Multimedia Mustafa Alp Levendoğlu (Nam-ı diğer A)
"Nida," diye seslendi Alev Hoca. Baygın bir halde elimi çenemin altından çekip ona baktım. "Hı?"
Kırmızı ruju karanlık bir yolda araba farı gören geyikler gibi gözlerime işlerken, "Uykunu mu alamadın, dersi dinle," dedi. Ah, dün gece sabaha kadar Mustafa'yla mesajlaşmıştık. Hayır ne konuştuğumuzu da hatırlamıyordum ama konuşmuştuk işte.
"Tamam," dedim düz bir sesle. Alev Hoca ona ilk kez düzgün cevap verdiğimi görünce dudaklarını büzüp kaşlarını çattı. Ne bakıyon yapraam diyemedim. Yani en azından dışımdan.
Selen şaşkınlıkla koluma vurdu. "İyi misin sen? Niye ters cevap vermedin?"
"Yazık la şuna, takma saçlarını düzleştirmiş şimdi tepkilerimle saç baş yoldurmayım dedim."
Selen'de bana tuhaf tuhaf bakarken omzumu silktim. Bu aralar tuhaf şeyler hissediyordum.
Zil çalınca kantine indim. Kantin sırasının mahşer sırası gibi olduğunu görünce gözlerimi büyüttüm. Vay anasını satayım, hepsi yumurtaya koşan sperm gibi. Bu nasıl benzetme?
Karman çorman olan kuyruğun arkasına girdim. Arada ezilmezsem iyi ha. "Abla şurdan iki kaşarlı tost," dedi yan sınıftaki Çisil. Geçen sene bu kızla kavga etmiştim. "Kendini sipariş edeni de ilk defa görüyorum," diye mırıldandım.
"Bana mı dedin?" diye sordu omzunun kenarından bana bakarak. Umursamaz bir tavırla, "Ne alaka be? Niye üzerine alınıyorsun?" dedim. Bir şey söylemeden gözlerini devirdi. Hadi hadi kıvırma sana söylediğimi çok iyi biliyorsun, anca bu kadar diklenirsin işte. Yemez çünkü benle kavga etmek.
Sıkıntıyla yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. "Az ilerleyin hadi be."
Derken başımın üzerinden bir kol öne atıldı. Bu Mustafa'dan başkası değildi. Kafamı yukarı doğru kaldırdığımda bana alttan alttan bakıp göz kırptı.
"Neli?" diye sordu.
"Ne neli?" diye sordum.
Sırıttı. "Yavrum baban nereli, nereden bu kaşın gözün temeli?"
Salak. Güldüm ve yan tarafta ki Çişil'i gösterdim. Başını Çisil'e çevirip kaşlarını çattı ardından yüzünde muzip bir gülümseme belirdi.
"Teyze şurdan iki kaşarlı tost, çok acilenden."
"Birader sıra var görmüyor musun?" diye söylendi çocuk. "Görüyorum," dedi Mustafa gayet rahat bir tavırla. "Sıraya giren değil, söyleyen kazanır koçum unutma bunu," diye devam etti. Bu tavrı içimde bir şeylerin kıpırdamasına yol açarken o sırada tostlarımız geldi. Mustafa parayı uzatırken onu durdurdum. "Ben ısmarlıyorum," diyerek reddetti.
"Olmaz," dedim direterek. Daha fazla beklemeden sıradan çıktık ve kenarıda ki masaya geçip oturduk.
"Geçen sefer sinema biletini sen almıştın, bir tostu bırakta ısmarlayım anasını satayım."
Dudak eti içimi ısırırken parayı mecburen cebime attım. Tostumdan bir ısırık almaya yeltenirken saçlarım gözümün önüne geldi. Kıvırcık ve gür bir saça sahipseniz hayat çok zor.
"Dur," diyerek gözümün önüne gelen saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bak bu iki etti çocuk. Bende panik atak var kalbim falan durursa döverim seni.
Ellerini saçlarımdan çekerken gülümsedi. İstemsizce bende gülümsedim. Böyle mal mal gülümsedik.
"Kardeşin var mı?" diye sordum bir anda.
"Hayır," dedi. "Seninle ortak özelliklerimizden biri de bu."
"Nereden biliyorsun kardeşimin olmadığını?" diye sordum.
"Emin ol seni senden daha iyi tanıyorum kıvırcık."
Gözlerimi kıstım. "Mesela?"
Mavi gözlerini kıstı ve üzerime doğru hafifçe eğildi. "Mesela, kitap okumayı ve rap dinlemeyi seversin. Ispanaktan nefret eder, en çok patates köfte yersin. Sırf biraz daha müzik dinleyebilmek için evin yolunu uzatırsın. En sevdiğin renk sarı, kulaklığına kadar bir çok rengin sarı. Nefret ettiğin kişilerin ağzına sıçarsın hemde ne sıçma," dediğinde gülümsedim.
"Ha birde böyle güzel gülersin işte, hem de ne gülme," deyip iç çekti.
"Utan lan kendinden, bu kadar güzel gülünür mü salak?"
Bak ya. Gülümsemem iyice genişledi. Galiba farkında olmadan ona gittikçe ısınıyor ve alışıyordum ya da daha fazlası.
"Bir şey daha var," dedi durağan bir tavırla. Şaşkınlıkla dudaklarımı araladım. "Neymiş?"
Durdu ve gözlerimin içine baktı.
"Bir gün yallah demeyi sevdiğin gibi beni de sever misin?"