Mat - 4. Bölüm

285 14 0
                                    


'Asla geçmişte yaşama, daima geçmişten ders al.''
Hz. Mevlana


URAZ

''Seni yakaladım. Sakın bırakma elimi.''
Helikopter yerden kalkarken büyük komutan, çaylağın elini yakaladı. Yavaş yavaş ayağa kalkarken bir elimle helikopteri diğeriyle askerleri tutuyordum. ''Sakın pes etme çaylak. Sakın!''
Elimden geldiği kadar sessizce oyun oynuyordum. Annem yine mahvolmuş haldeydi. Odasında uyurken onu uyandırmak istemiyordum. Onunla uyumamı söylemişti ama hiç uykum yoktu. Bu yüzden o sızana kadar yanında bekledim. Daha sonra kırık dökük asker oyuncaklarımla oynamak için odama gittim.
Helikopter yere inince adamlarım içinden atladı ve yer altı sığınağına doğru koştu. Yer altı sığınağı diyorsam, sandalyenin üzerine koyduğum havludan bahsediyordum. Helikopteri alıp tekrar vup vup sesiyle zeminden kaldırdım. Keşke parmağımı şaklatarak bu helikopteri gerçek kılabilseydim. Sonra annemi içine koyarak uzaklara uçurabilirdim. Babamdan, morarmış gözlerinden, annemin gözyaşlarından uzaklaşabilirdik. Çok çok uzaklarda olduğumuz sürece nereye gittiğimiz umurumda olmazdı. Yaşım küçük olabilirdi. Babamın anneme neden böyle davrandığını algılayamıyor olabilirdim ama annemin acı çektiğini görebilecek kadar büyük olduğumu düşünüyordum. Babama karşılık verebilirdim. Sadece boyum iki karış daha fazla olsaydı.
Sığınağa yerde sürünerek girdikten birkaç dakika sonra ön kapının açılıp kapandığını, ayak seslerinin benim odama kadar geldiğini duydum. Gerisin geri çıktım. Hafifçe başımı odanın kapısından hole doğru uzattım. Bir çift parlak kundura, üniforma pantolonunun parçası olduğunu bildiğim kelepçeleri gördüm. Kalbim şaha kalkmış bir atınki gibi hızlı çarpmaya başladı.
''Ömer amca!''
Ben ayağa kalkana kadar Ömer Amca yanıma gelmiş ve yere eğilmişti. Bende kollarımı ona doladım. Silahının olduğu tarafta ne kadar ilgimi çekse de mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştım.
''Selam küçük adam,''
Bana böyle seslenmesini seviyordum. Herkes bana çocuk muamelesi yaparken, o ne olduğumu biliyor gibiydi. Üzerimdeki gömleğin yakalarını tek eliyle düzeltirken ''Nasılsın?'' diye sordu.
''İyiyim.'' deyip hafifçe geriye doğru döndüm. ''İnşa ettiğim yer altı kalesini görüyor musun?'' Masanın altında battaniye ve havlular kullanarak yaptığım kaleyi gururla gösterdim. Bu açıdan çok daha havalı gözüküyordu.
Ömer amca'ya döndüm. Gülümseyerek gösterdiğim yere baktıktan sonra bana döndü. ''Görmez olur muyum. Oldukça iyi iş çıkarmışsın delikanlı.'' Bu daha çok gururumu okşamıştı. Keyifli bir şekilde sırıtırken bir anda aklıma gelen fikir gözlerimi parlattı.
''Yoksa... Yoksa benimle oynamaya mı geldin?''
Saçımı karıştırarak ayağa kalktı. ''Şimdi değil ama sonra söz.'' Suratımın asılmasına engel olamadım. '' Annen nerede?''
''Kendini iyi hissetmediğini söyledi. Uyuyor.''
Ömer Amca'nın saçımdaki elleri duraksadı. Bir an ona bakma ihtiyacı hissetim. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Karanlık ve kısmen korkutucuydu. Sanki bir perde, gözlerindeki yeşili tamamen kapatmıştı. Bana bakıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Hafifçe geri çekilmemle hemen bakışları değişti. Yanağımı okşadı. Hafifçe gülümsedim ama aklım hala az önceki bakışındaydı.
''Aynı annen gibi gülümsüyorsun.''
Duyduğum cümle hayatımdaki en gurur verici şeydi. Bu nedenle gülümsememi daha da genişlettim. Annemin gülümsemesini seviyordum. Sıcak ve güzeldi. Sevildiğimi hissettiğim tek şeydi ama o an aklıma genellikle duyduğum benzetme geldi. Gülümsemem yavaşça silindi.
''Ama babama benziyormuşum, herkes öyle diyor.''
Başımı yere eğdim. Babama benzemek istemiyordum. O kötüydü; sürekli annemi dövüyor, sürekli ağlamasına neden oluyordu. Aramızda ufak bir sessizlik olunca tekrar Ömer Amca'ma baktım. Bana bir dakikalığına sanki daha fazla şey söyleyecekmiş gibi bakmıştı ama birden fikrini değiştirmiş gibi ''O da güzel bir şey küçük adam. Baban oldukça yakışıklı bir Kurt,'' dedi. Bana gülümsedi ama o ifade gözlerine ulaşmadı. Nedense Ömer Amca gibi görünmeyi istiyordum. Belki bu annem içindi. Bir keresinde onun hayatında gördüğü en yakışıklı adam olduğunu söylemişti ama sonra bunu söylediği için pişman olmuş gibi görünmüştü. Oysa pişman olmamalıydı. Ömer Amca bir özel harekât polisiydi. O bir kahramandı ve ben büyüyünce onun gibi olmak istiyordum.
Herkesi kurtarmak...
Özellikle annemi.
''Annen uyanmış mı gidip bakacağım.'' Eliyle şaheserimi işaret etti. ''Sen düşmanları öldürmeye devam et. Ben hemen döneceğim, tamam mı küçük adam?''
Başımla onayladım. Tekrar saçımı karıştırarak annemlerin odasına doğru yöneldi. Birkaç dakika bekledikten sonra arkasından sessizce takip ettim. Her gıcırtı çıkaran yere dikkat ederek ilerlemek için olabildiğince yavaş hareket ediyordum. Bu evde nasıl sessiz olunacağını biliyordum. Bu evde nasıl sessiz olabileceğimi bilmem önemliydi.
Yoksa çok canım yanardı.
Annemlerin odasının önünde durdum. Kulağımı kapıya doğru uzattım. Kapı aralık bırakılmıştı ama içeride olup biteni duyabilmem için yeterliydi. Annem yumuşak bir ses tonuyla iyi olduğunu söylüyordu. ''İyi değilsin Burcu!'' diye tısladı amcam, sesi sonunda öyle bir kesiliyordu ki beni korkutmuştu. İstemsizce geri çekildim. ''Şu haline bak!'' diye bağırmasıyla kısa bir an sessizlik oldu. Kulağımı tekrar kapıya doğru yaklaştırdım. Amcam az önceki bağırışına kıyasla çok daha kısık sesle konuştu. ''Onu öldürmek istiyorum.''
''Ömer lütfen...''
''Burcu. Bu haline göz yummamı artık benden bekleme.''
''Olmaz.''
''Ya kendini düşünmüyorsan, oğlunu düşün. Uraz'ın ne halde olduğunun farkında mısın?''
Annemin hafif ağlama sesinden başka bir şey duymuyordum. Birkaç dakika sonra Ömer Amcam tekrar konuştu. Bu sefer sesi tuhaf, duygusuz geliyordu. ''Şu anda nerede biliyor musun?''
''Sus... Sus!'' derken annemin sesi boğazı düğümlenmiş gibi çıktı. ''Neden bu durumu kötü hale getirmeye çalışıyorsun-''
''Yeterince kötü zaten!'' diye gürleyince hafifçe yerimden zıpladım ve tekrar geriye çekildim. Bu sefer ne sessizlik oldu, ne de duyabilmem için kapıya yaklaşmam gerekti. Amcam avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
''Gör artık bunu, gör! Seni aşağıladığını, sana saygısızlık yaptığını gör! Seni asılsız yere suçlamıyor mu bu adam? Sen neden aynısını yapamıyorsun. Üstelik onun ki asılsız da değil! Ayan beyan ortada!''
''Ömer. Sus, Allah aşkına. Uraz duyacak. Yalvarırım.''
Saniyelerin arasına saklanan sessizlik kötü hissettirdi. Amcam neyden bahsediyordu. Annem neden saklamaya çalışıyordu. ''O kadının,'' diyen amcamın sesi tekrar belirli düzeye inince kapıya doğru yaklaştım. ''Evine girdiğinde onu iyice bir pataklamak istedim. İşin acı tarafı eve gelmediği için mutlu olmalıydım. Kimi becerirse becersin sana dokunmadığı için mutlu olmalıydım. Ama onun yerine bu durumdan iğrendim Burcu. Sana düzgün davranması, seni tamamen kaybedeceğim anlamına gelse bile bu durumdan bıktım!''
İçerisi öncekilere kıyasla daha uzun bir sessizliğe büründü. Kapının aralığından ufak bir bakış atmak istesem de yapmadım. Tek duyduğum annemin yumuşak ağlaması ile biraz hışırtıydı. Sonunda Ömer Amca konuşmaya devam etti. Bu sefer sesi alçak olmasının yanında fazlasıyla nazikti.
''Seni buradan götürmeme izin ver Burcu. Seni ve oğlunu korumama izin ver. Lütfen.'' Sesi adlandıramadığım bir şeyle doluydu. Keskin bir nefes aldım. Hayalimi Ömer Amca mı gerçekleştirecekti yani? Annemin kahramanı o mu olacaktı? Peki ya ben?
Yine bir sessizlik oldu. ''O kadar kolay değil,'' diyen anneme ''O kadar kolay!'' diye cevap verdi amcam. ''Artık çocuk değiliz-''
''Evet değiliz. Bu bir oyun da değil. Bu gerçek hayat Ömer-''
''Seni seviyorum Burcu. İşte gerçek olan bu.''
''Sus lütfen.''
''Sana yapılanlara katlanamıyorum.''
''Ömer yapma.''
İkisi de birbirinin cümlelerini kesiyordu. ''Burcu,'' diyen Ömer Amca'nın sesi nazikti. ''Bak hiçbir şey umurumda değil. Eğer sen yoksan, hayatımdaki hiçbir şeyin anlamı yok. Böyle giderse, daha fazla dayanamayacaksın. Sana bir şey olursa Uraz'ın başına ne gelir biliyor musun?''
Annem iç çekmeye başladı. ''Birkaç gün sonra görev yerine döneceğim. Allah'ın dağında seni ve Uraz'ı kimse bulamaz. O şerefsizin oraya gelmeye gücü yetse bile yüreği yetmez. Seni ve oğlunu korurum. Beraber bir hayat yaşarız. Evet, kolay bir hayatımız olmaz ama inan bana, buradaki hayatından çok daha mutlu olursun. Oluruz. Bunu istemez misin ha? Lütfen bana istediğini söyle.''
Daha fazla sessizlik oldu ve sanki öpüşüyorlarmış gibi sesler duyulmaya başladı. Daha öncede annem gözetlediğimi bilmezken, öpüştüklerini görmüştüm. Yanlış olduğunu, annemin diğer erkekleri öpmemesi gerektiğini biliyordum ama aynı zamanda babaların eve sürekli sarhoş gelip eşlerini dövmemesi de gerekirdi. Annemin de, ne zaman Ömer Amcam gelse yüzünde oluşan yumuşak ifadeyle bakmaması gerektiğini biliyordum. Bu yüzden onları gizlice izliyor, olanları anlamaya çalışıyordum. Sanırım ben yokken, belki de annem ve babam evli bile değilken, bir şeyler olmuştu. Babam ondan bu kadar kötü olabilir miydi? Yo yo... Babamın içinde saf bir kötülük vardı. O doğuştan kötüydü.
Sonunda, uzun gibi gelen bir süreden sonra annem fısıldadı. O yüzden söylediklerini güçlükle duyabilmiştim. ''Tamam, Bizi buradan götür Ömer. Çok uzağa, kimsenin bizi bulamayacağı kadar uzağa götür. Ben, sen, Uraz yeni bir hayata başlayalım. Mutlu olalım. Huzurlu. Bunu istiyorum. Her şeyden çok istiyorum. Seni istiyorum.''
Aniden gözlerimi açtım. Sanki kalbim, taramalı tüfek hızla çarpıyordu. Soğuk soğuk terliyordum. Karanlığa alışana kadar gözlerimi kırptım. Sürekli tanıdık tavan beni selamlıyordu. Evimdeydim, salonumdaydım. Güvenli alanımdaydım. Ne zamandır uyuyordum?
Bedenimin her yeri ağrıyor, hareket etmemi engelliyordu. Zorla da olsa yattığım yerden doğruldum. Elimi alnıma bastırdım. Sırılsıklamdım. Boğazıma bir yumru oturdu. Nefes alamıyordum. Kalbimin darbeleri de buna yardımcı olmuyordu. Yutkunarak bu hissi geçirmeye çalıştım. Geçmedi. Ellerimi boğazıma yerleştirdim. Kesik ve hızlı nefeslerimin arasında bir öksürük krizine tutuldum. Suya ihtiyacım vardı.
Bacaklarımın, bedenimi taşıyıp taşımayacağını bilmeden ayağa kalktım. Gözlerim karanlığa iyice alışmıştı. Işıkları açma gereği duymadan mutfağa ilerledim. Buzdolabındaki şişelerden birini kafama diktim. Soğuk su, yudum yudum boğazımdaki hissi geçirdi. Sanki o his bir paravandı. Aradan kalktığı an gördüklerim zihnimde canlanmaya başladı.
Rüya görmüştüm. Gerçek gibi olan bir rüya görmüştüm. Anıların yansıması gibi... Aklımdaki en canlı anım, annemin ölüm anıydı. Peki bu neyin nesiydi böyle?
Başım kazan gibiydi. Gördüklerim yaşanmış olabilir miydi? Bir çocuğun penceresinden izlediğim olaylar, bana mı aitti? Benim bir amcam mı vardı? Ömer Amca... Neden bu isim bana yabancı geliyordu. Annem... İsmi Burcu muydu? Babamdan başkasına mı aşıktı? Babam bu yüzden mi anneme eziyet ediyordu? Zihnimin içinde dönen düşünceler midemi bulandırıyordu. Kaçmış mıydık? Kaçarken yakalanmış mıydık? Babam annemi bu yüzden mi öldürmüştü? Peki Ömer Amca, o hala yaşıyor olabilir miydi? 6 yaşında bir çocuk bu kadar ayrıntıyı hafızasına saklayabilir miydi?
Saklayamazsa bu gördüklerim neyin nesiydi?!
İlk kez geçmişimi, bilmediğim, hatırlamadığım şeyleri öğrenmek istiyordum. Öğrenecektim de! Dibinde kalan suyla şişeyi eski yerine koydum ve dolabı kapattım. Gerisin geri salona döndüm. Işıkları açmamla karanlıkta dikkatimi çekmeyen Sarı'yı homurdanmaya başladı. Ne zaman geldiği, gelene kadar ne yaptığıyla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Hoş, fikrim olmasına da gerek yoktu.
''Lan uyuyoz, uyuyoz!''
Tek kolunu gözlerine siper etti. ''Kapat şu ışığı lan.'' Rahatsızca yattığı yerde döndü. Kafam öylesine doluydu ki, taşmadan bir şeyleri çözmem gerekiyordu ve ona laf yetiştirerek kaybedecek vaktim yoktu. Laptopun açma düğmesine tıklayıp karşısına oturdum. Bilgisayarı kendime doğru çekerken ''Kurt!'' kelimesi salonu inletti. ''Allah'ın yok mu lan?!'' Göz ucuyla Sarı'ya baktım. Yastığı kafasına bastırmıştı. Ara ara ayaklarını silkeleyerek isyanını belli ediyordu. Normalde bu tavırları umurumda olmazdı ama şu an dikkatimin dağılması istediğim en son şeydi.
''Az işim var. Geç benim odamda yat.''
Bilgisayarın açılmak üzere ekranına sabırsızca baktım. Benim üzerimdeki gözlerinse şaşkın olduğuna adım kadar emindim. ''Kurt,'' Az önceki çığırmadan sonra bu sesleniş kadife gibi yumuşaktı. Sarı'nın yattığı yerde hareket ettiğini duyabiliyordum. ''Canım Kurt'um,'' diyerek ayağa kalktı. ''Hasta mısın?'' Sandalye de arkama doğru yaslanırken parmaklarımı belli bir ritimle masaya vurmaya başladım. Lanet olasıca teknolojik aletler. Ota boka güncelleme yapmak zorunda mısınız?!
''Yoksa ağzından çıkanlar kulağına ulaşmıyor mu Urazcığım?''
Sarı tam önümde durdu. Gözlerimi kısa bir an ona doğru kaydırdım. Gerçekten şaşırmış bir hali vardı. Zaten o cümlemden sonra başka bir ifade de beklenemezdi. Evim benim özelimdi. Özel alanımı birkaç hafta önce daraltmak zorunda kalmıştım. Evin her yerine girmesine izin vermişken, odama adım attığını gördüğüm anda, o attığı ayağı kıracağımı söylediğim gün, dün gibi aklımdaydı. Odam bana aitti. Sadece bana...
Bilgisayarın açılış sesi duyulunca gözlerimi tekrar ekrana çevirdim. Heyecanla sandalyenin ucuna doğru kaydım. ''Bana... Odan da uyumanı söyledin de...'' Cevap vermedim. Aynı cümleyi birkaç kez tekrarlayınca sıkıntılı bir nefes dudaklarımın arasından kaçtı.
''Vazgeçmemi istemiyorsan uzatma Sarı ve git yat,''
Arama motorunu açtım ve soyadımla amcamın ismini birleştirdim. Parmaklarım klavyenin üzerinde o kadar hızlı hareket etmişti ki, salondaki sessizliği kısa bir anlığına bölmüştü.
''Özel Harekat Polisi Ömer Kurt.''
Cankut ellerini masanın iki yanına yerleştirdi ve öne doğru eğildi. Sanırım hararetli bir şekilde ne yazdığımı merak ediyordu. Bilgisayarın ekranını göremeyince masanın etrafından dolaşıp yanıma geldi. Ömer adında birçok polis çıkarken, Kurt soyadında kimse bulunamadı. Daha çok bozkurt resimleri ekranımı donattı. Şehit olsa mutlaka haberi çıkardı. O zaman yaşıyor muydu?
''O kim?''
Sarı'ya cevap vermeden arama sayfasının başına döndüm. Aklım tüm hızıyla çalışıyordu. Rüyamın belki de belli kısımları gerçekti. Mesela amcamın adı Ömer olabilirdi ama belki polis değildi. İsmin önüne koyduğum mesleği bir çırpıda sildim ve yine arattım.
''Ömer Kurt.''
Polislikle yakından uzaktan olmayan insanların sosyal medya hesapları önüme düştü. Bunların arasından amcamı nasıl bulacağımı düşünürken rüyamdaki bir ayrıntıyı hatırladım. Beni babama benzetiyorlardı. O zaman amcamın da beni andırması gerekiyordu değil mi? Bu insanların hiçbirinde benden bir parça yoktu. Ne duruş, ne bakış, ne kaş göz... Acaba Ömer denilen adam öz amcam değil miydi? Belki de annemin bir arkadaşıydı ve ben ona lafın gelişi amca diyordum. Belki adı Ömer bile değildi. Hatta böyle bir adamın var olmamış ihtimali çok daha yüksekti.
''Neyi araştırıyoruz Kurt?''
Bilgisayarın ekranını kırmak istercesine kapattım. Bir süre elimi üzerinden çekmezken masadaki bir noktaya dalıp gittim. Ömer Kurt. Polis Özel Harekat. Ömer... Kurt... Kimsin sen?
''Kardeşim.''
Başımı iki yana sallayıp kendimi gerçekliğe döndürmeye çalıştım. Cankut çekingen bir ifadeyle elini omzuma koydu. Onun hareketine karşılık sert bir ifadeyle omzuma baktım. Anında elini çekse bile yine de omzuma bakmayı sürdürdüm.
''Gece gece sana göründüler mi oğlum? Noluyor?''
Sandalyeyi sesli bir şekilde geriye doğru sürterek ayağa kalktım. Cankut'a bakmadan ''Yok bir şey. İyi geceler,'' dedim ve daha fazla sorularına sorularına maruz kalmamak için koşar adım salondan çıktım. Kafamın içi bataklık gibiydi. Düşünceler beni kendine çekiyor, hareketler iyice boğulmama neden oluyordu. Odama girip kapıyı kapattım. Üzerimdekileri çıkarmakla uğraşmadan kendimi yatağa attım. Belime saplanan sızı, uzun süredir düşünmediğim yer fıstığını aklıma getirdi. Daha sonra da en son ki kavgamızı... Ama bunu zihnimde bir kez daha yaşayamayacak kadar yorgundum. Uykuya ihtiyacım vardı. Gözlerimi kapattım ve kendimi uykunun huzurlu kollarına teslim ettim.

* *
'Ne yaparsan yap, daima pişman öleceksin. Belki yaptıklarından, belki de yapamadıklarından.'
                                                                                                                             Dostoyevski

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin