"Merhaba Profesör Öker nasılsınız?" dedi yabancı genç elindeki istif edilmiş kâğıtları düzelterek. Sesi gayet hoştu, Simya'nın aptal bir inancı vardı, sesi güzel insanların iyi niyetli olabileceklerine dair... Bu arada küçük adamın adını da öğrenmişti gerçekten de bir profesördü.
"Merhaba Tibet bitirdin mi öğrenci evraklarını?" dedi Profesör Öker. Yüzü ekşimiş yoğurt yemiş gibiydi. Simya sinirinin sadece kendisine olmadığını anlayınca daha iyi hissetti. Belli ki bu adamda kendi okulundaki Mehmet Hoca gibi öğrencilere tahammül edemiyordu. "Sayılır efendim az kaldı" dedi Tibet, Simya'ya hafiften göz kırparak. Çapkın gülüşünün, birbirinden farklı gözlerinin, gür kısa kestane rengi saçlarının ve inci gibi dişlerinin birleşimi çok güzel bir adamdı. Elindeki evraklara bir göz atarak "Sanırım 200 tane var sadece" dedi tekrardan. Profesör Öker kaşlarını çatıp, "Bugün bitecekler umarım" diye söylendi.
Simya bu konuşmanın belli bir kısmında dinlemeyi bırakmıştı, bu yabancıyı yani Tibet'i inceliyordu. Oldukça yakışıklıydı, uzun boyluydu ve kendisine çok yakışan bronz bir tene sahipti. Simya güneşten yanmıştır diye düşünürken gözlerini biri mavi diğeri kahverengi bir çift gözden ayıramıyordu. İlk defa böyle bir şey görmüştü. Aslında gayet güzel gözüküyordu. Sonra hatırladı. Heterokromi olmalıydı bir yerde okumuştu, o yüzden iki gözü birbirinden farklı renkteydi. Simya korku dolu gözleri ile Tibet'i süzmeye devam ediyordu. "Sen kimsin? Tatil gününde burada ne yapıyorsun böyle" dedi Tibet gülerek "Yoksa benim gibi sende mi cezalısın?"
"Simya benim ismim" dedi samimi haline aldanarak cevap vermeye niyetlenmişti ama daha cümlesini tamamlayamadan Profesör Öker gene sözünü kesti. "Hadi Profesör Elena'ya anlatırsın derdini" dedi. Öğrencilerin yaramazlıklarından bıkmıştı belli ki. Söylenip duruyordu. Tibet muzur muzur gülümsüyordu. Oldukça komik bir birine benziyordu. Tibet elindeki evrakları en yakın odaya bırakıp onların peşine takıldı. Koridorun ucunda büyük barut rengi ahşap bir kapı vardı. Biraz daha gerisinde de aynı renkten başka bir kapı vardı. O kapı kadar büyük olmasa da yine de Simya'nın iki katıydı. Profesör Öker kapıyı tıklattı. Girdikleri odada kimse yoktu. Kütüphane kadar olmasa da büyükçe bir yerdi. Birkaç tane büyük penceresi vardı, pencerelerden birinin önünde ahşaptan koyu kahverengi bir masa ve üstünde bir sürü kâğıt duruyordu, belli ki birisi burada çalışmıştı. Odanın sağ tarafında ufak bir şömine vardı ancak havaların sıcak olmasından dolayı yanmıyordu. Duvara dayalı iki tane büyük dolap vardı. Kapakları kapalı olduğundan içindekiler belli değildi ama yan tarafında aynı büyüklükte bir tane de kitaplık daha vardı. Simya, Elena dedikleri kadın çok kitap okuyor diye düşündü.
Profesör Öker ve Tibet sanki birinin gelmesini bekler gibi duruyordu. Simya etrafındaki her şeye göz gezdirirdi, masanın üzerinde bir sürü kitap, kalem, uzun bir ağaç parçasına benzeyen bir çubuk ve haritayı andıran bir büyük kâğıt parçası vardı. Okul sırasını andıran sıralar Simya'ya cidden buranın okul olabileceğini düşündürmeye başlamıştı. Ders yapılabilmesi için tasarlanmış bu odada koridordaki gibi duvarlarında büyük mumlar, mum dolu bir avize ve bir sürü tablo vardı. Simya kafasını hafif sağa çevirince aynada kendi yansımasını gördü. Korkunç görünüyordu. Topuz yaptığı saçları dağılmıştı, gözleri korkudan da kocaman olmuştu. Sırtında çantası üstünde hala okul forması ile put gibi duruyordu. Eliyle dağılmış saçlarına bir çeki düzen verdi, göz ucuyla Tibet'i takip ederek ilk karşılaşmalarında bu kadar pespaye karşısına çıktığından dolayı da utanç duyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)
Fantasía"İki yaşam çizgisinin ortasında kalan genç bir kız" Kendisini ait hissetmediği bir hayatın içinde bir yaprak gibi savuran 16 yaşında Simya'nın varoluş hikayesi. Simya açıklayamadığı şeyler yapan hayvanlarla konuşabilen, dokunmadan eşyaları hareket...