∞ 18 ∞

20.5K 1.6K 75
                                    

KİŞİSEL BÜYÜLER

Öğleden sonraki hayvan bakımı çok sıkıcı geçmişti. Çok çirkin iki tane karada da yaşayabilen balığın iç organlarını incelediler. Ders sonunda herkesin yüzünden kusma ifadesi vardı ki, Umay bile bu dersten midesi bulanmış şekilde ayrıldı. Beliz, Simya'nın yanında oturduğu halde onunla hiç konuşmadı. Bir sonraki dersin boş olmasından dolayı Can, Tibet antrenman için üstlerini değiştirmeye yatakhanelerine döndüler. Simya ikinci binanın girişinde Beliz ile birlikte onları bekliyordu. Can, Simya'dan izlemeye gelmesini istemişti.

"Benim aslında Profesör Çimen'le işlerim var" dedi Beliz yüzü de asıktı. Simya'yı tek başına bırakıp merdivenden indi, çamurlu yoldan seraya gitti. Hala yemekte kendisinden gizlenen konudan dolayı kızgındı, aslında kırgın demek daha doğru olabilirdi. Beliz hala kendisine güvenilmediğinden dolayı kırılmıştı. Hele de Tibet ile ilgili hislerini Simya'ya anlatmışken.

Can, Tibet ve Simya çamura bata çıka sahaya kadar ulaştılar. Saha okulun arka tarafında kalıyordu. Seyirci kısımları yoktu ve yağmurdan dolayı çok çamurluydu. İki üçgenin birbirine geçmiş haline benzeyen beyaz çizgiler ile birleştirilmişti. Sahanın iki tarafında oval iki kale bulunuyordu. Can yanında getirdiği üçgene benzeyen ama yuvarlakta olan gümüş topu kenara bırakıp Tibet'in elini sıktı, bu bir oyun kuralıydı.

Her an yağacakmış gibi duran gökyüzünün altında dururken Simya'nın da içi gri bulutlarla kaplıydı. İlk defa izleyeceği bir oyundan bile keyif alamıyordu. Aklında fikrinde odanın bir yerlerine saklanmış olan günlük vardı. Annesinin buradaki hayatını öğrenmek için can atıyordu. Profesör Arel'in "Bulsan da eminim okuyamazsın" dediğini unutmuştu bile. Aklında sadece gördüğü fısıltılı konuşmalar kalmıştı. Annesinin arkadaşı olduğunu söylediği için ona güveniyordu ama bunu sadece o söylemişti. Ya gerçekten annesinin arkadaşı değilse. Hafif çiselemeye başlayan gökyüzünün altında sarı renk yağmurluğu ile duran Simya kadar Tibet'inde keyfi yoktu. Yerdeki çamurdan, Can'ın sert vuruşlarından ve yağmaya başlayan yağmur yüzünden bezmiş gözüküyordu. Can her gol attığında seviniyorken, Tibet suratı asık kalenin oval dileğine sarılıyordu. Can'ın boncuk gözleri kendine oyuna vermiş, avını kovalayan bir kartal gibiyken, Simya'nın gözlerinde belli bir hüzün vardı. Anne babasını düşünüp hüzünlenmişti. Keşke bu dünyada doğmuş olsaydım dedi kendi kendine. Sonra düşündü bu dünyada doğmuş olsaydı çok sevdiği, kahramanı olan adam babası olamayacaktı. Zaten annesi de annesi olmazdı o zaman.

Bir süre kadar devam eden antrenman esnasında yağmur bastırmasaydı eğer Simya için onları izlemek daha eğlenceli olabilirdi. Yağmurluğunun içine işleyen yağmur suyu ile kızıl saçları tamamen ıslanmıştı. Hava iyice kötüleşmesine rağmen Can inatla oynamaya ve Tibet'te sızlanmaya devam ediyordu. Gri bulutların kapladığı gökyüzü saate rağmen gece olmuşçasına kararmıştı. Belli belirsiz çakan şimşek ortamı mum ışığı gibi aydınlatsa da yine de karanlık basıp, sis çökmeye başlamıştı. Simya'yı nasıl resim yapmak rahatlatıyorsa, Can'ı da oyun oynamak rahatlatıyordu. Beraber uyudukları geceden beri bu konu hakkında hiç konuşmamışlardı. Zaten kafasındaki dünya kadar sorunun içinde o geceyle ilgili düşünemiyordu. Zaten düşünmemeliydi de neticede Can onun en yakın arkadaşıydı ama Tibet gibi değildi. Tibet'e kardeş gözüyle bakıyordu ama Can için asla böyle hissetmemişti. Gözlerinin önündeki oyuna bakıyor ama kafasında dönüp duran sorulardan görmüyordu. Tibet'in acı çığlığı ile daldığı soru deryasından koptu.

Suratının ortasına çarpan gümüş üçgen ile Tibet çamurlu zemine yapıştı. Burnundan rendelenmiş domates peltesi gibi kan akıyordu. Simya koşup Can'ın demin basmaktan çökerttiği sahaya daldı.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin