"Hocam iki dakika kaldı, çıkalım artık?"
"Kızım iki dakika kaldı sabret artık."
Mehmet Hoca felsefeden bunalmış sınıfı iyice bezdirirken ben yerimde sayıyordum. Dakikalar sonra Alp'i görecektim. Dakikalar sonra varlığını hissedecektim.
"Of çok sıkıştım," dedi Selen sıkıntıyla. "Teneffüste lavaboya gidelim mi?"
"Olmaz," deyip toparladım. "Yani benim bir işim var."
Selen omzunu silktiğinde zil çaldı. Kalbim ağrımaya başlarken yerimden kalktım ve sınıftan çıktım. Alt kata inerek, hemen zemin kattaki spor salonuna yürümeye başladım.
Adımlarım beni gerçeğe sürüklerken içimde ki kötü hislerin sebebini bilmiyordum. Elimi boğazıma götürüp, hava estirmeye başladım. Aman canım ne olacak. Hiç olmadı bir Yallah çeker mutluluklar dilerim.
Nihayetinde spor salonun önüne geldim ve derin bir nefes alıp içeri girdim. Kasvetli ortam gözlerimin perdesini siyaha boyarken ileride deri sandalyede oturan birini gördüm.
Sen genç adam bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla, diyesim gelmişti.
Elini sandalyenin kenarına koyarken yutkunarak yanına doğru yürüdüm.
Bu sahne bana tanıdık geliyordu, bir dakika bu eller... Bu sandalye. Tabi ya, Müfettiş Gadget'ta ki yüzünü hiçbir zaman göremediğimiz ama köpek gibi merak ettiğimiz adamı andırmıştı.
Her neyse konunun dışına taşmayalım.
Yanına doğru yürüdüm ve hemen arkasında durdum. "Geldim."
Sessizce durmaya devam etti. Kaşları çattım. "Hey," dedim deri koltuğa dokunarak. "Bunu nereden buldun lan?" dedim yüzümü ekşiterek.
"Çaldım," dediğinde gözlerimi büyüttüm ve sesin kulağımda yankı uyandırmasına izin verdiğim sırada deri koltuğu çevirdi ve bana bakmaya başladı.
Adımlarımı geri geri uzaklaştırmaya başlarken, gözlerimi daha da büyüttüm.
"Mustafa?"
"Mustafa Alp desek daha doğru olur," diyerek ayaklandı.
Şaşkınlıkla ona bakmaya devam edip gözlerimi kapattım ve kendimi çimdikledim. Yok rüya değilmiş.
"S-sen?" dedim kekeleyerek.
"Ben," deyip üzerime doğru yaklaştı. "Mustafa Alp Levendoğlu, ama sen bana kısaca Mal diyebilirsin."
Şaka olmalıydı. Evet hani nerede kameralar? Nerede herkes söz valla dövmeyeceğim.
"Lan sen?" dedim şaşkınlığımı körükleyerek. "Özlemişim lan şu tavrını," dedi gülerek.
Aniden dişlerimi sıktım ve yanına gidip suratına okkalı bir tokat geçirdim.
"Allah belanı versin, şerefsiz."
Mustafa ya da Alp her neyse işte, elini yanağına götürüp bana baktı.
"Pisliksin oğlum sen?" dedim yüzüne tükürürcesine.
"Ne yaptım ya?" dedi şaşkınlıkla.
"Lan daha ne yapacaksın, benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadın. Senin yüzünden ağladım lan ben, it."
"Biliyorum," dedi düz bir sesle. "O yüzden artık bu oyunu devam ettirmek istemedim. Kıyamadım sana."
"Hadi lan oradan kıyamamışmış," deyip kaşlarımı çattım. "Benimle resmen oynadın."
"Hayır oynamadım," dedi elimi tutarak. Elimi çekmek istediğimde buna müsaade etmedi. "Sadece sana nasıl ulaşacağımı bilmiyordum."
"Ulaşmak mı?" dedim kendimi hızla geri çekerek. "Benimle oyun oynayarak mı?"
"Değil valla öyle değil," diyerek itiraz etti. "Seni en başından beri seviyorum. Ama bana hiç yüz vermiyordun başka şansım yoktu yemin ederim."
Ona düz düz bakmaya devam ettim. Ona inanmak istemiyordum ama o Mustafa'ydı işte. Mustafa Alp'ti.
"Biliyorum bana inanmıyorsun, güvenmiyorsun hatta bokta çıkabilir," deyip gözlerimin içine baktı. "Ama ben o sifonu çektim güzelim."
Şuan ne yapmam, ne tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Ona inanmak güçtü, inanmamaksa ölüm. Beni resmen kendine âşık etmeye çalışmıştı.
"Sen var ya," dedim sinirle başımı sağa sola sallayarak. "Boktan herifin tekisin. Nah sana sifon," deyip elimi göğsüne vurdum. "Buran da bok gibi."
Bana kırgın bir şekilde bakıp yutkunurken, gücümü topladım ve adımlarımı geri geri uzaklaştırıp ona son sözümü söyledim.
"Yallah."