*Bonjour la France!
Evet! Fransa'dayız! Ve birazdan, Carlo -enişteciğim(!)- bizi almaya gelecek. Her yeri çok merak ediyorum! Özellikle de Eyfel Kulesi'ni. Bebeği sevip, hemen gezmek istiyorum!
León, elimi sıkıca tutup, "Bir yere kaybolmak mı istiyorsun?!" dedi. Maalesef haklıydı. Çünkü uçaktan indiğimizden beri, havaalanında da olsa, her yeri gezdim. León'u da beklemiyordum. Hamile hamile kaybolduğumu düşünsenize? Cinnet geçiririm yalnızken!
Yüzüne bakıp, "Tamam ya," dedim. Aslında oradan oraya koşmak istiyordum. İlk önce bebeği görmeliydim tabii. Yeğenimi neredeyse bir aydır tanıyamadım. Evet, bir ay. León öyle çok hastalanmıştı ki, iki buçuk hafta boyunca iyileşemedi. Doktorlar da, zaatürreye dönüşeceğinden korkuyorlardı. Sürekli öksürmesi, soğuk soğuk terlemesi... falan, beni de çok korkutmuştu. Ama şimdi harika!
Düğünümüz de var elbette. Haftaya hemde! Gelinlik, damatlık, davetliler ve davetiyeleri tamamlandı. Düğünümüz, o parkta olacak. Hani grup olarak gitmiştik ve piknik yapmıştık ya. Orası işte.
L: "Enişten nerede kaldı? Angie'yi arasana."
V: "Daha biraz önce aradım. Sürekli arayıp, rahatsız edemem ki."
L: "Peki."
Birden öksürmeye başladı. Ah, yine mi?! Tekrar aynı duruma gelirse ne yaparım?! Angie ve Carlo da yok ortalıkta...
Endişeyle, "León?! İyi misin?! Değilsen, taksi durduracağım," dedim.
Gözleri kıpkırmızı olmuştu ama eliyle 'iyiyim' alamında bir işaret yaptı. Hadi ya? Bende bu halini 'muhteşem' olarak nitelendiriyordum.
V: "Yalan söyleme! Kıpkırmızı oldun!"
Öksürüklerin arasından, "Su verir misin?" diyebildi. Gerçekten çok kötü durumda!
Hemen çantamdaki su şişesini çıkardım. Küçücük çantama, elli beş mililitrelik şişeyi sığdırabilen biri olarak çok başarılıydım bence.
Su şişesini açıp, içmeye başladı. Lütfen iyi olsun, lütfen iyi olsun,...
Son bir kez daha öksürdü ve dikleşti.
V: "Şimdi nasılsın?"
L: "İyiyim iyiyim."
V: "Rengin de düzeliyor. León, beni çok korkutuyorsun. O, uyuz olduğun, doktorlar da kötü bir şey olmasından endişeleniyorlar. Neden inat edip, hastanede yatmıyorsun ki?"
L: "Tekrar tartışmayalım, lütfen."
Kaşlarımı çatıp, kollarımı göğsümde birleştirdim. Asla benim istediklerimi yapmayacak mı yani?
L: "Kızma bana. Hastaneyi hiçbir şekilde sevmiyorum. Yemekleri, kokusu, soğukluğu,... her şeyi itici. Hastanedeyken nefes alamıyorum. İğneleri saymıyorum bile!"
V: "İğnelerden korkmuyorsun ki."
L: "Korkmuyorum ama o demirlerin derimin içine girmesi, tüylerimi diken diken ediyor."