Bugün kullandığım araçla birlikte hayatımın da tepetaklak olduğu gündü.
Bugün en yakın arkadaşımın asker eğlencesi vardı ve bugüne özel ipini ucunu birazcık - birazcıktan ziyade olabildiğince kaçırmak istiyorduk. Öyle de yaptık. Ancak hiçbirimiz, o ipin rüzgarın etkisiyle vücudumuzda kırbaç etkisi yaratacağında habersizdik.
Hazırlıklar bir hafta öncesinden başladı. Herkese haber verdik, konvoya katılacak araçları ayarladık, nasıl, nerede ve ne şekilde yapacağımızı planladık. Sonunda o gün geldi çattı. Konvoyda giderken aracın kornasını patlattım. Az kalsın kulak zarımı da patlatacaktım. Girdiğimiz büfenin alkol reyonunu adeta boşalttık. Öyle bir içtim ki, çölde susuz kalmış bir bedevi benim kadar su içemezdi. İki arkadaşın eve gitmesi gerekiyordu ve onları ben bırakmaya karar verdim. Üstelik ayık vaziyette onlarca şöför ve araçları varken. Bana "kullanamazsın" dediler, "kullanırım" dedim. "Daha fazlasını içtiğim de olmuştu ve henüz ölmedim." Lakin kafam o kadar yüksekti ki, kendi aracımı tanıyamayıp bir başka araca sokmaya çalışıyordum arabamın anahtarını. İşte bu halde araba kullandım. Arkada eve gidecek olan iki arkadaş ve sadece gezmiş olmak için öne oturan bir dostum ile. Yol esnasında üç kez kaza atlattık. Fakat halen daha durumun vahametinin farkında değildim. Arkadaki iki kişi ışıklarda korkudan indi. Yanımdaki ise, birasından bir yudum alarak "şu an ölsem umrumda değil" dedi. Ben de bastım gaza.
Hani önceki günlerde demiştim ya, artık hayatı akışına bırakıp, neden sonuç ilişkisi aramıyorum diye. O gün de aynısını yapmıştım. Onları benim eve bırakmak istememin bir nedeni yoktu. Benimle kalan dostumun araca binmesinin de. Kendimiz ettik kendimiz bulduk. Bir aracın havalandığını gördüm, bir de yüksel desibel eşliğinde, aracın sağa doğru takla attığını. Kafamın tavana çarptığını hissettim. Gözümü bir an bile kırpmamıştım. Her saniyeyi işledim zihnime. Kafamın üstünde tepetaklak vaziyette duruyordum takla atan aracın içinde. Araç tost makinesine girmişçesine ezilmişti.
"Önceden de ölümle tanışma fırsatım olmuştu lakin onu hiç bu kadar yakından görmemiş, tüylerimi bir tabur gibi diken o soğuk nefesini hiç bu kadar derinden hissetmemiştim."
Sağa baktığımda arkadaşımın yerinde olmadığını gördüm. Oysa bana her ne kadar dakikalar geçmiş gibi görünse de kazadan yalnızca bir saniye geçmiş olmalıydı. Sağ cam kırıktı. O kırılan yerden sürünmek suretiyle, dışarı attım kendimi. Ayağa kalktığımda arkadaşımın en az on metre ötede asfaltın üzerinde yattığını gördüm. Koşarak yanına geldiğimde gördüğüm manzara beni şok etti. Yüzü paramparçaydı! Geriye dönüp arabaya baktığımda gördüğüm manzara ise daha ilkini atlatamadan ikinci bir şok yaşamama sebebiyet verdi. Araba, artık araba olmaktan çıkmış, bir metal yığını haline gelmişti. O araçtan sağ çıkmış olamazdım. Ben hala yaşıyor muydum ki?!
Nasıl bir gürültü çıktıysa, gecenin o vaktinde bir sürü insan doluştu olay yerine. Arkadaşımın yüzüne bakan bir daha bakamıyordu. Benim dışımda. O yüz benim eserimdi. İnsanlar meraklı gözlerle baktılar bana. Fakat yüzlerinde en ufak bir suçlama yoktu. Nedeni ise ayakta ve konuşabiliyor olmamdan dolayı, o kazanın içinde yer almadığım sonucunu çıkarmış olmalarıydı.
Durumum iyi olduğu için beni ambulansın ön koltuğuna oturttular. Soru sormuyordum. Onların da sormasını istemiyordum. Kafam hala çok güzeldi. Bu yaşadıklarımın hayal mi yoksa gerçek mi olduğunu idrak edemeyecek vaziyetteydim. Telefonum çaldı. Arayan arkadaşıma sadece hastaneye gelmeleri gerektiğini söyledim. Sorduğu her soruyu yanıtsız bıraktım. Fakat bu böyle gidemezdi. Zira polislere yanıt vermeme gibi bir lüksüm yoktu.
Doktorlar iç kanama ihtimaline karşı, beni de kontrol ettiler. Hiçbir şeyim yoktu. Çok geçmeden arkadaşlar geldiler. Onlarla henüz konuşma fırsatı bulamadan, kan testi yapıp, polis odasına aldılar. Anlatacak pek bir şey yoktu aslında. Bulanık kafamdan dökülecek her cümle, o araba enkazında kalmıştı. Saatlerce süren gergin bekleyiş, bu sükunetin tesiri altında idi. Şu an düşünüyorum da, arkadaşımın yaşayıp yaşayamayacağı, yaşarsa kalıcı bir hasar yahut engelinin olup olmayacağı, bu kazanın hukuki bakımdan bana ne derece yansıyacağı, hurdaya çevirdiğim arabadan sonra babama nasıl hesap vereceğim, bu maddi yükün altından aliecek nasıl kalkacağımız, bacakları tutmayan annemin o araba olmadan dışarı nasıl çıkacağı, Bursa'ya kanser kontrolüne nasıl gideceği gibi şeylerin hiçbiri yoktu aklımda. Yalnızca anlamsız bir boşluk sarmıştı tüm bedenimi. Var olan tek şey oydu. O bekleyiş esnasında bana iyi gelen tek şey, yaptığım çok özel bir telefon konuşmasıydı. Telefonun diğer ucundaki ses, kilometrelerce öteden huzur enjekte etmişti.
Sonrasında beni gözaltına aldılar. Günün ilk ışıklarında çıktım. Bir arkadaşım beni eve bıraktı. Hane halkı olan biten herşeyden birhaber uyuyordu. Yatağa uzandığımda yalnızca bir soru sordum kendime:
"Tüm bu yaşananlar gerçek mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Günce
Kurgu OlmayanYazılarımın bana zarardan başka hiçbir şeyi olmuyor. Tek bir faydasını görmedim bugüne kadar. Önceleri acaba ileride bir faydasını görebilecek miyim diye düşünürdüm, şimdi ise bir zararını görmesem bari diyorum. Keşke kötüye giden tek şey benim ruh...