Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım.
Ama ulaşabildiğim tek sonuç acıydı. Ağzımdan ufak bir inleme kaçtığında Mert sert bir şekilde "Dur yattığın yerde. Kıpırdanma." dedi. Profesör ışığı gözümden çekip kapattı ve önlüğünün cebine sıkıştırdı. Ciddi bir şekilde "Birazdan nedenini araştırmak için seni götüreceğiz. Aklımda birkaç tahmin var ama sadece tahminden ibaret." dedi ve acelece odadan çıkıp gitti.
Bu sefer cevap vermeleri için kızlara dönerek "Ne oldu ki?" diye sordum. Banu şaşkınlıktan açılmış ağzını kapatırken Defne "Gözlerin siyahlaştı. Ama daha demin maviydi. Gözlerini sıkıca kapayıp açtıktan sonra oldu." dedi hayretle. Nasıl yani?! Gözlerim nasıl renk değiştirebilir? Kafamın içindeki sesler git gide yükselirken delireceğimi düşündüm. Hem canım yanıyor, hem kafamın içinde sürekli konuşan sesler var, hem de gözlerimin siyah dönüştüğü gerçeğini öğreniyordum. Sizce de yeterli bir sebep değil mi?
Sesimi yükselterek "Susmuyorlar." dedim. O sırada odaya iki kişi girip kabloları vücudumdan çıkarttılar ve beni sedyeyle birlikte sürüklemeye başladılar. Arkamdan bizimkiler geliyordu. Beni buraya ilk geldiğimiz günkü gibi etrafı camlarla kaplı bir odaya aldılar. Robert denen adam Gökhanlara dönerek "Siz benimle gelin." dedi ve cam mekanın arkasına geçtiler. Yanımda duran iki kişi başımın etrafına bir sürü kablo bağladılar ve önümde duran büyük ekranda birkaç düğmeye bastılar.
İşlerini halledince durduğum yerden çıkıp cam mekanın arkasına diğerlerinin yanına gittiler. Korkuyordum. Kafamın içinde sesler olması normal değildi. Karşımdaki ekrandan mekanik sesler gelmeye başlarken profesör "Şimdi gözlerini kapatıp duyduğun sesleri hayal etmeye çalış. Biz düşüncelerini ekrandan izleyeceğiz." dedi. Vay be. Düşüncelerimi herkes görecek miydi?
Kafamın içindeki sesleri dinlemeye başladığımda hiçbir şey anlamazken sıkıntıyla iç geçirdim. Kafamın içinde sadece uğultu yapıyorlardı. Profesörün "Konuşmalara biraz daha odaklan." diyen sesi cam mekanın arkasında yankılanırken kendimi biraz daha zorladım. Tek tük kelimeler anlayabiliyordum. Beynimde duyduğum seslere kendimi biraz daha odaklarken birinin 'Sonunuz geldi.' demesiyle irkilerek gözlerimi açtım. Aynı anda karşımdaki ekran da karardı.
Bu ses normal insan sesi değildi. Bu bir robotun sesiydi. Gözlerim şokla kocaman açılırken nefes nefese kaldım. Kafamın içindeki uğultulardan hiçbir iz kalmamıştı. Gökhan acelece cam mekanın kapısını açarak yanıma geldi ve hâlâ acıyan yarama dikkat ederek bana sıkıca sarıldı. Tir tir titriyordum. Çok korkunçtu bu yaşadıklarım. Onlarla iletişime geçmiştim resmen. Ve bu son olacağa da benzemiyor.
Gökhan yavaşça "Şşş, meleğim sakin ol. Olmayacak bize bir şey." dedi fısıldayarak. Sağ elimi Gökhan'ın sarı saçlarına çıkartıp "Gökhan korkuyorum, çok korkuyorum. Her zaman kafamın içinde olacaklar. Duymak istemiyorum onları." dedim ağlamaklı çıkan sesimle. Gözlerimi Gökhan'ın mavi gözlerine çevirdiğimde bana hüzünlü bir şekilde bakıyordu.
Çok geçmeden odaya diğerleri de girince yine aynı iki kişi başımın etrafına yapıştırdıkları kabloları çıkardılar. Gökhan kollarını etrafımdan çekerken profesör "Robotlar vücuduna karışan radyasyon sayesinde seninle iletişime geçebiliyor. Sen onları duymamaya çalış, mesela bir şeylere odaklanabilirsin. Bu arada istersen burada birkaç gün daha durabilirsin ama senin yararına bir şey olmaz. Ya da sizi şehre geri gönderebiliriz." dedi. Şehre dönmeliydik, hem dinlenirdim orda.
Diğerlerine baktığımda bana onaylar bakışlar attıklarını görünce "Şehre gidelim." dedim. Profesör kafasını salladıktan sonra "Sandalyeyi getirin." diye seslendi. Bir kişi elinde tekerlekli sandalyeyle gelince şaşırdım. Teknoloji o kadar gelişiyor ama şuna bak. Banu değişik bir yüz ifadesiyle profesöre bakarken profesör güldü ve "Kullanmanız daha kolay olur diye düşündüm." dedi. Haklıydı şimdi. Biz nerden bilelim uçan sandalyeyi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İstila Uçuşu
Science FictionDört küçük kapsül, milyonlarca hayat, altı farklı kişi ve hayatta kalma savaşının içinde doğan aşk. ×××××××××××××××××××× "Göreviniz tüm Dünya'nın geleceğini kurtarmak. Tek bir hatanızla herkesin hayatı tehlikeye girer. Dört tüpü de hepin...