8-KASABA VE YENİ İNSANLAR
Okulun ana giriş kapısından çıktıktan sonra uzun engebeli çayırlıktan aşağı asma köprünün ayağına ulaştılar. Simya ne kadar yüksekten korksa da bu köprü okulun içindeki köprüden daha az sallanıyordu. Kasaba çok yakın sayılmazdı normalde insanlar at arabalarıyla gidip geliyordu. Ancak Simya etrafı gezebilmek için yürüyerek gitmek istemişti. Uzun toprak bir yolu takip ederek yürüdüler. Yol boyu meyve ağaçlarının kokusu ve küçük sincapların neşeli koşuşturmaları terapi gibi geliyordu.
Okulun çevresi ev olamadığı için tenha bir yerdi. Simya gece buradan yürümeyi hiç istemeyeceğini fark etti. Yol boyunca değişik bitkilerle karşılaştı, Tibet'in komik okul anılarını dinledi. Yolun sonuna geldiklerinde nihayet kasabaya da ulaşmışlardı. Kasaba dağ eteklerine doğru kurulmuştu. Bu yüzden adı da Montem Kasabasıydı. Kasabanın adı eskiden Montem Lacus olarak anılsa da yıllar içinde kısaltılmıştı.
Simya kütüphane de karıştırdığı bir kitaptan montem'in anlamını öğrenmişti bile. Kasaba kurulduğu zamanlarda hala eski bir dil olan Espostina kullanılıyordu. Montem Lacus olarak kurulan kasabanın ismi zaman içerisinde kısaltılarak sadece Montem olarak kullanılmaya başlanmıştı. Kelime anlamı olarak dağ eteğindeki göl manasına geliyordu. Eski zamanlarda kasabanın etrafındaki göl sayısı çok fazla olduğu için böyle bir isim almıştı. Ancak zaman içerisinde kasabanın etrafındaki göller kuruyunca kasabanın ismi de kısaltılıp sadece dağ manasına gelen Montem olarak kullanılmaya başlanmıştı. Kasabanın etrafı ağaçlarla ve ekin tarlaları ile çevrili, olabildiğince yeşillikle kaplıydı. Toprak yol kasabayı diğer yollara bağlıyordu. Tüm yolların birleştiği göbek noktasında büyük bir su fıskiyesi vardı. Fıskiyenin mermerden yapılma kenarları sayesinde küçük bir havuz görüntüsündeydi. Meydan büyükçe bir alandı, insanların oturup sohbet edebileceği kafeler, restoranlar vardı. Kıyafet, ayakkabı, mücevher dükkânları yanı sıra fırınlar, pastaneler, şekerleme dükkânları da kasaba halkına hizmet ediyordu. Yemek yenilecek mekânların dışarıdaki masalarında bir sürü tuhaf giyimli cadılar ve büyücüler derin sohbetlerde dalmış birbirleri ile ahbaplık ediyorlardı. Ortalarda koşuşan küçük çocuklar birbirlerine güçlerini gösteriyordu. Simya gördüğü her yere meraklı gözlerle bakıyor, gördükleri karşısında hayrete düşüyordu. Geldiği dünyada olmayan şeyleri görmek yeni yerler keşfetmek hiç bu kadar zevkli olmamıştı onun için.
Evlerin çoğu tahtadan, bazıları ise taştan yapılmıştı. Yaz olmasına rağmen neredeyse hepsinin bacası tütüyordu. İnsanlar evlerinin alt katlarını dükkân olarak işletiyor, yoğun bir alışveriş trafiğine kapılmışlardı. Simya tahta tabelası sallanan küçük şirin mavi pencereleri olan bir mekân gördü, talebesinde Büyü Kazanı yazıyordu. Yeşil renkli çatısı, tepesinde okuldaki kuleleri andıran eklentileri ile çok şirin bir yapıydı. Üç katlı binanın en tepesinde küçük mavi pencerenin hemen altında büyük bir saat asılıydı. Binanın küçük birbirinden farklı penceresi ve tahtadan söveleri vardı. Ahşap rengi bir boyayla güzelce boyanmıştı ve pencerelerinin önünde beyaz renk zambaklar sallanıyordu. Simya mekânı görür görmez Tibet'in babasına ait olduğunu anladı. Eski kovboy filmlerindeki gibi tahta iki küçük kanadı olan kapısından içeri girdiler. "Seni babamla tanıştırayım" dedi Tibet.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)
Fantasy"İki yaşam çizgisinin ortasında kalan genç bir kız" Kendisini ait hissetmediği bir hayatın içinde bir yaprak gibi savuran 16 yaşında Simya'nın varoluş hikayesi. Simya açıklayamadığı şeyler yapan hayvanlarla konuşabilen, dokunmadan eşyaları hareket...