22.BÖLÜM

3.8K 155 6
                                    

Beğenileri ve yorumları eksik etmezseniz sevinirim. İyi okumalar. 🌹  

Yağmur'dan

Ormanın ortasında kala kalmıştık. Endişelenmemek, korkmamak mümkün değildi.
"Ben varım yanında." Savaş'ın sesi egolu çıkmıştı fakat burası ormandı. Yanımda isterse dünyanın en büyük devlet adamlarından biri olsa bile sağ çıkma ihtimali azdı. Hayvanlar insan ayrımı yapıyorlardı sonuçta. Fakat hiç bir erkek bu olayları kadınların baktığı yönden bakmazlardı. Düşünmezlerdi. Her zaman düz, kestirme bir yoldan giderledi. Bu şekilde düşünmek erkeklerin doğasında var sanırım.

Düşüncelerimin arasında kaybolduğumda Savaş, bir anda durdu ve bana döndü. Düşüncelerimden uzaklaşıp Savaş'ın yüzüne baktığımda başının kanadığını fark ettim. Yarası çok derin değildi fakat derisi yırtılmıştı. Yaranın etrafına dağılan kan kurumuş, kırmızının koyu rengine bürünmüştü fakat yaranın içinde duran kan hâlâ kurumamış, canlı kırmızı rengindeydi. Kalbimin acıdığını hissettim. Boğazıma bir yumruk oturdu.
"Ne oldu başına?" Sesim,şaşkın ve üzgün çıkmıştı. Gözlerimi yaraya odakladım ve Savaş' a yaklaşıp başının kanadığı kısma hafifçe deydim. "Önemli bir şey değil." Dediğinde sesindeki ton, bana umursamadığını söylemişti sanki."Acıyor mu?" diye sorduğumda "Çok fazla değil." dedi. Sesindeki umursamazlık hâlâ yerindeydi. Azda olsa acıdığını itiraf etmişti. Hissettiklerini söylemesi benim için güzel bir şeydi fakat kalbimdeki sızı sevinmemi engelledi. Sağ elimi eli ile tutup başından uzaklaştırdı. Başına dokunmamı istemiyordu anlaşılan. Gözlerimi başından çekip gözlerine baktığımda kahverenginin en karışık halini görüyordum. Kararsızdı sanki. Yada başka bir şey vardı gözlerinde. Bilmiyorum. Savaş'ı anlamak zordu. Gözlerini gözlerimden çekti fakat ellerimiz hâlâ birbini tutuyordu. Savaş, sağ tarafa döndü ve gövdesi büyük bir ağaca doğru ilerleyip altına oturdu. Ellerimiz birleşik olduğundan dolayı bende onunla birlikte gidip sağ tarafına oturdum. Yorulmuş olmalıydı. Yoksa oturacağını sanmazdım. Bende yorulmuştum. Başımı omzuna yasladım ve beni rahatlatan bu büyüleyici olan kahve kokusunu içime çektim. Belki birazda olsa beni rahatlatan bu büyüleyici koku enerji verirdi.

Bir kaç dakika Savaş'ta bende konuşmadık. Fakat sessizliği bozan her zamanki gibi yine ben oldum. Omzundaki başımı kaldırıp gözlerine baktığımda "Başına ne oldu?" diye sordum. "Çok önemli bir şey olmadı. Seni ararken küçük bir kaza geçirdim." deyip konuyu kapatmak istiyordu. Ortam pek ısrar edilecek bir havada değildi, bu yüzden daha fazla üzerine gitmek istemedim ve konuyu değiştirdim.
"Şimdi ne yapacağız?" Korkuyordum.
Sağ çıkamayacaktık bu ormandan. Kesin öleceğiz. Ya kurtlar bizi yiyecek yada ayılar. Belkide yılanın beni sokmasıyla can verecektim. Eğer böyle bir şey olacaksa yılanın sokmasını tercih ederim.

Ne diyorsun sen? Korkudan iyice saçmaladın. Kendine gel! Öldüğün falan yok!

İç sesim haklıydı. Bu şekilde düşündükçe kalbimin atışlarını duyabiliyordum. Savaş'ın konuşmasıyla düşüncelerimden kurtuldum.
"Bilmiyorum. Fakat geceyi dışarıda geçiremeyiz. Biraz dinlendikten sonra kalkıp, kalacak bir yer bulmalıyız." Ciddiydi, bende oldukça gergin. Ortamı biraz yumuşatmak için sesimi, dalga geçer bir sesle çıkartıp,
"Ya bulamazsak?" dedim. Güldü. Bir anda korkum ve endişem uçup gitti. Gülüşünü seviyordum. Beni, benden alıyordu. Gülüşü sanki bana özeldi. Çünkü Savaş'ı sadece benim yanımda gülerken görüyordum. Buda kendimi, ona karşı özel hissettiriyordu. Hiç bir şey söylemedi. Sadece gözlerime bakıyordu. "Onu o zaman düşünürüz." Dedi normal bir ses tonuyla. Gözlerimi gözlerinden ayırıp başımı bu sefer göğsüne tasladım. Gözlerimi kapattım. Uykum vardı. Sıcacık bir yatakta yatmak yerine, benim yüzünden şimdi burdaydık. Belkide Savaş bana kızgındı hâlâ. Eğer kızgınsada haklıydı. Ona hak veriyordum. Çocuk gibi davranıyordum.
"Kızgın mısın?" Diye sorduğumda gözlerim hâlâ kapalı, başım hâlâ göğsündeydi. "Ne için?" Diye sorduğunda rahatladım. Sanırım kızgın değildi. "Şu anda burada olduğumuz için."
"Artık değil." Dediğinde elimi karnına koydum. Bu siyah renkli kaban yüzünden Savaş'ı hissedemiyordum. Kaban engel oluyordu. Birkaç dakika sonra Savaş'ta elini, elimin üzerine koydu. Tüylerim diken diken oldu. Eli, ateş gibiydi sanki. Ellerimde eldiven olduğu hâlde bunu hissesebiliyordum. Elimi karnında biraz geriye çektikten hemen sonra, "Uykum geldi." dedim çünkü Savaş'ın "Rahatla." demesini istemiyordum. Rahatlayamıyordum çünkü. Savaş, tekrar karnının üstündeki elimin üstüne koydu ve "Uyu o zaman." Dedi normal bir sesle.

Savaş'tan

Yağmur, bir kaç dakika içinde bir çok soru sormuştu. Artık beynimin bir kısmının yandığını hissettiğimde uyumasını istemiştim. Değişik bir kızdı. Utangaçtı. Elimi elinin üstüne koyduğumda, çekinirmiş gibi oldu. Yağmur'a hakda veriyordum çünkü ona, bu tür şeylerin biraz uzak olduğunun farkındaydım. Fakat beni, ona bağlayan da kendisiydi.

On dakika sonra elimi tekrar elinin üstüne koydum. Bu sefer çekmemişti. Uyumuş olmalıydı. Elimi elinin üstünden çektikten sonra kabanımın cebine soktum ve telefonumu elime alıp saate baktım. Saat 23:21'di. Hava iyice soğumuştu. Artık kalkmalı ve bir yer bulmalıydım. Umarım filmlerdeki gibi orman kulübesi sahnesi gerçek olurdu. Yoksa burada donacaktık.

Yağmur'un karnımdaki elini omzuma atım. Yavaş bir çekilde bir kolumu bacaklarından geçirdim ve başta kalan diğer kolumu ise belinden kavrayıp yavaş bir şekilde ayağa kalktım. Kucağımda sanki bebek uyuyormuşçasına dikkatli oluyor,Yağmur'un uyanmaması için çabalıyordum.

Yarım saattir yürüyordum ve sanki aynı yerleri dolaşıyormuşum gibi geliyordu. Hava artık iyice soğumuştu fakat Tağmur,üşümeme izin vermiyordu. Nefes verirken ki hava boğazıma çarpıyor buda benim hoşuma gidiyordu. Yağmur'a bakarken, Yağmur hafif bir kıpırdandıktan sonra gözlerini açtı. Uykulu bir şekilde bakarken kucağımda olduğunun anlaması biraz zaman aldı. Bir kaç dakika gözlerime baktı bir şey söyliyecek gibi oldu fakat vaz geçip tekrar gözlerini kapattı.

Bir kaç saat sonra artık bittiğimi fark ettim. Etrafa bitkin gözlerle bakarken birden gördüklarim karşısında ne yapacağımı bilemedim.
Yüz adım ileride bir kulübe var gibi duruyordu. Bu gördüğüm halisilasyonda olabilirdi fakat bu ihtimali umursamadan kulübeye doğru ilerlemeye başladım. Her adımımda kulübe büyüyor, halisilasyon olma ihtimali azalıyordu. Rahatlamıştım. Fakat kulübenin içinde biri varmıydı merak ediyorudum. Her neyse bunu kulübenin içine girdiğimde öğrenecektim.

Hızlı adımlarla kulübenin önüne geldiğimde derin bir oh çektim. Gördüğüm halisilasyon falan değildi. Havanın karanlık olmasına rağmen kulübenin, ağacın gövdeleri kesilerek yapılmış ve geniş bir bahçesi olduğu görülüyordu. Bahçenin etrafında ağaç yoktu. Bahçe gayet güzel çimler yeni biçilmiş gibi duruyor, çiçekler etraf karanlık olmasına rağmen belli oluyordu.

Mulübenin içinde yaşayan olduğu belliydi. Çünkü terk edilniş bi kulübe bu kadar bakımlı olması imkansızdı sanırım.

=>=>=>DEVAM EDECEK=>=>=>

GİTMENE İZİN VEREMEM |1+2|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin