3 • İşte Başlıyoruz

18.8K 1.8K 195
                                    

Multimedya: Flume | Say It

Yorum ve oylarınızı eksik etmeyin lütfen 😊
Keyifli okumalar...

🏹

Savaş bir şekilde hiç bitmiyordu. Her canlı yaşamak için bir şeylerle mücadele etmek zorunda kalıyordu. Bu bir bakıma aslında iyi bir şeydi çünkü kolay kazanılan hiçbir şeyin değeri yoktu. Savaş sizi diri tutardı. Size bir amaç verirdi. Bir tarafınız korkarken diğer tarafınız o heyecanı yaşadığı için içten içe sevinirdi. Küçük büyük olmaksızın hep bir savaş içinde geçerdi yaşamınız. Hatta bir şeylerden kaçmakta bir savaştı. Kendinizle verilen en büyük savaştı belki de.

Elde etmek istediğiniz şey size acı verecekse ondan kaçmanız daha mantıklı değil miydi? Yine de o acıyı çekmeye razı olup onu ister miydiniz? Ya da ondan vaz mı geçerdiniz? Bu kendi içinizde verdiğiniz savaşta galip çıkan bazen mantığınız bazende kalbiniz olacaktı ve neyin kendiniz için daha iyi olduğunu yaşayarak öğrenecektiniz. Yanlış seçimler yapsanız da bundan ders almak yerine belki de defalarca aynı hatayı tekrarlayıp duracaktınız. Hep böyle olmaz mıydı zaten?

Dünya kurulduğundan beri bir çok millet yıkımı gördü. Her biri bir savaştan geçip bir değişime uğradı ve kendilerini yeniden inşa ettiler. Yıllar geçerken bir şeyi unuttular. Geçmişlerini... Hatalarını...

Savaş her zaman yıkımı beraberinde getirirdi. En güçlü olma hırsı gözlerini kör ederken her zaman güçlüden daha güçlü olan birinin çıkacağını unuturlardı.

Ve gücün her zaman iyi bir şey olmadığını da...

Bir gün bir kişi çıkar ve kurulan tüm planları bozardı. Hiç hesapta olmayan biri belki de yıllarca üzerine planlar kurduğunuz amacınızı bir kaç saniyede tuzla buz ederdi.

İşte ben o kişilerden biri değildim. Ne güçlüden daha güçlü ne de planları bozacak kadar zeki...

Evimde çantamı hazırlarken zihnim bambaşka şeylerle meşguldü. Lanet olası görev bir yana kendi hayatımı da geçtim şimdi de Anthony'yi düşünüyordum. Argentum'un sakin hayatında bile onu kaç kere ölümle yüz yüze bulduğumu ben bile hatırlamazken şimdi tehlikeli bir yolculukta başıma ne tür belalar açacaktı acaba?

Çantamı son kez kontrol ettim. Bir kaç parça kıyafet, bir hançer, silah için bir kaç şarjör, kan dolu metal şişeler ve Felix'in mühürlü metninin bulunduğu silindir şeklinde deri küçük tüp... Tüm ihtiyacım olan şeyleri aldığımı düşünüyordum ki stresten unuttuğum şeylerde olabilirdi.

Aynaya baktığımda gördüğüm yüz bana sanki her şeyin daha yeni başladığını söylüyordu. Kehribar rengi gözlerim bir mavilikle parlayınca yola çıkmadan beslenmem gerektiği yeni aklıma geldi ve elim masanın üzerinde her daim hazır tuttuğum şişeye gitti. Yeterince beslendiğimde yüzüme dökülen kısa siyah saçlarımı arkaya ittim ve kıyafetimin kolundaki bıçakları kontrol ettim. Kolumdaki mekanizmayı harekete geçirdiğimde iki kolumun bilek kısmından bıçaklar fırladı. Dudaklarım istemsizce yana kaydı. İşte bu hoşuma gitmişti. Bıçakları geri çekip çantayı sırtıma taktım ve üzerimdeki silahları kontrol ettim.

Kapıya yönelmiştim ki karşımda Anthony'i buldum. Benim bile duyamadığım bir sessizlikle yine eve süzülmüştü. Kapıya yaslanmış kollarını önünde bağlamıştı ve her zamanki enerjik ifadesiyle sırıtarak beni izliyordu. Onunda üzerinde benimkine benzeyen bir üniforma vardı. Sırtında da bir sırt çantası ve yanında asılı duran bir crossbow. Crossbow'u taşımasının tek nedeninin onu havalı gösterdiği için olduğunu söylemişti bir keresinde.

"Daha kaç yüz yıl bana bu ifadeyle bakacaksın?" dedi gözlerini kısıp gülerek.

Ona kısa bir bakış atıp yanından geçtim. "Nasıl bir ifadeyle?" dedim sakin bir sesle. Şu an onu parçalara ayırsam sinirim geçmeyecekti ama bu halim onun için daha iyi bir ceza olacağından sakin davranıyordum. Ona saldırsam bu hoşuna giderdi, onu tanıyordum ve böyle davrandığım sürece delireceğinden emindim.

MEZARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin