∞ 44 ∞

13.1K 1.2K 81
                                    

ASA

Simya yeşil gözlerini aralarken tanıdık bir manzarayla karşılaştı. Her zaman ki gibi kendinden geçtiğinde geldiği yer olan dikdörtgen, altın sarısı işlemeli tavanlı, beyaz duvarları olan revirdi burası. Sanki betona çarpmışçasına sızlayan kafası dünya ile iletişimini koparmıştı. Belli belirsiz duyduğu sesler zonklayan kafasının içinden mi geliyordu yoksa etrafında birileri mi konuşuyordu çözememişti. Tek bildiği kafası sanki bin ton ağırlığındaydı.

Simya asayı almak için sınavlarla boğuşurken belli ki okulda da olaylar pek yolunda gitmemişti. Profesör Elena'nın Beliz diye bağırışları koridorun yarısında yankılanıyordu. Simya sağ elini alnına götürdüğünde hafif akmış ılık kanı ve bandajı hissetti. "Simya..." diye bir ses duydu, bu tanıdık ses beklediğinden daha samimi gelen Şifacının sesiydi. "Profesör Arel ayıldı"

Kafasını hafifçe çevirdi, Profesör Arel ile göz göze gelmişti. Puslu gözleri neler olduğunu çözemiyordu. Etrafta koşuşturan birden fazla beyaz kıyafetliyi yarım yamalak da olsa görebilmişti. Bir çift mavi göz kalın çerçeveli gözlüklerin ardından yüzüne bakıyordu. Sert ve agresif gözüken Profesör Arel yarı baygın olmasını pek umursuyormuş gibi gözükmüyordu.

"Siz ne yaptığınızı zannediyordunuz" diye bağırdı hiddetlenerek. Her halinden ne denli sinirlendiği belli oluyordu. Simya yarı baygın olmasa bu bağırıştan çok korkabilirdi. Ama şu an düşüneceği başka şeyler vardı. Arkadaşları neredeydi? Nasıl kendisini gene revirde bulmuştu? Ve neden kafası deli gibi zonkluyordu? "Profesör arkadaşlarım nerede?" diye mırıldandı Simya "Can, Tibet onlar nerede?"

"Arkadaşların öyle mi?" dedi Profesör Arel sinirinden köpürmüş bir sesle "Çok şanslısınız, eğer büyü kalkanına önce sen çarpmış olmasaydın şuanda merak ettiğin arkadaşların hayatta olmayabilirdi"

Simya gözlerini yumdu, sızmakla bayılmak arası bir duyguyla tekrar uykuya daldı. Son duyduğu ses Profesör Arel'in çıldırmış gibi çıkan sesiydi. Tekrar gözlerini açtığında içeri daha aydınlıktı. Mumlar sönmüştü, gün ışığı içeriyi doldurmuştu. "Can, Tibet" diye mırıldandı. "Onlar iyi yan tarafında yatırıyorlar" dedi Şifacı.

Simya kocaman şişmiş kafasını yana çevirdi, bacağı sarılı olan Can'ı ve kolu kırılmışa benzeyen Tibet'i gördü. "Gerçekten iyiler mi?" diye sordu. Şifacı evet diye kafasını salladı. Simya'nın kafası daha yeni yerine gelmişti hemen pantolonun kenarındaki asayı yokladı ama asa yerinde yoktu. Çok geçmeden kapının gıcırdadığını duydu. Sağ tarafına doğru kafasını tekrar çevirdi.

İçeri çatık kaşları ile çok sinirli gözüken Profesör Arel ve Elena girdi. Simya şimdi korkudan tekrar bayılabilirim diye içinden geçirdi. Elinin kemerinde olduğunu gören Profesör Arel uzun cübbesinin kenarından asayı çıkartıp "Bunu mu arıyorsun?" dedi. Her zaman ki ciddi görüntüsü şu an daha da ciddi duruyordu.

"Bu yaptığınız nasıl bir aptallıktı?" diye bağırdı.

Sesi revirin duvarlarında yankı yapıp sanki Simya'nın yüzüne çarpmıştı. Simya yataktan doğruldu, kafasındaki koca şişliği tuttu. Sonunda anlamıştı ki içeri ışınlanmaya çalıştıklarında koruma kalkanına çarpmışlardı ve bu taşa çarpmakla aynı etkiyi yaratmıştı. Yardım isterce Profesör Elena'ya baktı ama bu sefer onun yüzünde de tanımadığı bir sinir vardı. Kaşları çatıktı, saçlarını yukarıdan sıkı bir topuz yapmıştı. İfadesindeki sertlik Profesör Arel'inkinden daha beterdi.

"Bu yaptığınızın okulun kurallarını ihlal etmekten daha büyük bir şey olduğunu umarım anlamışsınızdır. O koruma kalkanına çarpıp da hayatta olduğuna sevinmelisin" dedi Profesör Elena "Bizzat kendim yaptığımdan biliyorum eğer onlar" dedi siyah ojeli parmaklarıyla Can ve Tibet'i göstererek "Önce çarpmış olsalardı kesinlikle ölmüşlerdi"

BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin