Son Oyun - 11. Bölüm

160 7 0
                                    


'Güzel şeyler çabuk geçer. İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi...'
                                                                                         Cahit Zarifoğlu


AYŞİN

Kaçamak sayılacak kısalıktaki tatilimizin, bizi birbirimize daha çok yakınlaştırdığını düşünüyordum. Tamamen birbirimize ait olmamızın dışında, konuşmanın, gülmenin, tartışmanın, barışmanın, bazen sadece cana yakın bir sessizlikte sarılıp oturmanın bile iyileştirici bir etkisi vardı. Geçmişin yansımalarından uzak, şu anın tadını çıkaran adama tekrar aşık olmuştum. Gerçek Uraz'ı tanımaya başladığımı hissediyordum.
Ve ne demek istediğini şu an çok iyi anlıyordum: Onunla yaşamak değil, onu yaşamak istiyordum.
İki ömürde de...
Son günümüzden bize kalan vücudumuzu dağlayan soğuğa inat temiz havanın tadını çıkarmaktı. Thomas'ın acil bir işi çıktığı için bizi sadece havalimanına bırakabileceğini söylemişti. Thea ile Kuzey Işıkları Festivaline gitme teklifini, çok merak etsem de kibar bir şekilde reddetmiştim. O kızın göz hapsinde olmak yerine, son günümüzün tadını özgürce çıkarmayı yeğlerdim. Thomas'ın evlere gönderdiği kahvaltı, belki de burada olduğum zaman boyunca yediğim en lezzetli şeydi. Uraz'ın reçellere girmiş parmaklarının tadı damağımda dolanırken, köyün çevresinde yürüyüş yapmıştık. Bir ara kartopu savaşıyla tüm insanları dışarı çıkarmış, kahkahalarla yerde yuvarlanmış, bize ait olan iki iglonun arasına, kahvaltıdan kalan malzemeleri de kullanarak kardan adam yapmıştık. Şaheserimize bakarken Uraz'ın beni kucağına alıp, evimize getirmesi kaliteli geçirdiğimiz vakti, aşka dönüştürmüştü. Her ne kadar dün gece bahsettiği anne olma düşüncesi bilinçaltıma işlemiş olsa da, Uraz'ı bir kez daha içimde hissetmeden Norveç'ten ayrılmak istememiştim. Yatakta başlayan sevişme, mutfakta devam etmiş, duşta son bulmuştu ve az kalsın uçağı kaçırmamıza neden olacaktı. Apar topar hazırlanıp, nefessiz kalacak kadar hızlı koşarak uçağa yetişmiştik. Yine de iyi ki dediğim ömre bedel anlar için keşke demediğim için mutluydum.
5 saate yakın süren bir yolculuktan sonra nihayet İstanbul'a sağ salim dönmüştük ama ben eksik hissediyordum. Sanki ruhumu o igloda bırakmıştım. Bavullarımızı beklerken yanımda duran adama burukça baktım. Yorgun gözüküyordu ya da tüm yol boyunca en ufak bir sarsıntıda gözlerini açmış olmasından dolayı uykulu da denebilirdi. Göz göze geldiğimizdeyse zoraki bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirdim. Ondan ayrılmak istemiyordum. Üç günde ne kadar alışmıştım onunla vakit geçirmeye...
"Ne oldu?"
Hiç der gibi omzumu silktim. "Seni özledim." Dünyanın en saçma şeyini duyuyormuş gibi "Yanındayken de?" diye sordu. İfadesinde bir gülümseme görür gibi oldum ama emin olamadım. Başımı onalarcasına sallarken "Birazdan olmayacaksın ama," dedim. Sanki etimden et koparacaklarmış gibi acı çektiğimi, bunu dile döktüğüm an anlamıştım.
"Evet. Sadece bir süreliğine."
"Seninle beraber uyuyamayacağım."
"Olması gereken bu değil mi?"
Sıkıntılı bir iç çektim. "Artık değil." Neredeyse midemden verdiğim cevabı duyup duymadığını bilmiyordum. Uraz konuşmayı devam ettirmek yerine bavulları takip etmeyi sürdürdü.
Bir süre bekledikten sonra ikimizin de bavulunu kayan banttan aldı. Çıkışa doğru yürürken elini tutmak istedim. Fakat sürekli açılıp kapanan otomatik kapı buna engel oldu. Babam, ablamla beraber kalabalığın arasına karışmış, kapıdan çıkanları izliyordu. Beni gördüğü gibi gözleri özlemle parlayan babam "İşte geldiler," dedi ve çocuk gibi sevinçli hareketlerle bariyerlerin uç kısmına dolandı. Ablam, benden çok, Uraz'la bana bakıyordu. Elinde değişik bir resimle dolanan kişi ise Cankut'tan başkası değildi.
"Hoş geldiniz çocuklar."
"Hoş bulduk efendim."
"Seni çok özledim baba," deyip kendimi babamın açılmış kollarına attım. Ona olan özlemimin bu kadar çok olduğunu, kokusunu duyana kadar anlamamıştım. Babam beni sevgiyle kucakladı. Saçlarımı sevdi, o da kokuma hasretmiş gibi derin nefesler alarak beni öptü. O sırada gözüm ablamın üzerindeydi. Telefonuyla ilgileniyordu ama yüz hatlarının hoşnutsuzluğu evdeki tartışmanın öncüsü gibiydi.
"Ben kurt çizmeyi bilmiyorum oğlum. En son köpekte bıraktım sanat hayatımı."
Bakışlarımı Cankut'a çevirdiğimde biraz önce kafasına şaplak yediğine yemin edebilirdim. Resim çizili olan kâğıdı eğrelti bir şekilde tutan Uraz başını omzuna doğru yatırdı. Ciddi durmaya çalışsa da insanın gardını düşüren gamzelerini saklamayı beceremiyordu. Elindekini evirip çevirirken bir yandan da başını sağdan sola doğru hareket ettirdi.
"Hadi şu yaratığın köpek olduğunu varsayalım."
"Ayıp ediyorsun ama."
Kağıdı Cankut'un görebileceği gibi çevirdi. Bu sayede bende köpek demeye bin şahit gereken çizimi daha yakından görmüş oldum ve gülmemek için yanağımı dişlemeye çalıştım. "Senin sanata yaptığın ayıbından büyük değil. Neyse..." Uraz parmağıyla köpeğin etrafındaki yanarlı dönerli daireyi işaret ederek "Etrafındaki bu kırmızı şey ne?" diye çıkıştı. Başını ovalayan Cankut "Bunu gerçekten sorduğuna inanamıyorum," dedi bozulmuş bir edayla. "Ne olabilir sence?" Uraz'ın boş bakışlarına karşılık gözlerini devirdi.
"Tabi ki Çemberin Efendisi Kurt Uraz."
Dudağımda biriken kahkaha patladı. Sanki orada olduğum yeni fark edilmiş gibi tüm bakışlar üzerime çevrildi. Bu biraz utanç vericiydi. Babam ne olduğunu anlamaz halde benden ayrıldı. Mahcup ve özür dileyen bir şekilde "Affedersiniz," deyip elimi dudaklarıma bastırdım ama için için gülmemi engelleyemiyordum. Cankut'un gözleri şaşkınlıktan sonra hafifçe kısıldı. "Bırak ya!" Bir hışımla Uraz'ın elindeki kağıdı aldı ve katlamaya başladı. "Siz ne anlarsınız sanattan."
"Sende çok anlıyor sayılmazsın Sarı."
Kahkahamı bastırmaya çalışırken çıkardığım sesler Cankut'u daha da sinirlendirdi. "Seni de çizecektim Yer fıstığı ama artık şansını kaybettin."
"Yer fıstığı mı?"
Babamın ses tonu, bunun bir soru olmadığını vurgular cinstendi. "Sana Yer fıstığı mı diyorlar?" Cankut kırdığı potla yerin yarılmasını ve içine girmeyi beklerken "Ben," dedi Uraz. "Sadece ona ben Yer fıstığı diyorum." Babam sorgular bir şekilde gözlerini kıstı. "Kızımın zaten bir adı var."
"Bu aramızdaki bir espri efendim."
"Sanki kırıcı bir espri."
Ortam yavaş yavaş ısınıyor, gerilen ip incelmeye başlıyor gibiydi. Babamın lakap olaylarına sıcak bakmadığını bildiğim için olaya müdahale etme sırası bendeydi. "Başta biraz sinir bozucuydu ama şu an bana başka bir şekilde seslenildiğini düşünemiyorum." Babam ciddi olup olmadığıma bakarken "Ciddiyim. Çok seviyorum," diye ekledim. İnanmak istercesine bakıyordu. Aslında o da farkındaydı Uraz'ın beni kıracak bir şey yapmayacağının. Belki de sadece Cankut'tan böyle bir şey duyduğu için rahatsız olmuştu. "Anlıyorum," deyip tam bir müdür edasıyla Urazlara döndü. "Yine de benim yanımda kızıma adıyla seslenin. Anlaşıldı mı?"
Bakışları Cankut'un üzerinde olduğu için, "Özür dilerim efendim. Bir daha olmaz," cümlesi ondan çıktı. Uraz ise sadece başını sallamakla yetindi. Derin bir nefes alan babam "Pekâlâ," deyip bir eliyle bavulumu diğer eliyleyse benim elimi tuttu.
"Pazartesi okulda görüşürüz."
Bu pazartesi okulların açılacağı tamamen aklımdan çıkmıştı. "Hadi kızım," diyerek beni çekiştiren babamdan fırsat bulduğum an, Uraz'a arayacağımı işaret ettim. Başını tamam der gibi hareket ettirirken hafifçe elini kaldırdı. Üç günün, hele de o gecelerin ardından ayrılışımız böyle olmamalıydı.
* *
Aynı yerküredeydik.
Aynı mevsimi yaşıyorduk.
Peki, gökyüzü neden bu kadar farklıydı?
Berrak bir geceden, alışılagelmiş bir dumansılığa dönmüştük. Ay daha soluk parlıyordu. Yıldızlar kayıp... Bunca zamandır ne çok şey kaçırmıştık. Karanlığa saçılmış mücevherlerden bihaber yaşıyorduk hayatı resmen. Oysa uzansam dokunabilecekmişim gibi hissettiğim gökyüzü, ışıldayan yıldızlar ve kuzey ışıkları ne güzeldi.
Keşke o iglodan hiç ayrılmasaydık.
"Ayşin."
Eve girer girmez eşyalarımı yüklenen babam "Odanı özlemişsindir," dedi. Burada olmamdan memnun olduğu sesindeki çocuksu neşeden belliydi. "Hem de nasıl." Babamın peşinden odama doğru ilerledim. Zihnimde dolanan anılar, odama girer girmez silindi. Bana ait olan tüm eşyaları, gerçekten özlemiştim. Keşke o anılar, bu oda da yaşanabilseydi. "Hadi bakalım," diyen babam bavulumu çalışma masamın yanına bıraktı. "Yat biraz dinlen."
"Konuşsaydık babam."
"Vaktimiz bol kızım." Yanıma gelip elleriyle yüzümü kavradı. "Yol yorgunusun gözlerinden belli." İki gözüme birer öpücük kondurduktan sonra "Şimdi güzelce dinlen. Tatilinle ilgili hiçbir ayrıntıyı atlamanı istemiyorum," dedi. "Kahvaltıda görüşürüz." Maalesef babam, tatilimle ilgili birçok ayrıntıyı atlamak zorundaydım.
"Tamam. İyi geceler."
Saçlarımı okşayıp alnımı da öptü. "İyi geceler kızım." Babam kapıyı ardından kapatarak odadan çıktı. Kendimi gerisin geri yatağa attım. Tanıdık şampanya rengi tavanım gözüme çok sade gözükmüştü. Çarşaflarım deterjan kokuyordu. İçerisi çok karanlık ve sessizdi. Uraz'a dair hiçbir iz yoktu. Yüreğimin derinlerinde bir yer, inceden sızladı. Varlığını hissedemesem bile, sesini duymaya ihtiyacım vardı.
Bir çırpıda yattığım yerden doğruldum. Yatağımın ayakucuna bıraktığım çantayı elime aldım. Telefonumu çıkardığım gibi Uraz'ın numarasını tuşladım. Meşgul çalmasını o kadar beklemiyordum ki, duyduğum 'Aradığını kişi şu anda bir başkasıyla konuşuyor,' cümlesini söyleyen kadının sesiyle irkildim. İlk anda yanlış birini aradım paniğiyle telefona baktım. 'Kurt' ismini gördüğüm ansa kalbimin gümbür gümbür atışı, damarlarımda dolaşmaya başladı. Saati kontrol ettim. Gece yarısını geçmişti. Cankut yanındaydı, ben buradaydım. O zaman... Bu saatte kiminle konuşuyordu?
Telefonu kapatıp tekrar aradım. Yine aynı sesi duyuldu. Duygu karmaşasının içinde savrulup duruyordum. Kıskançlık, öfke, endişe, merak...
Bir süre beklemeye karar verdim. O sırada gözüm odamın bir duvarını kaplayan kitaplığımdaki en üst, orta rafa ilişti. Daha doğrusu 'Aşk ve Gurur' kitabına. Senelerdir adını anmayı bırakın, elimi bile sürmemiştim sayfalarına. Oturduğum yerden kalktım ve ağır adımlarla kitaplığıma doğru ilerledim. Dün gece adını anmıştım. Uçurumdan atlarcasına büyük bir cesaretle kitabın sırtına dokundum. Ürperdim. Annemin okuduğu anlardan birine gittim. Kitabı çekip çıkardım ve zihnimde ses bulan ilk sayfayı açtım.

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin