Parça parça ettiğim ekmek kırıntılarını geniş ve düz bir kabın içerisine koyduğum gibi, küçük bir kâseyi de suyla doldurup balkonumuzun kenarına koydum. Kuşlar bize çok uğruyordu, biz de elimizden geldiğince onları güzel ağırlamaya çalışıyorduk. Sabah sabah yine duygusalım. Evlilik beni epeyce olgunlaştırdı.Ha! İçeride uyuyan koca bebek için aynı şeyleri söylemek ne kadar doğru bilmiyorum.
Şaka, o zaten hep olgun biriydi. Yani bazen. Neyse, duymasın aman.
Kızarttığım ekmekleri sofraya koyduktan sonra çayları dökmeye başladım. Evliliğimizin birinci ayını doldurmak üzereydik ve her şey o kadar güzel gidiyordu ki, değil bir ay sanki yıllardır onunla evliymişim gibi hissediyordum.
Şarkı mırıldana mırıldana çayları döktükten sonra üzerimdeki hırkanın düşen omzunu düzelttim ve mutfaktan çıkıp yatak odamıza gittim. Mıstığım uyuyordu. Onu olduğum yerde birkaç saniye izledim, gönül isterdi ki daha çok izleyeyim ama olmaz, çayları doldurdum o kadar soğumasın. Çay önemli.
İleri gittim ve perdenin güneşliğini hafifçe sıyırdım. İçeri dolan güneş ışığı odaya ferahlatırken Mustafa'nın tepki vermemesi beni o kadar şaşırtmamıştı ki. Olduğum yerde omuzlarımı düşürdüm ve ona baktım. ''Uyandığını biliyorum. Hiç kandırma.''
''Uyanmadım,'' diye mırıldandı gözleri kapalı bir halde. ''Birinin beni öpmesini bekliyorum. Tahmini ne zaman öpersiniz acaba Nida Hanım?''
''Hım,'' dedi düşünür gibi. ''Matematiğim çok kötü biliyorsun. Hesap yapamıyorum.''
''Peki bizim birinci ayımız ne zaman?''
''Bir gün sonra,'' dediğimde gülümsedi. ''Tabii tabii. Matematiğin kötü.'' Yatakta kımıldanırken mırıldanmaya devam etti. ''Ah sen yok musun sen.''
''Mızmızlanma,'' dedim üzerine doğru yürürken. Mustafa elini yastığın altına soktu ve hiç umursamadan uyumaya devam etti. Gözlerimi devirdim. ''Bak uyanmazsan kaldırırım o sofrayı ha! Bugün misafirlerimiz gelecek, çok işim var.''
Evlendiğimizden beridir epeyce gelen giden olmuştu ama bu sefer ki misafirlerimiz çok özel insanlardı. Onlardan sonra da annemler gelecekti. Kardeşlerim de.
Mustafa esnemeye başladığında sevimli sevimli sırıttım. Elinin tersiyle ağzını kapattığında istifini bozmadan uyumaya devam etti. Pes ettim ve gittim yanağından öpüp geri çekildim. Tabiri caizse hayvan gibi sırıtmaya başladı. ''Bir de şu yanağımdan,'' dedi yüzünü diğer yöne çevirirken. Gözlerimi irileştirdim. ''Ay fırsatçı seni. Ben gidiyorum, sen de iki dakikaya gelmezsen küserim.''
Gözlerini açıverdi bir anda. ''Küser misin?''
''Hı-hım,'' diye fısıldadım sırıtarak.
''Tehdit yemekten yemek yiyemiyorum ki zaten.''
''Of,'' dedim gözlerimi devirerek. Sonra odadan çıkıp mutfağa doğru yürümeye başladım. ''Çayımız buz gibi oldu Mustafa, kalk artık Mustafa, işim var diyorum Mustafa.''
Mutfağa girdiğimde sandalyemi çekip oturdum. Tezgâhın üzerine baktığımda bir hayli kalabalık bir tabloyla karşılaştım çünkü bugün epey dolu bir gün olacaktı. Mutfağa kendimi raptiyeyle çakmak istiyordum.
Çayıma şeker atıp karıştırmaya başladığımda Mustafa kareli pijamalarıyla içeri girdi ve sandalyesine oturmadan direkt yanıma gelip önce sol sonra sağ yanıma bir öpücük bırakıp yerine geçti. Gülümsedim. ''Elini korkak alıştırmayacaksın,'' dedi bana bakarken. ''Kocanım ben senin.''
''İyi ki hatırlattın bak,'' dedim sahte bir şaşkınlıkla. ''Nasıl teşekkür edeceğim ama size Mustafa Bey?''
''Sen bilirsin,'' dedi göz kırparken. Gözlerimi irileştirirken başımı öne eğip kıkırdadım. ''Mustafa Bey neler diyorsunuz, ayıptır yapmayın yanarız.''