KALP KOLYENİN EFSUNU
Kışın yüzünü en sert gösterdiği günlerde çizim ödevini sonunda bitirip Profesör Erguvan'a teslim etmişti. Tibet ne kadar burnunun o kadar büyük olmadığı iddia etse de Simya'nın çizimi diğer çizimler içinde en profesyoneliydi.
Çizim dersi çıkışı her zamanki gibi kütüphanede kitapların içinde kaybolmuş olan Beliz'in yanına gitti. Bir elinde günlük diğerinde kolye ile masanın ucuna oturdu. "Bu günlük yüzünden kafamı başka bir şeye veremiyorum" dedi günlüğe nefretle bakarak "Ne gerek vardı yani böyle bir büyüye?"
Beliz sonunda Hayvan Dönüşümleri 4 seviye kitabından kafasını kaldırdı, Simya'nın elindeki kolyeye baktı. "İleride bir kızı olacağını ve günlüğü okuyacağını tahmin edememiş sanırım" dedi gülümseyerek "Hem sen neden kolyeyi takmıyorsun? Annenindi nasıl olsa."
Gerçekten de kolye annesinden kalmıştı ama bugüne kadar hiç kolyeyi takmak istememişti. Doğru diye düşündü annesinden kalan bir şey artık ona aitti. Üstünde kazınan ikinci ismi tam manasıyla çözememişti ama netice de artık ona aitti. Ayağa kalktı, çok büyük bir şey olacakmış gibi hissediyordu. Kütüphane saatin erken olmasından dolayı boştu, okulun çoğu ya öğrenci salonunda ya da dersliklerdeydi. Kolyeyi zarif ince boynuna taktı, kalp şeklindeki taş tam göğsünün üstüne oturmuştu ki birden büyük bir karanlığın içine çekilir gibi oldu. Aynı sihirli kitabın içine çekildiği gibi dünyası allak bullak oldu, kör gibiydi etraf tamamen zifiri karanlıktı. Sihirli kitaptan farklı olarak daha büyük bir karanlığa teslim oluyordu. Çığlık atmak istiyordu ama sesi kısılmış gibiydi. Kolyeyi takar takmaz yere yığıldı, sara krizi geçiriyor gibi yerde debelenmeye başladı.
Fiziksel olarak duyduğu herhangi bir acı duymasa da Simya'nın ruhunun tam orta yerinde bir karanlık yayılmaya başlamıştı. Sanki buz gibi havaya rağmen montsuz geziyormuş gibi üşümüştü, etraf sanki körmüş gibi kapkaranlık olmuştu ve sanki hiç tanımadığı ama bir o kadar tanıdık hissettiren bir el tarafından tutuluyormuş gibi hissediyordu. Hiç bir şeyin olmadığı karanlık odanın tam ortasındaydı, ruhu bir çıkış yolu aramak için sağa sola koşarken vücudu ise yerde can çekişir gibi debeleniyordu. Derinden bir kadın sesi duyuyordu ama duyduğu sözler anlamsız geliyordu. Çok uzaklardan gelen keskin ama bir o kadar da ürkmüş bir kadın sesi "Seni öldürdüm" diye bağırıyordu. Gelen kadının sesi orta yaşlı birine aitti. Sanki canı yanıyor kendi canının yandığı kadar Simya'nın da canını yakmak istiyordu. Dudaklarından dökülmeye çalışan kelimeleri toparladı ama sesi kısılmıştı ne etrafı görebiliyor ne de konuşabiliyordu. Aynı anda hem kör hemde dilsiz olmuştu. Etrafına bakındı uzaklardan bir ışık, bir yüz görmeyi amaçlar gibi. Derinden duyduğu sese ikinci bir kadın sesi daha eklenmişti ama diğer ses göre daha nazik ve çok korkmuş bir sesti. Simya sesleri ayıramıyor artık ne duyduğuna emin olamıyordu.
"Seni öldürdüm. Evet, seni öldürdüm"
"Yardım edin, yalvarırım yardım edin"
"Senin ölümünü izledim" dedi ilk kadın sesi. Şimdi sesi daha korkunç geliyordu "Lena seni öldürdüm, nasıl burada olabilirsin?"
Uzakta sanki bir kadına ait süliet görür gibi oldu, uzun siyah saçlı bir kadın, zayıf narin biriydi. İkinci kadın sesiyle görüntü bozuldu.
"Ne olur yardım edin arkadaş-" ikinci ses yine duyuldu artık ağlamaklı geliyordu "çabuk şifacıyı çağırın birini çağırın, Simya duy beni"
Simya duyduğu ikinci kadın sesinin sahibini tanımıştı, Beliz birilerinden yardım istiyordu ama bu şu anda mı yaşanıyordu yoksa eski bir anı mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BÜYÜLÜ DÜNYA (1. Kitap) (TAMAMLANDI)
Fantasi"İki yaşam çizgisinin ortasında kalan genç bir kız" Kendisini ait hissetmediği bir hayatın içinde bir yaprak gibi savuran 16 yaşında Simya'nın varoluş hikayesi. Simya açıklayamadığı şeyler yapan hayvanlarla konuşabilen, dokunmadan eşyaları hareket...