9-AĞAÇKÖPRÜ
Simya kendisini ilk defa gördüğü derslerle boğuşurken buldu. Eski okulundaki gibi matematik, müzik gibi dersler burada da vardı ama hocaları tatilde olduğu için sadece okulda olan öğretmenlerin derslerini alıyordu. Neredeyse koca bir ay geçmişti ama nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Derslerden kalan zamanında çoğunlukla kütüphanede kitap okuyor ya da Tibet ile birlikte okulun bilmediği yerlerini öğreniyordu. Artık derslerinde verdiği etkiyle birçok şey öğrenmişti. Rahatlıkla eşyaları uçurabiliyor, hayvanlarla konuşurken sorun yaşamıyordu. Hepsinin ne demek istediği kolayca anlayabiliyordu. Bir aylık bir zaman içerisinde büyük bir başarı göstermişti. Tabi bunda Tibet'in payı da büyüktü. Simya'nın en büyük destekçisi artık en yakın arkadaşı olmuştu.
Kendisini kapattığı yüksek tavanlı, taş duvarlı kütüphanede okulun haritasını incelerken yanına Tibet geldi. "Hadi ama Kızılcık sürekli bir şey okuyorsun. Sıkılmadın mı?" dedi oflayarak "Seni çok güzel bir yere götüreceğim. Eminim oraya bayılacaksın"
Simya ders çalışmaktan ya da bir şeyler araştırmadan sıkılacak biri değildi. Her zaman derslerin diğer aktivitelerden önemli olduğuna inanırdı. Yine de bilmediği bir dünyada yeri yerler keşfetmek bulunmayacak bir fırsattı. "Nereye gidiyoruz?" dedi heyecanlı heyecanlı. Tibet aslında sürpriz yapmak istiyordu ama gene çenesini tutamadı. Biri mavi diğer kahverengi gözlerini kaçırarak "Okulun biraz aşağısında bir yere gideceğiz. Hem göl kıyısına da ineriz" dedi. Simya günlerden Salı olduğuna emindi, okuldan ancak Cuma günü izinle çıkabiliyorlardı.
"Okuldan çıkmamız yasak değil mi?" diye kuşku dolu bir bakışla sordu. Tibet yine bir haylazlık peşindeydi ve izin alacak değildi. Simya onun gözlerindeki bu sinsi bakışı hemen tanıdı. "Sorun olmayacağına eminim Kızılcık. Hadi ayakkabılarını giy" dedi.
Simya hemen ayakkabılarını giydi, ders çalışırken genelde ayakkabılarını çıkarırdı. Ve Tibet'in peşinden merdivenlerden aşağı indi. Beraber okulun giriş kapısından çıkarak eşsiz yeşil renkli çayırdan aşağı koşarak indiler. Simya yeni tanışmış olsa da Tibet'e inanılmaz bir güven duyuyordu. Bu güveni duymasındaki en büyük sebep de Tibet'in ona karşı olan bu iyi tavrıydı. Kendi dünyasında birinin ona sürpriz yapmak için bir yere davet etmesine kesinlikle olumlu cevap vermezdi. Çayırlıktan aşağı koşarken çok mutluydu, sıcak rüzgâr yüzünü dövüyor, saçlarını uçuşturuyordu. Koşmaktan biraz soluğu kesilmişti.
"Hadi ama nereye gidiyoruz" diye bağırdı. Bir yandan hala koşuyorlardı. Kuşların mutlu cıvıltıları, güneş ışıklarının parlattığı göl kıyısı, gerçekten de çok güzel bir gündü. Hava yine cam gibiydi. Asma köprüye yanaşmışlardı ki Simya'nın daha koşacak dermanı kalmamıştı. Nefesi kesilmeye başlamıştı. Tibet onu baya geçmişti arkasını dönüp "Hadi ama az kaldı" diye bağırdı. Rüzgârında etkisiyle ses boş çayırlıkta yankı yaptı. Simya ellerini dizlerine koymuş derin derin nefes alırken, karşıdan asma köprünün oradan genç bir erkeğin geldiğini fark etti. Yorulmuştu artık, bir adım daha atacak halde değildi. Tibet arkasını döndüğünde gördüğü bu yabancıya doğru koşup sarıldı.
"İnanmıyorum dostum" dedi Tibet. Sesi mutlu geliyordu. Sanki uzun zamandır görmediği biriyle karşılaşmış gibiydi. "Neden erken geldin?"
Bu genç uzun boylu, yapılıydı. Gözlerinin mavisi uzaktan bile belli oluyordu. Simya sarışın, mavi gözlü bu gence daha yakından bakmak istedi. İlerleyip yanlarına yanaştığında hala derin derin nefes alıyordu. Yabancı hala Tibet'e bakıyordu. "Seni özledim" dedi gülerek "Ceza nasıl gidiyor?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)
Fantasy"İki yaşam çizgisinin ortasında kalan genç bir kız" Kendisini ait hissetmediği bir hayatın içinde bir yaprak gibi savuran 16 yaşında Simya'nın varoluş hikayesi. Simya açıklayamadığı şeyler yapan hayvanlarla konuşabilen, dokunmadan eşyaları hareket...