Şah - 23. Bölüm

312 23 0
                                    


URAZ

Hastane koridorlarına sığamayınca kendimi dışarı attım. Gecenin karanlığı üzerimdeki baskıyı arttırsa da içeride olmak istemiyordum; duvarların üzerime gelip beni sıkıştırmasına daha fazla katlanamayacaktım. Polislerin bakışları eşliğinde bahçedeki banklara doğru yürüdüm. Hâlâ yer fıstığının eşyalarını sıkı sıkı tutuyordum, sanki onun benden gitmesini bu şekilde engelleyebilecekmişim gibi.
Derin bir nefes alarak banka oturdum. Cebimden sigara paketini çıkarttım. İçinden bir dal almak için açarken ellerimin titrediğini fark edince kaşlarımı çattım. Yumruk yapıp var gücümle sıktım ve titremenin geçmiş olmasını dileyerek ellerimi açtım. Hâlâ titremesi sinirimi bozarken alaycı bir kahkaha attım. Hayatımın hiçbir anında ellerim titremezken şu anda titremesini engelleyemiyordum. Patron'un söylediği 'Sevginin değdiği kalp gücünü yitirir' sözünü şimdi anlıyordum.
Güçsüzdüm, korkaktım, çaresizdim.
Sigarayı dudaklarımın arasına koydum. Çakmağımı ararken kucağımda bir şeyin titrediğini hissettim. Ne olduğunu anlamak için Ayşin'in montunu üzerimden çektiğimde titremenin çantasından geldiğini anladım. Telefonu çalıyordu. Çantasını açıp, kimin aradığına bakmak için cep telefonunu elime aldım. Gördüğüm isimle birkaç saniye duraksadım, sigara ağzımdan düşüyordu ki, son anda yakaladım. Sanki yıllardır yer fıstığını görmüyormuşum gibi, telefon titrerken yanıp sönen ışıkta görünen fotoğraftan gözlerimi ayıramadım. Işıl ışıl parlayan mavilikleriyle babasına sarılırken ki mutluluğu git gide bulanıklaştı. Aramanın durmasıyla derin bir nefes alırken gözlerimi sımsıkı kapattım, gözyaşlarıma kirpiklerimle engel koymak istercesine. Zar zor yutkunurken telefon tekrar çalmaya başladı. Daha fazla yüzleşmekten kaçamayacağımı anladım. Telefonu açıp kulağıma götürdüm.
"Hele şükür kızım, neden açmıyorsun telefonlarımı?"
"Alo?" dediğimde sesim boğuk çıkınca boğazımı temizledim. "Emirhan sen misin?" diye sorduğunda 'Emirhan nereden çıktı şimdi?' diye düşünürken "Ben Uraz." dedim. "Uraz?" diyerek bir süre susan adam birden "Ha, Uraz." dedi. Belli ki jetonu biraz köşeliydi.
"Sende mi onlarla maça gittin?"
Birden kaşlarım çatıldı. Babasına attığı yalanı bile kıskanacak kadar ne zaman sevmiştim bu kızı. "Evet." dediğimde "Ayşin nerede?" diye sordu. Ne diyecektim şimdi?
"Ambulans sesi mi o?" dediğinde acil kısmına girmeye çalışan aracı yeni fark ederken "Uraz ne oluyor?" diyen adama "Öncelikle sakin olun." Dedim; sanki ben sakin olmayı başarabiliyormuşum gibi. Konuya asıl gireceğimi düşünürken "Ayşin'e bir şey mi oldu?" diye sordu. Her şeyi benim için kolaylaştırıyordu ama kelimelerim söz dinlemez olmuştu. Cevap vermek için dudaklarımı araladım. Söyleyeceklerim dilimin ucundaydı ama konuşamadım.
"Uraz!" diye bağırmasıyla derin bir nefes alırken "Hastanedeyiz." dedim. "Maçta bir kaza olmuş-"
"Hangi hastane?" diyerek sözümü kesti. Adresi söylemeye çalışırken "Neden onun doktoruna gitmediniz?" diye sitem edince aklıma Özcan Bey geldi. Ona haber vermeyi nasıl unutmuştum?! Telefonun diğer ucunda koşan adım seslerini duyarken "Özcan Bey'i aradınız mı?" diye sordu. Nefes nefeseydi. O ufacık kız herkesin nefesini kesmeyi başarmıştı.
"Hayır, efendim biz-" derken "Ben ararım." diye sözümü kesip telefonu yüzüme kapattı. İlk kez birinin bu hareketine kızamıyordum. Ah be yer fıstığı, beni ne hallere soktun...
Aniden içim ürperdi. Ensemdeki tüyler dikildi.
Yer fıstığının telefonunu çantasına koymuştum ki, beni yiyip bitiren bir duyguyla dona kaldım. Tüm bedenim gerildi, kulaklarım dikildi. Yakınlarda biri vardı. Yavaş yavaş başımı çevirdim ve gözlerimi dört açıp etrafımdaki karanlığı inceledim. Hem bakıyor hem dinliyordum ama hiçbir şey göremedim.
Karanlıktan başka hiçbir şey yoktu.
Ama aptal değildim. Karanlık beni kandıramazdı. Sırf görmüyor olmam orada olmadıkları anlamına gelmezdi. Hissediyordum; tenimde dolanan gözleri hissedebiliyordum.
Biri beni gözetliyordu. Ne polisler ne de hasta yakınları, başka biri, dışarıdan biri...
Ayağa kalktım. Bir şey olmasını, karanlıktan birinin çıkmasını bekleyerek etrafa tekrar göz attım. Biri bana dokunduğunda irkildim ve bakışlarım hızla kolumdaki ele çevrildi. Daha sonra Cankut'un yüzüne; bakışlarında tuhaf bir ifadeyle gözlerini bana dikmiş olduğunu gördüm.
"Bir sorun mu var, Uraz?"
Bir kez daha arkamı dönüp karanlığı inceledim. Bu hisse neden olan kişiyi tahmin ediyordum. Ne yaptığımı görmek için hâlâ peşimdeki adamlarını çekmemişti.
"Bir şey yok."
Beni deli eden izleniyor olma hissini bastırmaya çalışarak banka oturdum. Cankut'ta yanıma otururken hâlâ gözlerimi etrafta dolaştırıyordum. "Uraz." dediğinde Sarı'ya dönerken "Ayşin'e ne oldu?" diye sordu. Kısa bir an yer fıstığının aklımdan çıktığını fark ettim. Gardım tekrar düşerken konuşamayacağımı anlayıp başımı iki yana salladım.
"Maçta ne oldu?" diye sorduğunda az önce içemediğim sigaramı dudaklarımın arasına sıkıştırdım. Ellerimin titremesi hâlâ geçmemişti. Çakmağı birkaç sefer çaktım. Yanmadı. Cankut'un beni izlediğini hissediyordum. "Hay seni çakmak yapanın!" diye bağırarak son kez çaktım. Birden parlayan ateşle rahatlarken sigaramı yaktım ve ardı ardına birkaç nefes aldım. Sanki anlatacaklarım için sigaradan destek almaya çalışıyordum. Dumanı içime çekip gözlerimi kapattım.
Gözümde beliren anılarla en baştan beri olan her şeyi anlattım.
Dehşetle beni dinleyen Sarı "Şimdi ne olacak?" diye sordu. Bilmiyorum der gibi başımı iki yana sallarken soluk soluğa hastaneye giren Emirhan'ı fark ettim. Kaşlarım çatılırken "Emirhan'a haber mi verdin?" diye sordum. Cankut baktığım yere dönerken "Yoo." diye cevap verdi.
"Belki Ayşin'in babası söylemiştir."
Başımı hayır anlamında sallarken "Emirhan'ın yanımızda olduğunu sanıyor." dedim. Bana baktığını hissettiğim Sarı'ya dönerken kaşlarım çatıldı. Tıpkı onun gibi. Burada olduğumuzdan başka kimsenin haberi yoktu. Bir tek Patron'un. Bir dakika, yoksa...
"Sende benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?" diye sorduğunda başımı yavaşça evet anlamında salladım. Maddi durumu yüzünden okuldan ayrılan Emirhan, Cankut'un söylediğine göre bir sene dolmadan geri gelmişti. Hem de Patron'un yer fıstığı yüzünden beni uyarmasından sonra. Bu bir rastlantı mıydı? Ailesi bu kadar kısa zamanda işlerini düzeltmiş olabilir miydi?
"Köstebek Emirhan olabilir mi?" diye sorduğunda Cankut'a baktım. Patron'un okul içindeki olaylardan anında haberi olmasını bir köstebeğe bağlamıştık. Emirhan'ın son zamanlardaki bana yakınlığı ve Ayşin'le ilgili sorduğu sorular aklıma geldiğinde bankta ritim tutmaya başladım. Bu biletleri de yer fıstığına o vermişti. Onunla gitmemişti, ondan başka kimseyle gidemeyeceğini biliyordu. Acaba benimle gitmesini söylemiş miydi? Beraber görünmemiştik ama Patron'un adamı bizi bulmuştu. Koltuk numarasını bir tek Emirhan biliyordu. Belki de bileti bile Patron alıp Emirhan'a vermişti.
Tuzak.
Tuzağa düşürülmüştük.
Aniden ayağa kalktım. "Uraz nereye?" Cankut'un arkamdan ayaklandığını hissederken koşar adım hastaneye girdim. Polislerin dikkatini çekmiştim. Etrafa bakınırken bana doğru geldiklerini gördüm. Umurumda değildi. Bu piç, bu yaptığına pişman olacaktı. Nerede olduğunu bulmaya çalışırken Ayşin'in odasının önünde doktoruyla konuştuğunu gördüm. İçim öfkeden bir kabukla kaplandı.
"Uraz dursana!"
Koşarak yanlarına gidince doktorla beraber bana doğru döndü. Açıklama yapmasını dinleyecek sabrım yoktu. Hızla yumruğumu Emirhan'ın suratına geçirdim. Yere düşen çocuk kendini toparlayamadan üzerine eğilirken ardı ardına yumruklarımı geçirmeye devam ettim.
"Ne vaat etti lan sana!"
Beni engellemeye çalıştı ama ondan daha hızlıydım. Her darbem onu biraz daha güçsüzleştirdi. Acıyla inlerken elimin altında çatırdayan kemiklerini hissediyordum. Yüzü kanlar içinde kalırken kollarımdan geriye çekildiğimi hissettim. "Bırakın beni!" diye bağırarak ellerden kurtuldum ve tekrar çocuğun üzerine karabasan gibi çöktüm. Yakasından tutarak başını havaya kaldırdım.
"Kaç paraya sattın lan Ayşin'i"
Tam yumruğumu havaya kaldırmıştım ki, "Uraz!" diyerek tekrar geriye çekildiğimi hissettim. Debelenirken gözlerimi Emirhan'dan çekmeden "Senin yüzünden içeride yaşam savaşı veriyor lan o kız. Mutlu musun?" diye bağırdım. Sesim koridorlarda acıyla inleyen çocuğun sesiyle karışarak yankılandı. "Çekin lan ellerinizi üzerimden!" diye kükresem de kimsenin umurunda olmadım ve Emirhan'dan tamamen uzaklaştırıldım. Yanına giden birkaç kişi piçi yerden kaldırırken inlemelerin dozu biraz daha artmıştı. Her yer kan içindeydi. Özellikle de çocuğun suratı. Elini burnuna bastırmasıyla burnunu kırdığını anladım.
"Senin yüzünden olmasın."
Acı çığlıklarının arasında söylediği cümle, yanardağa benzeyen öfkemi patlatmıştı. Lavlar ışık hızıyla tüm bedenime yayılırken beni tutan iki adamı üzerimden silktim. Öne doğru atılıp Emirhan'ın üzerine yürürken piç geriye kaçtı. Kollarımdaki ellerle olduğum yere sabitlenirken titrediğimi hissediyordum.
"Delikanlı sakin ol."
"Seninle işim bittiğinde cesedini anan bile tanıyamayacak lan."
"Uraz bir dur lan, deli fişek!"
"Dua et o kıza bir şey olmasın, yoksa son duanı cemaatin bile okuyamayacağı hale sokarım seni!"
Emirhan tıslar gibi güldükten sonra acıyla inledi ve yanındakilerin yardımıyla yürümeye başladı. Öfke nöbeti geçirdiğimi hissediyordum. Sakinleşmek için acıya ihtiyacım vardı ama zaten acının en büyüğü yüreğimdeydi. Ona odaklanmaya çalıştım; Ayşin'i gözümün önüne getirdim.
Piç kurusu gözden kaybolsa da kollarımdaki eller hâlâ sıkı bir vaziyetteydi. Belli ki peşinden gideceğimi sanıyorlardı; oysaki o çocuk bu hastanede olduğu sürece yer fıstığının kapısının önünden ayrılmaya niyetim yoktu.
"Cankut, hemen ellerinizi üzerimizden çekmezseniz, sizi başka bir şey tutamayacak hale getiririm."
Kollarımdaki bir elin gevşemesiyle arkamı dönerken beni tutan diğer adamın polis olduğunu gördüm. Burnumdan soluyarak "Bana birini sormuştunuz ya." dedim. Adamın kaşı hafifçe seğirirken "Asıl bu soruyu, az önce ağzını burnunu dağıttığım çocuğa sorun. Her şeye neden olan it o!" deyip boştaki elimle gittiği yönü işaret ettim. Polis bir an tereddüt etse de ellerini üzerimden çekti ve arkadaşına benimle kalmasını söyleyerek yürümeye başladı. Ne yaptığımı çok iyi biliyordum. Eğer adamsa, Patron'u satmayacaktı. Bu sefer tüm suç onun üzerine kalacaktı. Bu da bir süre buradan uzak kalmasına neden olurdu. Eğer adam değilse, sattığı Azrail onun canını alırdı, böylece sonsuza dek ondan kurtulurduk.
Üzerimi düzelttim. Cankut'un elindeki yer fıstığının eşyalarını aldım. O sırada hastaneye giren kişileri fark ettim ve koşar adım onlara doğru yürüdüm. Müdür, danışmadaki kızla konuşurken Özcan Bey'le göz göze geldik. Müdür'ün omzuna elini koyup "Oradalar." dediğinde perişan halde olan adam bana doğru koşmaya başladı. "Ayşin nerede?" diye sorduğunda duraksayıp arkamdaki odayı gösterdim.
Yanımdan geçip gittiler, arkalarından koştum. İkisi içeri girerken Özcan Bey bana dışarıda kalmamı söyledi. Kapı kapanana kadar kısa bir an bile olsa yer fıstığını gördüm. Birkaç saat içinde zayıflaması mümkün olabilir miydi?
Kapı yüzüme kapandı, sesi gök gürültüsünü andırdı. Ruhum felç olmuştu sanki ve bedenimin hareket etmesini engelliyordu. Bir süre kıpırdamadan kapıya doğru baktım. Gözlerimin sulanmaya başladığını hissettiğimde gözlerimi kapattım. Bu kadar kişinin karşısında ağlayamazdım. Beklemediğim bir anda biri omzumdan tutup beni kendine doğru çevirdi. Ağır ve tanıdık parfüm kokusundan, bu kişinin Cankut olduğunu anladım. Kollarını bana dolamasıyla tutmaya çalıştığım birkaç damla yaş gözümden döküldü. Titrek nefeslerimi durdurmak ister gibi kollarını daha da sıktı.
"Cankut"
Yardım çağrısı gibi çıkan sesimle "Kendini suçlama." diye fısıldadı. Ne hissettiğimi anlayabiliyordu. "Karşısına çıkmasaydım-" derken kelimeler boğazıma dizildi. Sesim zar zor çıkıyordu.
"Bir kalbinin olduğunu fark etmeyecektik." demesiyle kollarımı Cankut'a doladım. Omzuna hıçkırıklarımı susturmak istercesine dudaklarımı bastırdım ve ağlamaya başladım. Hiçbir şey söylemedi. Sadece gözyaşlarımı paylaşırcasına beni sıkıca tuttu. Hayatımda kendimi hiç bu kadar savunmasız hissetmemiştim. Her şey pusluydu. Sanki göğsüm parçalanacakmış gibi hissediyordum. Böyle giderse gerçek manada kalbim durabilirdi.
Eğer Ayşin'e can verebilecekse, dursundu da zaten. Çünkü içinde onun olmadığı bir dünya artık yaşamaya değer değildi benim için...



Uzun bir bekleyişten sonra, önce Müdür, daha sonra Özcan Bey yer fıstığının yanından çıktı. Panikle onlara doğru yürüdüm. Sanki Müdür, bu süre zarfında on yıl yaşlanmıştı. Metin durmaya çalışsa da omuzları düşüktü. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Ne hissettiğini çok iyi biliyordum.
"O iyi mi?"
İkisinin de bakışları bana döndü. Müdür sanki orada olduğumu yeni fark etmiş gibi bakarken "Orada ne oldu?" diye sordu. "Ona bunu kim yaptı?"
Verecek cevabım çoktu ama söyleyecek gücüm yoktu. Hele de arkamda ağzımdan çıkacak kelimeleri bekleyen polisler varken. Müdür üzerime doğru yürüyüp formamı kavradı. Tepki vermemek için olabildiğince hareketsiz kaldım. Ne derse, ne yaparsa sonuna kadar haklıydı. Beni sarsarken "Kim kızımın canına kıymak istedi?" diye bağırdı. Yavaşça yutkundum.
"Benim kızım sigarayı ağzına sürmemişken, alkolün yanından geçmemişken, uyuşturucu kullandığını kimse bana inandıramaz."
İlk kez birinin gözlerine bakamıyordum. Sesinin yankısını kalbimde hissediyordum. Çok şey söylemek istiyordum da hiç birini kelimelere dökemiyordum. "Evladım, o kadar zor zamanlarında bile canına kıymayı düşünmedi. Böbrek ağrısı çekti de bir kere gıkını çıkarmadı. Şimdi bana kimse, intihar etmek istercesine altın vuruş yaptığını söyleyemez!"
Bağırışının yankısı bile geçmeden beni sarsmayı bıraktı. Hâlâ formamı avucunun içinde tutuyordu ve daha ne olduğunu anlamadan başını göğsüme bastırdı. Yumruklarını sıktı, avucunun içindeki formam daha da toplandı ve sırtım gerildi. Ne yapacağımı bilmez halde adama bakarken omuzları titremeye başladı.
Ağlıyordu, kızının bu halde olmasına neden olan adamın göğsünde ağlıyordu.
"Koruyamadım, inci tanemi saklayamadım kötülüklerden."
Vicdanım ağzıma sıçarken gözlerimi kapattım. Dermanım kalmamıştı. Güçlü durmaya çalışmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Göğsüme hafif hafif yumruk atarken başımı yukarı kaldırdım. 'Allah'ım sabır ver' diye dua ederken birden benden ayrıldı.
Gözyaşlarını silerken yer fıstığının doktoruna döndü. "Ne gerekiyorsa yapılsın." dediğinde Özcan bey başını tamam anlamında sallarken "Uygun donör aranmaya çoktan başlamış." dedi.
Müdür "Benden alın." dediğinde "Efendim." diyen doktorun acılı sesi içimi titretti. "Böbreklerinizin uygun olmadığını biliyorsunuz. Eğer kızınıza yardım etmek istiyorsanız, gerekli olan parayı bir an önce bulsanız iyi olur."
Çaresizce ellerini yüzüne bastıran adam "Allah'ım yardım et. Bir çıkış yolu göster." diye fısıldadı. Ortamda gergin bir sessizlik oluştu. Özcan Bey "Ayşin'i bizim hastaneye nakil yaptırmak sadece ona zarar verir, o yüzden hastane yönetimiyle konuşup hastamla burada ilgileneceğimi bildirmem gerekiyor. İzninizle." diyerek bir yere doğru yürürken aklıma gelen deli fikirle peşinden koşup önünü kestim. İrkilen adam "Delikanlı?" diye sorgulayınca "Benden alın." dedim. Kaşlarını çatarken "Gerekli olan böbreği benden alın." diye devam ettim.
"Delikanlı bu çok ciddi bir karar. İleri de pişman olacağın bir hareket-"
"Eğer Ayşin ölürse, asıl o zaman pişman olacağım." diyerek söyleyeceklerini ağzına tıktım. Derin bir nefes alan Doktor "Emin misin?" diye sordu. Başımı evet anlamında sallarken "Hayatımda hiçbir şeyden bu kadar emin olmamıştım." dedim.
Bir süre yüzümü inceledi. Hâlâ beni sorguladığını hissediyordum. İnanmak istiyor ama inanamıyor gibiydi. "Önce gerekli tetkikleri yapalım. Eğer doku uyumunuz varsa tekrar konuşuruz. O sırada da para-"
"Parayı ben halledeceğim." diyerek sözünü kestiğimde kaşlarını çattı. "Yapabileceğin şeyi vaat et veya vaat ettiğin şeyi yap ya da hiçbir şey söyleme delikanlı. Bahsettiğimiz meblağ senin gibi birini aşar-" derken "Ne kadar gerekli?" diye sordum.
"En azından 50 bin TL'yi gözden çıkarmamız gerekiyor. Ayşin'in toparlanmasına göre bu fiyat artabilir ya da azalabilir."
"Tamam." Sorgulayıcı bir edayla bana bakan Özcan Bey'e "Bu parayı bulacağım." dedim. "Yeter ki siz elinizden geleni yapın ve Ayşin'i kurtarın."
Bir süre beni inceleyen doktor yavaşça başını tamam anlamında salladı. "Ve de sizden bir söz istiyorum." diye fısıldayarak etrafa bakarken Cankut'la göz göze geldik. Sanki kafamdan geçenleri biliyormuş gibi bana endişeyle bakıyordu. Derin bir nefes alıp tekrar Özcan Bey'e döndüm.
"Bu durumdan, yani böbreğimi verme ve para konusundan, şimdilik kimsenin haberi olmasın."

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin