" Kimi seversen sev,kalbinde hep ben olacağım."
NEW YORK / MANHATTAN
Profesör Kimberley Johnson, Manhattandaki küçük şirin dairesinde yarın yapacağı yolculuk için bavullarını hazırlarken gözü komodinin üstündeki bilete takıldı. Bu yolculuğa hazır olup olmadığını bilmese de ,içinde bir yerlere kaçıp gitme isteği yüzünden bu uzun sürecek yolculuğa çıkmaya karar vermişti.Yaşadığı mesleki hayal kırıklıklarına bir de kalp kırıklıkları eklendiği günden beri içinde bir yerlerde sürekli duramama durumu yerleşip kalmıştı.
Bir zamanlar her araştırma dönüşü kendisini mutlulukla attığı , huzurun ve sükunetin sığınağı olarak gördüğü bu küçük apartman dairesinde bile fazladan bir kaç gün kalmak içini sıkmaya yetiyordu.Artık kendisini tanıyamaz olmuştu. Kendisiyle baş başa kalmaktan nefret ediyordu.Kalabalıklardan nefret etmesine rağmen sanki en büyük kalabalık kendisiydi.Hindistan gibi kalabalık bir şehire seyahat etmesinin temelinde de hiç tanımadığı bu kalabalığın ve gürültünün içinde kaybolup gitme ,belki de kalabalıklar içinde erime isteği vardı.Yakın saydığı bir kaç dostunun uyarısı üzerine geceleri onu ısırıp hasta edebilecek sivri sineklere karşı fazladan bir kaç kutu aerosol, tül bir cibinlik ve bol miktarda temizlik malzemesi almıştı.Normalde temizlik takıntısı olan biri değildi.Mesleği gereği kumun ve çamurun içinde yıllarca çalışmış,hijyen yetersizliği konusunda Hindistan'dan pek de geri kalmayan Kahire'de yıllarca kalmıştı.Kimi zaman çöplerin günlerce toplanmasını beklediği Kahire sokaklarında burnu neredeyse bu iğrenç çöp kokusuna bile alışmıştı.
Tavukların canlı canlı satılıp, oracıkta kesilip, tüylerinin yolunduğu pazar yerinde sıcağın etkisiyle dayanılmaz hale gelen yerdeki kan kokuları bile bir süre sonra daha az rahatsız edici hale gelmişti.Hayatının yirmi yılı Mısır'da antik Mısır gizemlerini araştırmakla geçmişti.O da babası gibi arkeolog olmuştu.Henüz küçük bir kız çocuğuyken babasının eline tutuşturduğu oyuncak büyüteç ve hassas tel fırçayla çoğu yerel Mısırlı genç kız ve erkeklerden oluşan abi ve ablalarını taklit ederek ,bulunan tarihi eserlerin üzerindeki tozu hassas kıl fırçayla özenle silip büyüteci gözüne tutardı.
İşini o kadar ciddiyetle yapardı ki onu öyle gören abi ve ablaları hayranlıkla onu izler ve geleceğin arkeoloğu bu şirin kıza kimi zaman yanlarında getirdikleri şekerlerden ya da tatlı hamur işlerinden verirlerdi.Kimberley yıllar geçse de o tatları hiç unutamamıştı.Üniversiteyi bitirip uzmanlık için Kahire'ye döndüğü yıllarda bile hep bu tatların peşine düşmüş ,aynı şeker ve hamur işlerinden satın almıştı.Hayır hiç birisi ona çocukluğundaki o tadı verememişti.Belki de her şey çocukken güzeldi ya da insanın tat alma duyusu henüz yeniyken tatların zevkine daha rahat varabiliyordu.
Babası Robert Johnson, arkeoloji alanında ünlü bir arkeologtu.Giza'daki pek çok buluntu onun ve ekibinin başarısıydı.Keops'ta çok sayıda bilinmeyen mezar odası bulmuş ,bu odalarda bulunan antik Mısır uygarlığında hüküm süren firavun ve üst düzey devlet adamlarına ait değerli eşya ve lahitleri Kahire müzesine kaydedilmek suretiyle teslim etmişti.Ancak Kimberley bu eserlerin pek çoğunun kanun dışı yollardan rüşvet verilerek yurt dışına çıkarıldığını,başta British Museum olmak üzere pek çok Amerikan ve İngiliz sanat tarihi müzelerinin envanterlerine girdiğini biliyordu.
Babasının tabiriyle,başta Mısırlı rüşvetçi devlet adamları olmak üzere İngiliz ve Amerikan elçi ve üst düzey kişilerinin mezar soyguncularından farkı yoktu.Babasının takım elbiseli mezar hırsızları dediği bu adamlar kendi ülkelerine hizmet etme adına Mısır kültürünü talan etmişti.Kimberley bunları hatırladıkça dişlerini gıcırdatırdı.Hayali bir eti çiğnermişçesine dişleri oynardı.O ve babası bu takım elbiseli hırsızlara yıllarca hizmet etmişler,eserlerin pek azını kurtarabilmişlerdi.
Kimberley johnson,Georgia Üniversitesinin bursuyla geldiği Mısırda Kahire üniversitesiyle ortak araştırmalar yürütmüştü.On yılın sonunda hem profesörlük ünvanı almış hem de antik Mısır uygarlığı konusunda hatırı sayılır bir isim yapmıştı.Onun eski mısır kültürü konusundaki uzmanlığına güvenilirdi.Kefren ve Mikerinos piramitleri konusunda yazdığı makaleler batı dünyasında da büyük ilgi uyandırmıştı.
Kimberley, antik Mısır uygarlığının şuan ki mevcut bilinen eserlerden ibaret olmadığını düşünüyordu.Günümüz teknolojisi ne kadar gelişmiş olursa olsun,mevcut teknolojinin keşfetmekte yetersiz kaldığı antik sırlar hala gizemini koruyordu.Yıllarca Giza bölgesindeki antik Mısır eserlerini incelemişti.Duvar resimlerinden yola çıkarak herkesin bildiği şu meşhur teoriden de yararlanmaya çalışmıştı.Giza'da bulunan hiç bir piramit ve yerleşim yerinin konumu rastlantısal değildi.Hepsi belli bir matematiksel algoritmaya ve astronomik hesaplamalara göre yerleştirilip inşa edilmişti.Gezegenlerin gök yüzündeki konumları piramitlerin konumlarıyla uyuşuyordu.Ta ki kayıp bir yıldızdan ve bu yıldızın kaybından dolayı konumu bilinmeyen kayıp bir piramitten bahsedildiğini duyana kadar.Bu söylentinin peşinden gitmiş ve boş olduğunu acı tecrübelerle görmüştü.
Kahire sokakları turistlere alışkındı.Turistlere sadece oyuncak hediyelik eşyalar satılmazdı.Bazen efsaneler bazen de sırlar satılırdı.Çoğu efsanelerden ve abartılmış hikayelerden oluşan bu söylentilerin içinde saklanmış bazı gerçeklerin olduğu söylenirdi.Tıpkı her yalanda bir gerçeklik payının olması gibi.
Günümüz Mısırlıları bile atalarını bilmezken ve çoğu akıllı telefonların ve batı kültürünün bağımlısı olmuşken,efsanelerin peşine düşmüş çılgın batılı gezginler servetlerini kahire sokaklarında fısıltılara ve söylentilere harcar,hayatlarının en heyecanlı ve renkli yıllarını çöllerde o efsaneyi gerçeğe dönüştürüp ünlü olma hevesiyle tüketirlerdi.Kaç gezgin hayal kırıklığı ve geride koca bir servet bırakarak ana vatanlarına dönmüştü bilinmezdi.Bilinen tek şey Kahire'de yalanlar ve söylentilerin sonunun olmadığıydı.Dipsiz derinliklerin altında saklı mücevherler gibi duran gerçeği hangi şanslı kişinin bunca yalan ve fısıltının içinden çekip çıkaracağı merak konusuydu.
Artık üstesinden gelemediği problemleri alkolle çözmeye çalışmıştı ve şimdi sorunlarının başına alkol sorunu da eklenmişti.Gençlik yıllarında bir şekilde üstesinden geldiği,bilinç altına gömdüğü sorunlar zaman geçtikçe ve yaşlandıkça gün yüzüne çıkıp onu rahatsız etmeye başlamıştı.Küçük bir kadeh brendiyle başladığı içki önceleri onu rahatlatıp sorunlarından uzaklaştırırken giderek vazgeçilmezi haline gelmişti.Kimi zaman büyük sanatseverlerin verdiği davetlerde kimi zamanda arkadaş partilerinde içtiği içkiler onun ilacı haline dönüşmüş, bir tür antidepresan etkisi yapmıştı.Zaman en güzel ilaçtır lafına inanmıyordu.Canını acıtan her ne varsa zamanla unutulup gitmek yerine daha çok su yüzüne çıkıp kendini hatırlatıyordu.
Masadaki sanat dergisinin kırk ikinci sayfasındaki haber gibi.Hayatı boyunca sevdiği ve kalbinde taşıdığı tek erkeğin on beşinci ölüm yıl dönümü.Arkeoloji ve modern sanat bilimciler için çıkarılan sanat dergilerinde önemli kişilerin doğum,ölüm ve evlilik gibi haberleri diğer sanat çevrelerine ilan edilirdi.Her ay düzenli olarak evine gelen ve çoğu kez okumadığı bu kahrolası derginin o ay ki sayısını merak edip okuyası tutmuştu.Ve parmakları rastgele dergi sayfalarını karıştırırken kırk ikinci sayfada onun ölümünün on beşinci yıl dönümü hatırlatılıyordu.Sayfadaki yakışıklı adamın o çok ünlü gülüşünün resmi de unutulmamıştı.
Keskin bir acı kalbini sızlattığında,sevdiği adamın ölüm yıl dönümünü unutturacak kadar beynini süngere çeviren alkole teşekkür etti.Beyninin en karanlık bölgesine attığı anılar şimdi suyun üstünde yüzen cesetler gibi beyninin sıvısında yüzüyordu.Sephard Adrian Welmont.Uslanmaz bir çapkın,gerçek bir sanat koleksiyoncusu ve aynı zamanda meslektaşı.
Kalbini kaptırdığı bu genç ,hırslı arkeoloğu otuz beşinde bir araba kazasında kaybetmişti.Tam da onun hızlı hayatına yakışan hızda giderken , o değerli ömrünü, okuması yazması bile olmayan bir tır şoförünün sürdüğü bir tırın altında noktalamıştı.Bir tutam kanlı saçın örttüğü genç,yakışıklı yüzünü ebediyen göremeyecek olmanın acısı.
İşte bu gizli yaranın sahibinin ölüm yıl dönümünü unuttuğu için kendini kınamadı.İmkanı olsa kendini,tüm yaşamanı unutmak isterdi.Yüreğindeki çatlaklardan sızan acı onun eseriydi.Kimberley başka kollarda,en baş döndürücü anlarda bile bu çatlaktan sızan acıyla irkilmiş hüzünlenmişti.Sephard'ın dediği gibi " Kiminle olursan ol,kalbinde sadece ben olacağım." Kahrolası herif haklı çıkmıştı.Kalbinde hep o vardı,hep o olacaktı.Sephard bir keman üstadının hayatı boyunca tamamlayamadığı bir eser gibi onun eksik yanı olup çıkmıştı. İki yıl boyunca çıktığı ,onu evliliğe ikna eden son sevgilisi bile onun gözlerinde geçmeyen buğulu hüznü görmüş,nişanlanmaktan vazgeçmişti.İki yılını birlikte dolu dolu geçirdiği adamın onu terk etmesine üzülmemiş,aksine üzüntü duymadığı için garip bir vicdan azabı bile duymuştu.O andan itibaren bir daha ciddi ilişkilere girmemiş ,kısa,uçucu ilişkilerle zaman geçirmiş, kendini bilimsel çalışmalarına adamıştı
Anılara dalan Kimberley gözlerindeki yaşı elinin tersiyle sildi.Ellerinde beliren yaşlılık lekelerini görmezden gelmeyi öğrenmişti.Artık eskisi gibi genç,çekici bir kadın olmadığının farkındaydı.İçtiği içkilerin verdiği yıkımı,yaptığı tahribatı son zamanlarda daha iyi görüyordu.Hayatı boyunca hiç bir zaman aynalar önünde çok fazla vakit harcayan biri olmamıştı.Zaten güzel olan yüzünü hep az, sade makyajla süslerdi.Gençliğinde alımlı bir kadındı.Güzel koyu mavi gözleri, dalgalı parlak siyah saçları, ince uzun vücuduyla bulunduğu her ortamda dikkatleri üzerinde toplardı.Erkekler bu güzel ve başarılı kadından çekinir ,kolay kolay yaklaşmazdı.Akıllı kadınlardan korkan her erkek gibi bu güzel ve akıllı kadına mesafeli dururlardı.Kimberly gibi hayatını bilime adamış biri için erkeklerin ona karşı tutumu canını sıkmazdı.
Şimdiyse o parlak mavi gözler,bulanık denizleri andırıyordu.Parlaklığını yitirmiş ve daha fazla hüzün barındıran buğulu bakışlı gözlere dönüşmüştü.Dalgalı siyah saçlarına çoktan beyazlar dolmaya başlamıştı bile.Artık en kaliteli boyaların bile uzun süre kapatamadığı saçlarını boyatmayı bırakalı uzun zaman olmuştu.Sade bir tarak vuruşuyla düzene soktuğu saçlar onun için yeterliydi.Ve eskiye göre daha kambur durduğunu fark etmişti.Giderek daha koyu renk hal alan gözaltındaki şişlikler için basit bir operasyon geçirmeyi bile içi istemiyordu.Artık kendini beğenmiyordu,tıpkı diğer erkeklerin onu beğenmediği gibi.
Onun olmadığı bir hayatta çok güzel olmak acı verici olurdu.O sahip olduğu tüm güzelliği ona adamıştı.O ise kalbini onlarcası için.Şu kısa hayatını kadın düşkünü bir adam için harcayacağını asla tahmin bile edemezdi. sevdiği insanı ebediyen kaybetmek,onun tarafından terk edilmekten daha acı vericiydi.Bir daha görmeyeceği,bakışını ,dokunuşunu hissedemeyeceği insanı sonsuzluğa uğurlamıştı.Onun yaşlandığında neye benzeyeceğini bilememek acı vericiydi.Onun cenazesindeki onlarca kadın Sephard'dan bir şekilde nasibini almıştı.O ise hep şu soruyu kafasında sorup durmuştu.O gerçekten Kimberly'i birazcık olsun sevmiş miydi yoksa hayatına giren onlarca kadından farkı yok muydu.
Onu unutabilmek için Georgia Üniversitesindeki işine ara verip tekrar Mısıra gitmişti.Artık her karışını bildiği Giza bölgesinde beş koca yıl geçirmişti.Girmediği mezar odası,incelemediği lahit kalmamıştı.Kahire üniversitesinde henüz bir asistan doktor olan İbrahim hüsnüyle Kefren,Mikerinos,Keops piramitlerinin her yerini incelemişlerdi.İbrahim Hüsnü'nün duyduğu bir söylentinin peşine düşmüşlerdi.Bu gizem uğruna sahip olduğu tüm birikimi ve zamanını boş yere harcamıştı.Söylenti boş çıkmıştı.Kayıp piramit diye bir piramit yoktu.Diğer piramitlerdeki duvar resimleri kayıp bir firavunun ölüm merasimini gösteriyordu.Ancak meslektaşları bunun zamane firavunun yüzlerce oğlundan birinin cenaze seramonisine ait duvar resimleri olabileceğini söylemişlerdi.
Kimberly'nin tavsiye mektubu ve tecrübeleriyle akademik kariyerinde hızla ilerleyen İbrahim hüsnü bölümünde doçentliğe kadar yükselirken,Kimberly'e de Birleşik Devletlere geri dönmek düşmüştü.Daha fazla orada kalmanın anlamı yoktu.Üstelik parası tükenmek üzereydi ve Kahire'nin Cemaliye mahallesindeki kiralık evin yıllık kontratı da bitmek üzereydi.Sonunda dönmüştü.Neredeyse bir yıldır kendi mesleğiyle ilgili hiç bir şeye el atmamıştı. Artık çağrılmadığı bilimsel davetleri bile merak etmiyor,sempozyumlara katılamadığı için üzülmüyordu. Bir zamanlar onun akademik tecrübelerinden faydalanmak isteyen üniversitelerin bile onu davet etmemesine alışmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP PİRAMİT
AdventureYüzlerce yıldır saklanan ,korunan kadim bir sır. Yaşama sevincini kaybetmiş, onu hayata bağlayacak bir neden arayan arkeoloji pofesörü Kimberly Johnson. Kadim sırrın ve sahip olduğu aile isminin peşine düşen milyarder Herman Obermayer. Zeki,kurnaz...