Arabayla tanıdık yollardan geçiyorduk.
Bir süre hiç konuşmadan ilerledik ve istediğim yere geldiğimizde arabayı durdurdum. Dedemin evi çok değişmişti. Buraya getirmemin amacı tüm İzmir'i seyretmekti. Ama artık seyredilebiliyor mu bilmiyordum.
Ben arabanın kapısını açıp aşağıya indiğimde Gökhan da indi. Gördüğüm gelişmiş evin yanında merdiven var mı diye bakarken orada aşağıya doğru inen basamaklar gördüm. İşte hâlâ duruyordu. Peki ya onca şey değişip niye bu değişmedi ki? Acaba evin o zamanki sahipleri mi istemedi?
Gökhan'a dönerek "Gözlerini kapat, ben 'Aç.' diyene kadar da açma." dedim ve Gökhan hiç beklemeden gözlerini kapattı. Elinden tutarak yavaş yavaş eski taştan merdivenlerden indirmeye başladım. Birkaç kez düşme tehlikesi yaşasada hiç sesini çıkarmadı. Merdivenlerin sonundaki demir kapıya geldiğimizde Gökhan'a "Sakın gözlerini açma." diye bir uyarıda bulundum.
Bana yanıt olarak olumluca kafa sallarken bende demir kapının sürgüsünü açmaya çalıştım. Bu kapı oldum olası çok zor açılırdı ve hatta uzun süredir açılmadığı için de daha çok sıkışmıştı. Avuç içimle biraz daha vurarak zorladığımda elimin acımasını umursamadım. Gökhan "Ne yapıyorsun sen?" diye sorduğunda sesleri merak ettiğini anladım.
Burdan balkon gözüktüğü için "Sakın açma gözlerini, önemli bir şey olmuyor." dedim ve avcumla biraz daha sürgüye vurdum. Son vuruşum elimi daha çok acıttığı için ağzımdan boğuk bir inilti çıktı. Gökhan dayanamayıp gözlerini açtı ve diğer elimle tuttuğum sağ elimi avcuyla kavradı.
Elimi görmesin diye parmaklarımı sıkı sıkı avcumun üstüne kapattım. Parmaklarıyla benim parmaklarımı aralamaya çalıştığında "Kayra çek şu parmaklarını." dedi sinirle. Onun gücüne karşı gelemeyeceğimi anladığımda parmaklarımı serbest bıraktım. Parmaklarımı çekerek avuç içime baktığında ağzından fütursuzca küfürler çıktı.
Avcumun bir kısmı morarık ile kızarıklık arasındayken diğer bir kısmı da soyulmuş kanamak üzereydi ve cidden kötü gözüküyordu. Gökhan'ın gözleri kendini yatıştırmak için sıkıca kapandıktan sonra sağ elimdeki yaralı avuç içimi uzunca öptü. Kalbim hızlanmaya başladı her zamanki gibi.
Nefesim hızlanırken Gökhan bakışlarını demir kapıya çevirdi. Ayağıyla kapının alt kısmındaki demire bastırıp tüm gücüyle sürgüyü iktirdi ve kapı açıldı. Hâlâ yaralı elimden tutmaya devam ederken onu balkonun kenarındaki demirlere kadar çekiştirdim. Kirli yere oturduğumda o da benim sol yanıma oturdu.
Eskiden bu kadar yüksek binalar olmadığı için daha çok alan gözüküyordu ama bu da güzeldi. Neredeyse tüm şehir ve deniz kenarı gözüküyordu. Gökhan mavi gözleriyle manzaraya bakınırken "Güzelmiş. Neresi burası?" dedi. Bende şehri izlerken "Dedemlerin evi. Eskiden her kaçamak yapmak istediğimde buraya gelirdim." dedim burukça gülümseyerek.
Lise zamanlarımda yalnız kalmak istediğimde dedemlerin yanına gelirdim, bana karşı anlayışlı davranırlardı. Ergenlik işte. Çok özledim onları. Ailemi çok özledim. Gözlerim doldu, ağlamak istemiyordum. Kafamı geriye doğru sarkıtarak gözlerimi kapattım.
Duygusal biriydim ve içimde birikince en ufak bir şeyde ağlayacak kıvama gelebiliyordum. Benim gözlerim hâlâ kapalıyken Gökhan kolunu belime sararak başımı göğsüne yasladı. Gözlerimi açtığımda ağlama hissim az da olsa geçmişti. Uzun süre boyunca etrafı izledik.
Benim hayatım bu şehirde geçmişti ama artık her şey değişmişti. Etrafın yavaş yavaş kızıllaşmaya başladığını gördüğümde derince iç çektim. Burada zaman diye bir şey yoktu. Günleri bilmiyorduk, saati bilmiyorduk. Sanki bana günler kısa gibi geliyordu. Belki de günleri yaşamıyorduk sadece güneş doğup batıyordu. Yoksa gelecekte Dünya'nın dengesi mi bozuluyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstila Uçuşu
Science FictionDört küçük kapsül, milyonlarca hayat, altı farklı kişi ve hayatta kalma savaşının içinde doğan aşk. ×××××××××××××××××××× "Göreviniz tüm Dünya'nın geleceğini kurtarmak. Tek bir hatanızla herkesin hayatı tehlikeye girer. Dört tüpü de hepin...