Mat - 12. Bölüm

215 16 0
                                    

AYŞİN

İzleniyormuş hissine kapılınca başımı okuduğum kitaptan kaldırıp Uraz'a çevirdim. Ne kadar izleniyormuşum gibi hissetsem de bana bakmasını beklemiyordum. Yaşadığım ufak şoku attıktan sonra ''Anlamadığın bir yer mi var?'' diye sordum. Önünde açık olan kitap ve notlara kısa bir göz attıktan sonra ''Dersle ilgili yok,'' dedi. Sorgular bir şekilde kaşlarım çatıldı. Uraz sandalyesinde geriye doğru yaslandı. Elini beline yerleştirdiği gözümden kaçmadı. Burada olduğum sürelerde ilaçlarını düzenli kullanmıştı ama sanırım dinlenemediği için ağrısı oluyordu. Hoş, ben her şeyi eksiksiz yerine getirmeme rağmen ağrım vardı. Fakat onun durumu benimkinden ciddiydi. Kontrolü ne zamandı acaba?
''Ne buluyorsun onlarda?''
Düşüncelerimden sıyrılıp Uraz'ın neyden bahsettiğini anlamaya çalıştım. Elindeki kalemi parmaklarının arasında döndürürken bakışlarıyla kucağımdaki kitabı işaret etti. ''Sürekli okuyorsun. Okuduklarını yüzüne yansıtıyorsun. Bazen kahkaha atacak kadar kendini kaybediyorsun, bazense dokunsalar ağlayacak gibi duruyorsun. Eminim ağladığın zamanlarda oluyordur. O kadar duyguyu birkaç yazıdan nasıl alabiliyorsun?''
Kitap okurken sürekli beni mi izlemişti? Şimdi ne tepki vermiştim ki bu soruyu sormuştu? Kucağımdaki kitaba bakışlarımı kaydırdım. Hangi sayfadaydım? Ne okuyordum? Tabi ki Haydar Cem Adanan! Yüzümde tekrar bir tebessüm belirdi. ''Bak işte,'' diyerek kalemi parmak ucuyla masaya fırlattı ve ayağa kalktı. Ağır adımlarla yanıma gelip dikkatli bir şekilde oturdu. Baharat kokusu burnuma öyle bir doldu ki, içime çekmeden yapamadım. Ben onun kokusunu içime çekerken o bana sormadan kucağımdaki kitabı eline aldı ve açık olan sayfaya göz gezdirdi. Bende en ufak bir mimiğini kaçırmamak için onu izledim.
Okudu. Okudu. Okudu.
Diğer sayfalara kısa bir göz attı. Kitabı aldığı gibi kucağıma koyup ''Buna mı gülüyorsun yani?'' diye sordu küçümser bir edayla. ''Hiçbir şey anlamadım.''
Gözlerimi kısarken bir yandan da tek kaşımı kaldırdım. ''Anlamaman çok normal. Çünkü evveliyatını bilmiyorsun.'' Hiç kimse bir kitabı okumadan yargılayamazdı. Hele de bu kitap Karanlık Aşk Serisi ise...
''Hayır, gerçek hayatta bu esprileri yapacak kişiye sümüğünüzü atmazsınız ama kitap karakterlerine aşık oluyorsunuz.''
''Çünkü bu Haydar Cem Adanan.''
''Sonuçta hayali bir kahraman.''
''Hayali bile güzel.''
Saçma der gibi nefesini dışarı verdi. Kitabımın arasına ayracımı koyup kenara bıraktım ve Uraz'a doğru döndüm. ''Nasıl bir insanı bir kere görmeyle tanıyamazsın, kitaplardaki karakterlerde öyle. İki, üç satırla yargılayacak sığlıkta değil hiçbiri. Bu serinin 4. Kitabı. En baştan beri gelen işleyişe o espriler o kadar yakışıyor ki, gerçek hayatta bile biri kullansa sırf Haydar Cem'in hatırına gülersin.'' Nefes bile almadan konuşmuştum. Uraz dehşetle gözlerini açarken ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. ''Sakin. Bir şey demedim kitaplarına. Anlamadığım için soruyorum.'' Kitaplarım senelerdir ailem olmuşlardı. Her birinin tek bir yaprağını bile dünya nimetlerine değişmezdim ve onlara laf eden kim olursa olsun, karşısında dimdik durmaya hazırdım. Sonuçta ironistlik bunu gerektirirdi.
''Anlatmamı ister misin?''
''Ne?''
''Okumayacağına göre, kitabı anlatmamı ister misin?''
''Dört saat felsefe ve üç saat edebiyatın üstüne mi?'' deyip ters bir bakış attı. ''Kalsın.'' Sanırım ders konusunda Uraz'ı da boğmaya başlamıştım. Alıcı gözle baktığımda yorgunluğu gözlerinden okunuyordu. Onun düzenli olarak yatıp dinlenmesi gerekirken ben sandalye tepesine dikiyordum. Hoş, o da bir kere bile itiraz etmemişti. Sanki hiç önemli değilmiş gibi davranıyordu ama sanırım okul onun için düşündüğümden daha önemliydi.
''Yoruldun değil mi?''
''Eh işte.''
''Özür dilerim. Ben sadece sözel konuları bir an önce hallederseniz, matematiğe daha fazla ağırlık verebiliriz diye düşünüyordum.''
''Sınava girsek ama düşük not alsak ne olur?'' Bu kadar mı vasat durumdaydık? Suratım düşerken ''Bir şey olmaz ama finale daha çok çalışmak zorunda kalırsın,'' dedim. Kısa bir düşünce molasından sonra ''Sıkıntı yok. Gayet iyi gidiyoruz,'' dedi. Beni rahatlatmak için mi söylemişti?
''Gerçekten mi?'' diye sorduğumda başını evet anlamında salladı. ''Allahtan sınavda çıkacak yerlerin altını çizmişsin ama. Tüm o notlara çalışmak zorunda kalsam büyük ihtimal cesedim çıkardı bu evden.''
''Allah korusun,'' diyerek parmaklarımı duvara vurdum. Saçma sapan cümleler kurduğu içinde kaşlarımı çatıp Uraz'a baktım. O an sormam gereken sorunun tam zamanın geldiğini düşündüm. ''Kontrolün ne zamandı?'' Televizyon kumandasıyla kanalları gezerken boş bulundu ve yarın sabah olduğunu söyledi. Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz parmağı hareket etmeyi kesti. Donakalmıştı. Sanki bunu söylememeye yeminliymiş ve yeminini bozmuş bir havaya girdi. Alt dudağını dişlemeye başladı. Bense faka bastırmanın verdiği haklı gururla gülümsedim.
''Tamam o zaman alışverişi yarın hastane dönüşü yaparız.''
Önüme döndüm. Cevap vermedi. Büyük ihtimal şu anda kendine sövüyordu. Kıkırdamamak için kendimi zor tutuyordum. Seni Kurt seni. Kontrole gitmeyecektin değil mi? Arkamdan gelen melodiyle başımı geriye doğru çevirdim. Şarjda duran telefonumu çaldıran kişi, gözlerimi büyüttü. Allah'tan Uraz telefonumu görmeyecek bir konumdaydı. Telaşla ayağa kalkıp telefonu elime aldım. Şarj ucu yuvasından çıkıp sesli bir şekilde ahşap zemine çarptı. Uraz'ın bakışları bana çevrilmişti. Olağan bir şeymiş gibi davranmaya çalıştım.
''Babam arıyor.''
'Yani?' der gibi bakınca yalandan bir afallama moduna girdim. ''Ay sahi. Benim burada olduğumu biliyor ya. Bir an boş bulundum işte. Konuşup geliyorum hemen.'' Resmen yalan konusunda profesyonelleşiyordum. Salonda apar topar çıktım. Koşar adım yatak odasına girip kapıyı arkamdan kapattım ve telefon kapanmadan açtım.
''Alo.'' Nefes nefeseydim.
''Ayşinciğim.'' Sanırım bundan dolayı ufakta olsa telaşlanmasına neden olmuştum.
''Beyza Abla,'' deyip nefeslerimi kontrol etmeye çalıştım. Yatağa oturup soluklanırken iyi olup olmadığımı sordu. ''İyiyim. İyiyim. Telefon odadaydı da. Son anda aradığını duydum.''
''Ha tamam. İyisin ama değil mi?''
''Evet evet. Sen nasılsın?''
''Biraz telaşlıyım kuzum ya.'' Bunu sesinden de anlayabiliyordum. ''Başıma hiç yoktan bir Norveç kafilesi çıktı. Ne yapacağımı düşünüyordum.''
''Norveç kafilesi mi?''
Onaylayan bir mırıldanmadan sonra ''Normalde bir arkadaşımın ilgileneceği gruptu ama eşinin babası vefat etmiş,'' derken baş sağlığı diledim. ''Sağol kuzum. İşte apar topar memleketlerine gitmek zorunda kalmışlar. Topu bana attı ve benim programım o kadar dolu ki...'' Kul sıkışırsa Hızır yetişirmiş ya. Şu an tam olarak onun mutluluğunu yaşıyordum. Uraz için doğan umut ışığını kaçırmak istemiyordum.
''Elimizden geleni yaparız Beyza Abla.''
''Bende onun için aramıştım fıstığım. Bunu yapabileceğinize emin misiniz?''
''Tabi ki,'' dedim daha ilk işini alan ekibime güvenerek. ''Uraz'ın yer bilgisi ve benim dil yeteneğimle üstesinden geliriz.''
''Yorulacaksınız ama.'' Sesindeki mecburiyeti anlamak güç değildi. Bu birazcık kırılmama neden oldu. ''Ne zaman geliyorlar?''
''Yarın.''
''Ha?!'' Az önce kendimi pazarlayışım bir anda yerle bir oldu. ''Yarın mı? Bu soğukta İstanbul'da ne yapacaklar?'' Kıkırdadığını duyduğum Beyza Abla ''Ayşin, onlar soğuk ülke vatandaşı. İnan bana İstanbul'un soğuğu onlar için yaz esintisi,'' dedi. ''Ama sizin için değil. Ameliyattan yeni çıktınız. Yapabileceğini biliyorum ama beni bu durum çok düşündürüyor.''
'Uraz'ın kontrolünü ve sınavlar için hazırlanması gerektiğini düşünmeden edemiyordum. Kontrolü bir gün ertelesek, bir gün de çalışmasak hiçbir şey kaybetmeyiz herhalde...
''Sadece yarın değil mi?''
''Maalesef 3 gün.''
Üç gün mü? Aman tanrım. Üç koca gün, bu soğukta, iki ameliyatlı ne yapacaktık acaba? Üstüne de çalışmamız gereken bir ton ders vardı ve bize sadece 2 gün kalacaktı. Bu Uraz'ı hem fiziken hem ruhen fazlasıyla zorlardı ama öte yandan ne kadar paraya ihtiyacı olduğunu bugün gözlerimle görmüştüm. Buradan gelecek para, en azından bir ay idare etmesini sağlardı. Allahım ne zor bir karar...
''Eğer yapamam diyorsan-''
''Hayır hayır,'' diyerek sözünü kestim. ''Sadece hesap yapmaya çalışıyordum. Pazartesi günü girmediğimiz sınavlara gireceğiz. Bu haftayı da ders çalışmaya ayırmıştık.''
''Aa. O zaman ben işinize engel olmayayım-''
''Yok. Yok. İnan bana Beyza Abla. Hızır gibi yetiştin. Vereceğin paraya o kadar ihtiyacımız var ki...''
''O zaman kabul ediyorsun.''
''Hı hı ediyorum.''
Rahatlamış bir nefes alan kadın ne yapacağımızı üstün körü anlattı. O anlatırken bende kafamda kendi planımı yapmaya başladım. Kafile öğlen 1 gibi Türkiye'ye gelmiş olacaktı. Bu da bize hastane için zaman kazandırırdı. Harika. Akşam 6 gibi otellerine giriş yapacaklardı. Bu da bize gece ders çalışmak için birkaç saat kazandırırdı. Detayları ve gezi programını mail attığında daha sağlıklı bir plan çıkarabilirdim.
''Anlaştığımız gibi ücreti sana bugün yatıracağım. Sende arkadaşına kılıfına uydurup verirsin.''
Gülümsedim. Beyza Abla'nın yanından hışımla ayrıldıktan sonraki gün Cankut'la yanına gitmiş, özür dilemiş ve olanları anlatmıştık. Neyse ki çok tatlı bir kadın olduğu için yaptığımız saygısızlığı anlayışla karşılamış, planımıza uyacağını söylemişti. Sözünü de tutuyordu işte. ''Çok teşekkür ederim Beyza Abla. Yüzünü kara çıkartmayacağız. Söz veriyorum.''
''Eminim kuzum ama yine de aklında bulunsun. En ufak bir terslikte hemen beni ara olur mu?''
''Tamam Beyza Abla. Sen hiç merak etme.''
''Eğer işlerimi ayarlayabilirsem son günü devralabilirim. Böylece sizi iki gün yormuş oluruz.''
''Hiç sorun değil.''
''Tamam kuzum öpüyorum.''
Telefon kapanır kapanmaz derin bir nefes aldım. İlk işimiz cepteydi. Şimdi sıra bunu Uraz'a haber verme kısmına gelmişti. Cankut'un numarasını tuşlayıp kulağıma götürdüm. Daha çalma sesini yeni duymuştum ki, telefon açıldı.
''Hayırdır yer fıstığı, beni bu kadar çabuk mu özledin?''
Sanki görebilecekmiş gibi gözlerimi devirdim. ''Daha ilk çalmada açtığına göre sen daha çok özlemiş duruyorsun.'' Ufak bir kahkahanın ardından ''Olabilir,'' dedi. ''İnan bana ders çalışmak çok daha eğlenceliydi.'' Sesi bıkkın çıkmıştı. Sanırım Uraz söylediklerinde haklıydı. Gerçekten babaanesinden hoşlanmıyordu.
''Kendi düşen ağlamaz Cankutcuğum. Neyse... Sana çok harika bir haber vereceğim.''
''Hayırdır inşallah,'' dediğinde ''Sıkı dur,'' dedim ve heyecandan derin bir nefes aldım. ''İlk işimizi aldık.''
''Ciddi misin? Bu kadar çabuk mu?''
''Hıhım. Uraz düşündüğünün aksine çok şanslı.''
''Sayende,'' dediği an yanaklarıma kan pompalandığını hissettim. ''Ee ne zaman başlıyorsunuz?''
''Yarın.''
''Ne?!'' Cankut öyle bir bağırdı ki, yüzüm ekşidi. Telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım. Bu uzaklıktan bile sesini duyabiliyordum. Seri bir şekilde konuşmaya devam edince pes edip tekrar telefonu kulağıma götürdüm. ''Aklını mı kaçırmış bu kadın? Hava buz gibi! Yarın kar bekleniyormuş. Sizin soğuktan mümkün olduğunuz kadar uzak durmanız gerekiyor...'' Nefes bile almadan konuşmak iste buna denirdi. Havadan, sağlığa, sağlıktan derslere dolaşıp duruyordu. Ona seslenerek konuşmasının arasına girmeye çalıştım. Tınlamadı. Sadece söylenmeye devam etti. Beşince seslenişim de ''Efendim Ayşin?'' dedi sitemli bir edayla.
''Söylediklerinin hepsini biliyorum ve sonuna kadar katılıyorum ama bildiğim ve tüm bu durumları elinin tersiyle silebilecek bir şey var: Uraz'ın paraya olan ihtiyacı.''
Cankut hak veren bir nefes aldı. ''Bir ay daha idare edebileceğini bilsem, işi kabul etmezdim ama gerçekten zor durumda.''
''Bilmem mi...''
''İşte bu yüzden, ona ne kadar çabuk para kazandırabilirsek o kadar iyi.''
Pes eden bir inlemenin ardından ''Tamam, söyle bakalım ne yapmam gerekiyor?'' diye sordu. Beyza Abla'nın kabaca anlattığı her şeyi anlattım. Bana atacağı maili ve parayı ona gönderebilmek için gerekli olan bilgileri mesaj atmasını istedim. ''Bir saat sonra falan Uraz'ı arayıp, annenle görüştüğünü ve bir iş bağladığını söylersin. Benim sana anlattığım gibi anlatırsın. Tabi benden yardım istemesi gerektiğinin de altını çizmeyi unutma. Tamam mı Cankut?''
Tam 'Cankut' dediğim an kapı aldı ve Uraz çatık kaşlarıyla karşımda belirdi. Kalbim delicesine çarparken bir çuval incirin berbat olduğunu düşündüm.
''Ur-az.''
''Ne? Uraz mı? Uraz mı orada? Duydu mu söylediklerini?'' Cankut kulağımda telaş nameleri sayıklarken korkutuculuğuyla nam salmış Kurt Uraz bana bakıyordu. Sanki bu oda bir çemberdi ve ben yenmesi gereken bir rakiptim. Konuşmayı geçtim nefes almak bile o keskin bakışların arasında çok zordu.
''Sen babanla konuşmuyor muydun?''
İlk cümlenin nakavt olur mu insan? Başımı evet anlamında salladım. Cankut, Uraz'ın sesini duyduğu an sustu. Hem odada, hem telefonun ucunda gerginlik diz boyuydu. ''Cankut ne alaka?'' Ameliyattan sonra zayıfladığını düşünüyordum ama şu anda bedeninin her kası öyle gergin duruyordu ki, formundan hiçbir şey kaybetmemiş gibiydi. ''Cankut mu?''
Zaman kazanmaya çalışmak için soru sormak benim işimdi ama devamında ne yapacağımla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Uraz gerçekten sinirli gözüküyordu ve garip olan neden bu kadar sinirlendiğini bile bilmiyordum. Babam yerine Cankut'la konuşsam ne olacak? Beklemediğim bir anda kulağımda bir fısıltı duyuldu.
''Seni aramış ulaşamamış de. Beni arayınca da dersle ilgili bir şeyler sordu de.''
İçimden Cankut'a teşekkür ederken ''Seni aramış. Ulaşamayınca beni arayıp, onu aramanı söylememi istedi. Aramışken de çalışacağı yerlerle ilgili bir şeyler soruyordu. Neden bu kadar kızdın ki?'' dedim gayet doğal davranmaya çalışarak.

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin