12.06.2015 - Annemi Kaybettim

166 7 5
                                    

Bir insanın boğazı nasıl düğümlenir, en ince ayrıntısına kadar anlatabilirim. Hayır yapamam. Benim bir şeyler anlatabildiğim insan oydu. Yalnızca o. İçimdeki buz dağının tek kaşifiydi o. Şimdi ise bu hayatta en çok sevdiğim ve beni en çok seven insanın ölüm haberini aldım.

Ölüm... Ne kadar da soğuk bir kelime. Bir insan nasıl annesine yakıştırabilir ki sözü. Nasıl diyebilir ki annem öldü diye. Bu sabah telefonun ucundaki kardeşim kullandı bu cümleyi. Hep şaka gibi geldiğini anlatır insanlar böyle kayıplarda. Fakat bendeki durum böyle değildi. O kadar gerçekti ki telefonun içindeki ses. yoğun bakım ünitesinden sedyede, üzerine beyaz bir örtü örtülmüş vaziyetteki hali, hala sıcacık olan cansız bedeni, Onu son kez gördüğüm morgun kapısı... Hepsi hayatımın en gerçek anılarıydı. Gözyaşı nasıl yutulur belki de o an öğrendim. Gözyaşları içindeki bir baba, fenalık geçiren kız kardeş, çevredeki timsah gözyaşları, yüzlere zoraki çatılmış hüzünler ve beni seven kalbi artık atmayan bir anne. Belki de güçlü olmayı istemediğim tek andı. Eskiden yaptığım gibi duvarları yumruklamayı, bir kavga başlatmayı, yahut hıçkıra hıçkıra ağlamayı düşlediğim bir zamandı. O morgun kapısının kapanması demek, benim yüreğimdeki tüm kapıların da ilelebet kapanacağının bir delaletiydi. Bunu biliyorum. Bunu o an da biliyordum. Bugünü ve bu günden sonrasını o kadar net görebiliyordum ki...

Canım o kadar yanıyordu ki... Onun hastalığı yüreğime saplanan bir oltanın çengeli gibiydi. Ölümü ise, o çengelin yüreğimden parçalanarak sökülmesi... Dışım farklıydı içim farklı. Bunu kimse göremiyor güncem. Yaşadığım acıyı kimse bilmiyor. En çok sevdiğim yaşama veda etmiş ve diğer sevdiğim herkes dağılmış durumda. Peki ya ben kimin göğsüne yaslayacağım başımı? Kimin kollarında feryat edeceğim? Kim olacak dayanağım benim? Kim paylaşacak içimi parazit gibi kemiren acılarımı. 

Ölüyorum! Dışarıdan yere çakılmış bir kazık gibi görünen bedenimin içinde ölüyorum. Mezarım ise bedenim. Mezar taşım gözlerim. Ölen bir annenin ardından bir damla bile gözyaşı dökmemiş gözlerim. İsimsiz bir mezarlık benimkisi. Kefensiz ve cenazesi yapılmamış bir ölüyüm ben. Ardından bir damla gözyaşı dökülmemiş bir ölü. Resmi kayıtlara kayıp olarak geçecek bir ölü. Yalnızca kayıp sayılabilmesi için gerekli zamanı bekleyen bir ölü...

Ağlamadım annemin ardından. İstesem yapabilirdim bunu. Ama yapmadım. Bunun sebebi geride kalanlara güç vermekten ziyade, ölene ağlanmasına duyulan inançsızlığım aslında. İnsan ölene ağlamaz. Ölenin ardından duyduğu üzüntüye ağlar. Kısaca yine kendine ağlar insan. Kendi için ağlar. Kendi için ağlamayan tek varlık annedir ve ben bugün kendi için ağlamayanı - kendim için ağlayanı kaybettim. Eğer bir damla gözyaşı dökseydim, bir dakika bile düşünmeden yuvalarından sökerdim gözlerimi. 

Aradan geçen yılların ardından kuruduğuna inandığım gözlerimin ırmakları bugün beni zorlamadı desem yalan olur. Onun gittikçe soğuyan bedenine paralel olarak yüreğimin de soğuduğunu hissediyorum. Bu saatten sonra kimin varlığı neşelendirebilir ki beni? Yahut kimin yokluğu acı verebilir? Kim anlam katabilir tarumar zihnime? İçinde kocaman bir acı olan bu adam, yolunu nasıl bulabilir? Güçlü ve bir o kadar da acı dolu...

Kim der ki, bu iri yarı cüssenin içinde öksüz bir çocuk yaşıyor. Herkesten sakladığım ve kimsenin tanımadığı o küçük çocuk. Onu tanıyan yegane kişi bugün hayatını kaybetti ve bir insan onu tanıyan son kişi öldüğünde gerçekten ölür. Kim miydi bu günlüğümden dahi sakladığım küçük çocuk? O aslında içimde kalan masum olan her şeye verdiğim ad. Ve ben yarın, annemle birlikte, onu da toprağa vereceğim. Bir günde iki cenaze kaldıracağım. En sevdiğimle çok sevdiğimi gömeceğim. Kendi ellerimle...

Annemi yaşarken gördüğüm son an çıkmıyor aklımdan. Yüzünü tanımakta zorlanmıştım. Yoğun bakımda bilinci tamamen kapalıydı. Hiçbir söylediğime tepki vermemişti. Buna sevineceğim asla aklıma gelmezdi. Çünkü o gün ona verdiğim her söz duman olmuştu ve annem sözümü tutmamamdan nefret ederdi.

Binlerce acıyı aynı anda yaşıyorum sanki ve bu acılar beni yıkmaktansa, aksine daha güçlü kılıyor. Çünkü hayatın vurduğu her yumrukta yıkılmadığımı görmek beni daha hırslı biri yapıyor. 

Annemin son bilinçli sözü "oğlumla kızım sana emanet" olmuş. Babama söylemiş bunu. Bilinci kapanacak seviyede acı çeken bir kadın, nasıl oluyor da buna rağmen bunu söyleyecek kadar gücü kendinde buluyor? Kapanan bilincini son sözünü söylemek için açabilen bir güçten söz ediyoruz. Ve o durumda bile bizi düşünüyor. Ya bu nasıl bir sevgidir? Ben bu sevginin kıymetini nasıl bilemem? Ben bu sevgiyi nasıl olur da, görmezden gelip, başkalarında ararım sevgiyi? Bu nasıl bir sevgi? Bu nasıl bir kuvvet? Bana güçlü diyen hiç kimse annemi tanımamış. Hiç şüphe yok ki, bu konuda - diğer her konuda olduğu gibi, yanına bile yaklaşamam onun.

Yüreğimde öyle bir zelzele var ki, cümleleri toparlamakta güçlük çekiyorum. Uzun zamandır yazmanın ilk defa bana iyi geldiğini hissediyorum. Özlemişim bu duyguyu. Özlemden söz açılmışken, onu çok özlüyorum. Daha bedeni henüz soğumaya başlamasına rağmen onu çok özlüyorum. Öyle bir özlem ki bu, bugüne kadar özlediğimi söylediğim her insana yalan söylediğimi anladım. Ben asıl özlemek ne demek bugün öğrendim...

GünceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin