09.06.2015

58 3 0
                                    

Merhaba kalabalıklar içindeki yalnızlığım...

Bugün kendi iç buhranlarımı anlatmak yerine. Olan biten gelişmeleri anlatmaya çalışacağım. Çünkü fark ettim ki, içimdeki savaşları kağıda dökmek, aynı acıyla yeniden zehirlenmeme sebep oluyor. Tıpkı yanlışlıkla içtiğin çamaşır suyunu kusarken, aynı çamaşır suyuyla yemek borunun ikinci kez tahriş olması gibi. İlginç bir benzetme oldu sanırım fakat ne önemi var?

Annemde oluşan bilinç bulanıklığının nedenini artık biliyoruz. Beyninde kan pıhtılaşması oluşmuş. İki gün önce evde fenalaştı. Ambulansla hastaneye kaldırdık. Ambulansla hastaneye giderken geçirdiğim hızlı ve kısa yolculuk bana şunu anımsattı. Çok sık ambulansla seyahat ettiğimi fark ettim. Bundan 4 ay önce geçirdiğim feci trafik kazasında arkadaşımla ambulanstaydık. Bende şans eseri bir şey yoktu lakin arkadaşımın durumu ağırdı. Ondan birkaç hafta önce trafik kazası geçiren başka bir arkadaşıma refakaten ambulanstaydım. Ondan önce içtiğim bir kutu hapın ardından ambulans eşliğinde hastaneye kaldırıldım. Ondan önce bir arkadaşımın sevgilisi için. Ondan da önce üniversite evinde rakı içip, alem yaptığımız bir gecede, sevgilimle yaşadığım tartışmadan sonra fenalaşması ve ardından ambulans seyahati vesaire...

Bu zamana kadar yaşadığım her ambulans yolculuğu benim için bir şey ifade ediyordu. Ama bugünkü kadar değil. Bugün, kendi ellerimle annemi ölüme götürdüğümü hissettim. Aynı yolculuğu ben üç yaşındayken babam yaşadı. Çok küçük olmama rağmen en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. Küçücük bedenimle babaannemi sedyeye yatırmalarına engel olmaya çalıştığımı, annemin beni tutuşu ve Maltepe'deki eski evimizin mutfak camından "babaannemi götürmeyin" diye bağırdığımı... Annem kardeşime hamileydi. Onun şişik karnına kadar hepsini dün gibi hatırlıyorum. Babaannem bir daha eve dönemedi. Babamla aynı kaderi paylaşacağım düşüncesi hakim zihnimde. Şu saatten sonra tek temennim, eğer olursa çocuklarımın aynı hissi yaşamaması ve bu içler acısı durumun bir aile geleneği haline gelmemesi.

Annemin sağlık durumuna gelecek olursak, yoğun bakıma alındı. Beynindeki pıhtılaşmayı önlemek için kanı sulandırmaları gerekiyormuş. Ancak annemin kan değerlerinin çok düşük olduğu ve diyaliz hastası olduğu için bunu yapmaları halinde beyin kanaması geçirmesi kaçınılmazmış. Şu an tek yaptıkları antibiyotik tedavisi uygulamak ve kan değerlerini yükseltmeye çalışmak. Aslında doktor, bunları anlatırken kibarca "ölecek" demeye çalışıyor. Annemin yoğun bakıma alınmadan önceki halini, hatırlamak bile istemiyorum. O yüzden yazmayacağım. Onu kaybettiğim vakit, o şekilde hatırlamak istemiyorum.

Yoğun bakımda sadece günde bir kişinin on dakika görmesine izin veriyorlar. Dün dayım gördü. Bugün benim günümdü. Uzun ve gergin bir bekleyişin ardından onu gördüm ve hayatımın en uzun 10 dakikasıydı.

Bunu söylemekten nefret ediyorum ama onu tanıyamadım. Kendi annemi tanıyamadım! O kadar kötü görünüyordu ki, kelimelere dökmenin mümkünatı yok. O olduğuna emin olabilmek için ismini okumam gerekti. Bilinci tamamen kapalıydı. Elini tuttum. Hiç tepki vermedi. Ölüden hiçbir farkı yoktu. Makineler sayesinde nefes alabiliyordu. Ama yine de, belki hissediyordur diye bir damla gözyaşı dökmedim. Belki duyuyordur diye, onunla geçirdiğimiz güzel günleri anlattım. Çocukken Marmara Adası'nda yaptığımız tatilleri, deniz gören balkonumuzda midye tava yiyişlerimizi. Issız ve huzurlu koylarında denize girmelerimizi ve daha niceleri. O mutlu günleri ne kadar özlediğimi o an anladım. Hiç tepki vermedi. Hissettiğine dair bir his bile doğmadı içime. Oysa yanlış dahi olsa, o küçücük his o kadar mutlu ederdi ki beni... Uzun zamandır diğer insanların aksine acı verse dahi hep gerçeğin peşinden koştum. Oysa bana biraz olsun huzur verecek küçücük bir yalana o kadar ihtiyacım vardı ki...

Ona orada bir söz verdim. O iyileşecek ve biz o balkonda yine midye tava yiyeceğiz. Yine tam bir aile olacağız. Ona söz verdim güncem. Ona yeniden deniz kokusu aldıracağım...



GünceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin