulayıcı ifadesi bana geçti. Doğru mu duymuştum? Baban mı demişti o? Ne alaka?
Ayşin'in saniyeler içinde gözleri fal taşı gibi açıldı. Pot kırmış bir ifadesi vardı. ''Ee peki ne iş yapmayı planlıyorsun?'' diye sordu. Konuyu değiştirmeye mi çalışmıştı o? Birkaç saniye sessizce yer fıstığının ne karıştırdığını düşündüm. Patron'un babam olduğunu düşündürecek ne yaşamış olduğunu...
''Arabaya binsek mi artık?''
Cankut ellerini ovuşturarak ısınmak için hohlamaya başladı. Bir yandan da imalı bir şekilde arabayı işaret ediyordu. Ayşin'in dediğini duymuş muydu? Yoksa onunda bu konuyla ilgili bir bilgisi mi vardı?
''Siz üşümüyor musunuz ya?''
Üşüdüğünü abartılı bir şekilde vurgulamaya çalışan Cankut olduğu yerde zıplamaya başladı. Başıma tüm bunları o açmıştı. İbreti âlem için onu dışarıda tutmak vardı ya... Neyse.
''Kapıları aç, ben arabada bekleyeyim bari.''
''Yemin ederim Ayşin senden daha erkek. Geç.'' Arabanın kapılarını açtım. Cankut koşar adım ilerledi. Daha yavaş adımlarla yürürken yer fıstığı yanıma geldi.
''Mutlaka kafanda bir şeyler planlamışsındır. Ne iş yapmayı düşünüyorsun?''
Kafamda bir şey planlamış olsaydım bile şu an düşünecek halim yoktu. Babam ve Patron arasındaki bağlantı neydi? Bir an aklıma gelen düşünceyle duraksadım. Ayşin, Müdür'ün kızıydı ve Patron beni okula oğlu olarak kayıt ettirmişti. Tabi ya... Babasıyla mutlaka bu konuda bir konuşmaları geçmiş olmalıydı. O da haliyle...
''Ne oldu?''
Tedirgin bakışlarla bana bakıyordu. Bense kafamdaki soru işaretlerinin noktaya dönüşmesinden dolayı rahattım. Beklentili hali yüzünden en son ne sorduğunu hatırlamaya çalıştım. Hah!
''Planlamadım.'' Kestirip attığım konudan sonra yürümeye devam ettim. ''Harika! O zaman birlikte düşünürüz,'' demesiyle tekrar duraksadım. Allah kahretsin ya. Yağmurdan kaçarken resmen doluyla haşır neşir oluyordum. Şimdi işin yoksa, Ayşin'in öneriler silsilesini dinliyormuş gibi yap.
''Ne yapmaktan zevk alırsın?'' Heyecanı sesine yansımış kız neredeyse hoplayıp zıplayarak yürüyecek gibi duruyordu. ''Hım... Spor! Spor hocası olabilir- Olamazsın. Ameliyatlısın çünkü. Dövüş hocalığı falan da yalan oluyor tabi. Seni yormayacak bir iş bulmamız lazım. Ama ne?''
Kendi çalıp kendi oynuyordu resmen. Arabaya binene kadar susmayan yer fıstığı, arabada da susacak gibi durmuyordu. ''Garsonluk desem, sen yapamazsın,'' dediğinde arabayı çalıştırmayı bırakıp omzumun üzerinden arkama baktım. Oradan bakılınca beceriksiz gibi mi duruyordum?
''Nedenmiş o?''
Kemerini takan yer fıstığı, benim kemerimi işaret ederek ''Emir almaktan hoşlanmıyorsun,'' dedi. Doğru tespitti. ''Öte yandan en ufak bir terslikte müşteriyi dövme potansiyeline sahipsin. Senin gibi kolay sinirlenen biri için uygun bir iş değil.''
Mantıklı bir açıklamaydı. Çeşit çeşit insan vardı. Benim şansıma mutlaka kıl birileri gelirdi. Sonra al başına belayı. Katil mi olursun, kovulur musun, kovulduğun için katil mi olursun bilinmez.
''Aslında iyi araba kullanıyorsun. Özel şoförlük yapabilirsin.''
Arabayı çalıştırırken ''Kimsenin şoförlüğünü yapmam ben,'' dedim ve yola koyuldum. ''O zaman vale falan ol.'' Şaka mı yapıyordu? Elalemin piçlerinin cebine sıkıştırdığı üç beş kuruş yüzünden kulu köpeği olacak bir tip mi vardı bende?
''İstersen değnekçi olayım Ayşin. Ne dersin?''
Sarı kahkahalarının arasından ''Fena fikir değil,'' dedi. ''Düşünsenize Uraz'ı. Gel baba, gel, gel bana doğru, gelsene lan! Şimdi kır sağa, sağa kır sağa, sağa kır lan, sağa kır dedim yoksa ben seni kıracağım. Çarpacaksın hayvan!'' dedi sesini değnekçi ağabeylerimiz gibi yaparak. Gülümsememe engel olamazken başımı hafifçe olmaz anlamında salladım.
''Düşündüm de fena fikirmiş. Geçelim bunu.''
''Koruma ol diyeceğim ama seni o pis hayattan kurtarırken başka bir pisliğin içine itemem.'' Cankut'la aynı anda birbirimize baktık. Gözleri parlıyordu. Benimle aynı şeyi düşündüğü belliydi. Koruma fikri fena değildi. Bir kulübün ya da barın önünde dikilecek, sinirimi stresimi kaynak yapmaya çalışan damsızlardan çıkaracaktım. Hiç fena fikir değil. Aferin sana yer fıstığı!
''Unut onu Uraz!''
Yolu kontrol edip dikiz aynasından Ayşin'e baktım. Tehditkar bir şekilde kıstığı gözlerini bana dikerken ''Koruma falan olmayacaksın,'' dedi. ''İzin vermiyorum.''
''Senden izin istediğimi hatırlamıyorum.''
Gözlerini daha çok kısan yer fıstığı ''Böbreğinin bana verdiği yetkiye dayanarak koruma olmana izin vermiyorum,'' dedi. Bunu o kadar ciddi söylemişti ki, cümlenin saçmalığına kahkaha atmak için birkaç saniye beklemek zorunda kaldım.
''Böbreğimin sana verdiği yetkiye dayanarak mı?''
Hava kaçırır gibi ses çıkaran Sarı'nın kahkaha atmasıyla dayanamayıp gülmeye başladım. ''Gülmeyin!'' Ciddi olmaya çalışan yer fıstığı bile bıyık altından gülüyorken, biz nasıl gülmeyecektik?
''Gözümden yaş geldi yemin ederim.''
''Gülmeyin ya!''
''İlahi Ayşin.''
Sarı resmen tepiniyordu. Benimse kahkaha attığım nadir anlardandı. Derin nefesler alarak sakinlemeye çalıştım. Cankut'a katılıyordum. Resmen gözümden yaş gelmişti. Elimin tersiyle gözlerimi silerken gülmemi bastırmaya çalışıyordum.
''Neyse!'' Konuyu kapatmaya çalışan kız ''Korumalığı unutuyoruz. Başka bir iş bulacağız,'' dedi. Ön yargılı olduğum için kendime kızabilirdim. Ayşin'in fikirleriyle bu iş bulma hadisesi ızdırap yerine eğlenceli geçiyordu. Fazlasıyla...
Neşeli anların ardından bir süre arabanın içinde sessizlik oldu. Cankut camdan dışarısını izlerken hala ara ara gülümsüyordu. Yüzüme yapışan çarpık tebessümün nedeni belki de buydu. Yer fıstığı hala benim yapabileceğim bir iş düşünüyordu.
''Sanayiye verelim seni?''
''Neden? Notlarım çok mu düşük? Anne.''
Cankut yine hava kaçıran balon gibi sesler çıkarmaya başladı. Ayşin'se sıkıldığını belli edercesine nefesini dışarı üfledi. ''Ne halin varsa gör ya. Sana yardım etmeye çalışanda kabahat.'' Kollarını göğsünün üzerinde bağlayan yer fıstığı başını cama doğru çevirdi. Sinirli hatlarının altında bozulduğu ayan beyan ortadaydı. Haklıydı. O bana yardım etmeye çalışıyordu. Bense sanki işe ihtiyacım yokmuş gibi O'nu tiye alıyordum. Sanırım ciddileşmenin vakti gelmişti. Belki beyin fırtınasıyla ne yapacağımı bulmak için daha fazla vakit kaybetmezdim.
''Tamam tamam,'' diyerek park için uygun bir yer bulup durdum. Cankut etrafına nerede olduğumuzu anlamaya çalışır gibi baktı. ''Haklısın. Hadi birlikte düşünelim.'' Sarı aniden bana doğru döndü. Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Elimin tersiyle koluna vurup arkaya döndüm.
''Kendimi yormayacağım, sinirlenmeyeceğim, zevk alacağım ve bol parası olan bir işe ihtiyacım var.''
Ayşin göz ucuyla bana bakıp dışarısını izlemeye devam etti. Hadi ama yalvarmamı mı istiyordu? ''Ayşin.'' Başını dikleştirdi. ''Yer fıstığı.'' Ses tonum şansını zorlama der gibiydi. Kaçamak bir bakış atan kız yine dalga geçme ihtimalimden dolayı şüpheyle yaklaşıyordu. ''Evreka!''
Cankut çok önemli bir icat bulmuş gibi heyecanlıydı. İkimizi de göreceği gibi döndü. Yüzündeki piçvari gülüş pek hayra alamet durmuyordu.
''Tam tarifine uygun bir iş buldum. Hem de yata yata para kazanacağın.'' Burnuma gelen kokular iyi değildi. Tek kaşımı kaldırarak ikisi arasında gözlerimi gezdirdim. ''Gerçek anlamda yata yata para kazanacağın,'' deyip kahkaha attı. O ses sanki kafama dank etti. Piç kurusuna bak! Bana neyi yakıştırmıştı.
En sertinden bir şaplağı kafasına geçirdim. Kahkahası acıyla inlemeye dönüştü. Vurduğum yeri ovalarken ters bir bakış attı. Hem suçlu hem güçlü.
''Ağzını topla. Yoksa bel fıtığı diye yazılan numara seninki olur.''
Kıkırdayan Ayşin'i gülmemesi için uyardım. Dudaklarını birbirine bastırsa da titreyen omuzları gülüşünü gizleyemiyordu. ''Yer fıstığı!''
''Gülmüyorum,'' derkenki ses tonu bile O'nu ele veriyordu. ''Ama kabul et, tam tarifine göre bir iş bulmuş.'' Bir anda ufak bir kahkaha atan kız elleriyle ağzını kapattı. Özür dileyen bakışlarına ters düşen gülümsemesi iyice sinirimi bozmaya başladı.
''Gül-me Ay-şin Gül-me!''
Başını tamam anlamında salladıktan sonra derin nefesler aldı. ''Oy...'' diyerek karnını tuttu. Gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. ''Bence kriterlerinin arasından birkaç tanesini eleyelim,'' deyip derin bir nefes aldı. ''Mesela yorulmayacağın ve sinirlenmeyeceğin bir iş olsun. Çok para kazanmasan da olur ilk etapta.'' Fark etmez der gibi omuz silktim. Kısa bir an düşündü. ''Yabancı dilin var mı?'' Benim yabancı dillik ne işim olacaktı da dil öğrenecektim.
''Yok.''
Düşünme efektiyle işaret parmağını dudaklarına vuran Ayşin'in ''Yok,'' dedi. Sanki ben aksini söyledim. Bir anda mavilikleri parıl parıl oldu. ''Tamam buldum!'' diyerek ellerini birbirine çarpan yer fıstığı bir hayli heyecanlı duruyordu. ''Tur rehberi olacağız.''
''Ha?!'' gibi bir ses dudaklarımın arasından kaçtı. Sarı yer fıstığının fikrini düşünmeye başlamış gibiydi. Ben ne anlardım turist gezdirmekten.
''Yabancı dilim yok dedim Ayşi-''
''Ama benim var.'' Bilmiş bir ifadeyle arkasına yaslandı. ''Senin yol bilgin ve benim dil yeteneğimle bence çok iyi ortak oluruz.'' Ciddi miydi? Bir grup insanı gezdirip, sağı solu mu tanıtmak istiyordu? Gerçekten mi? ''Birçok yere otobüsle gideceğimiz için yorulmayacaksın. Dil bilmediğin için adamlara sinirlenemeyeceksin. İstanbul'u seviyorsan zevk bile alırsın bu işten. Parasının da fena olmadığını duydum. Ne dersin?''
Ne mi derdim? Allah aşkına böyle bir işe ne dememi bekliyordu ki? Yaşasın! Hep hayal ettiğim işti falan mı?
''Aslında fena fikir değil. Denenebilir,'' derken ''Sen karışma Sarı,'' diyerek lafını bıçak gibi kestim ve Ayşin'e döndüm. ''Böyle bir şey yapmaya mecbur değilsin.'' Bildiğim bir şeyi ona söylemişim gibi başını evet anlamında salladı. ''Değilim ama istiyorum.'' Kuşku dolu bir bakışı yer fıstığına gönderdim.
''Neden?''
''Neden mi?'' diye sorduğunda bir kez başımı evet anlamında salladım. ''Hadi benim paraya ihtiyacım var ama senin böyle bir zorunluluğun yok. Neden benimle beraber yorulasın?''
''Yorulacak bir şey yok ki.''
''Tüm gün gezeceksin, dolaşacaksın, konuşacaksın ve yorulmayacaksın öyle mi?''
''Her zaman yaptığım şey,'' diyerek gülümsedi. Sevimli olmaya çalışıyordu ama yemezler yer fıstığı. ''Dilinin altındaki baklayı çıkar Ayşin,'' dediğimde yüzündeki gülümsemeyi sabit tutmakta zorlandı. ''Sakladığım bir şey yok Uraz. Bu işi neden bu kadar büyüttün?''
''Kendini borçlu falan hissediyorsun bence. Eğer öyle bir düşüncen varsa, borç morç yok.'' Küfür etmişim gibi bana baktı. ''Ne alakası var. Bunu nereden çıkardın ya? Sadece yardım etmeye çalışıyorum,'' derken bir şey hatırlamış gibi ''Ah sahi...'' dedi. Yüzündeki gülümseme gıcık olmuş bir ifadeye büründü.
''Beraber vakit geçirmek istemeyen sensin Uraz. Ben senin yanında olmaktan gayet mutluyum. Altında bir şey aramana gerek yok yani.''
Laf mı sokmuştu o bana? Baya baya giydirmiştir lafları...
''Ayrıca benimde paraya ihtiyacım var.''
''Harçlıkların yetmiyor mu?'' diye sorduğumda gözlerini ince bir çizgi haline getirdi. Birkaç saniye Ayşin'in gözlerinin içine baktım. Söylediklerine inanmak istiyordum ama nedense içimden bir ses başka bir şey var diyordu. Kendini borçlu hissetmiyorsa bile acıyor olabilirdi.
Yer fıstığı göz temasını kesti. Kollarını göğsünün üzerinde bağlarken başını dışarıya doğru çevirdi. İzlendiğimi hissedince Sarı'ya baktım. Dudaklarını kıpırdatarak amacımın ne olduğunu sordu. Bir amacım yoktu. Sadece gerçeği bilmek istiyordum.
''Bir taşla iki kuşu yakala yoksa taşı kafana atacağım Kurt.''
Kelimeleri ağzında dolandırması yetmiyormuş gibi eliyle de ağzını kapatıyor, işleri daha da zorlaştırıyordu. Cımbızla çektiğim birkaç kelimeyle tekrar yer fıstığına baktım. Hem para kazanacak, hem de Ayşin'i gözümün önünden ayırmayacaktım. Böylece çalışırken 'Acaba iyi mi?' diye düşünmeme gerek kalmayacaktı. Bu iş, benim için bulunmaz kaftandı. O zaman neden diretiyordum ki...
Yine!
De ja vu!
''Nereye başvuracağız bunun için?''
Gururlu ifadesinden ödün vermeyen Ayşin bana doğru bakmadan konuştu ama ben doğrudan ona baktığım için gülümsemesini bastırmaya çalıştığını görebiliyordum.
''Ben bir yer biliyorum.''

* * *

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin