4 yıl sonra.
Nida: Okuldan çıkıyorum şimdi, bir iki saate anca gelirim. Malum Ankara'nın bir ucundan bir ucu.
A: Çadır kurayım kaldırım kenarına?
Nida: Komik seni.
Nida: Ölüyorum sıcaktan Mustafa. Üst üste blokladılar beni. Bir de üstüne bu yol ve sıcak, ay bir kafayı yiyem bari.
A: Az kaldı. Sık dişini. Bir senecik cik cik cik kadarcık.
Nida: Allah'tan sadece dişimi sıkıyorum, yoksaaaaaa.
A: Sansürlendim.
Nida: Senin dersin bitti mi?
A: Çıkacağım birazdan, sen gelene kadar karnımı da doyururumxjdks
Nida: Hele bir yap bakayım öyle bir şey. Ayrıca ben niye her seferinde sana geliyorum?
A: Tüm yolların bana çıkıyor da ondan... Onlyyyyy youuuu.
Nida: Şunu her seferinde ritimle okumak zorunda mıyım ben ya xjskksks
A: Heee.
A: Ayrıca ben sana gelsem ne yapacağım sanki? Gezeceğimiz bir yer yok ki, geçen gün geldiğimde köpekler kovalamıştı hatırlıyor musun?
Nida: Unutmak mümkün sanki?
Kafamı telefondan kaldırdım. Otobüsün içi kafamın içinden bile daha doluydu ve ben bir yandan mesajlaşıyor diğer yandan bu sarı demir çubukla bütünleşiyordum.
Az sonra yanımdan yaşlı bir amca geçti, daha doğrusu beni ezdi. Kendi kendime mırıldanmaya başladım. "Her seferinde illa bir ezileceğim yani? Hayır nereye gidiyor bu dedeler, bunca dede nereye gidiyor? Kurban olayım bir söyleyiverin."
Elimi gömleğimin yakasına götürdüm ve nefes almaya çalıştım. Daha sonra cam kenarında oturan liseli çocuğa seslendim. "Şu camı bir açar mısın?"
Çocuk bana bakmadan soğukkanlı bir şekilde camı açarak yerine oturdu. "Teşekkür ederim," dedim sakince.
Umursamadı.
Hasbam. Ulan kibarlık edip rica ediyorum, yine da yaranamıyorum. Yazık.
Yüzüme yüzüme rüzgâr esmeye başladığında, kendimi fotoğraf çekimine gitmiş artistler gibi hissetmiştim. Çok geçmeden telefonum yeniden titredi. Ay Mıstığımı unuttum.
A: Çıktım ben. Her zaman gittiğimiz kafe var ya oraya gideriz. Seni de Kızılay'dan alırım.
Nida: İyi de biz her zaman başka bir kafeye gidiyoruz Mustafa.
A: Çok haklısın.
Nida: