23.BÖLÜM

3.9K 160 10
                                    

Beğenileri ve yorumları eksik etmezseniz sevinirim. İyi okumalar. 🌹  

Adımlarımı kulübenin kapısına yönelttim ve kapıyı tıkladım. Fakat kapıyı açan olmadı. Birkaç kez daha kapıyı tıkladıktan sonra kapıyı açan yaşlı bir adam oldu. Saçları ağırmış, saçlarının orta kısmı dökülmüş sadece alt ve yan tarafları kalmıştı. Gözleri mavi renkli olan bu adam yüzüme aval aval bakıyordu. Olayı izah etmek için " Rahatsız ediyorum fakat ormanda kaybolduk." Dedim. Lafı fazla uzatmaya gerek yoktu. Yaşlı adam beyaz, inci gibi dişleriyle gülümseyip,

"Buyrun çocuklar." Deyip elini içeriyi gösterdi. Güler yüzle
içeri girdikten sonra yaşlı adam kapıyı kapattı ve arkamdan gelmeye başladı. İlerlediğim koridor dardı. Koridorun duvar rengi kırmızıydı fakat yerdeki parke siyahtı. Yirmi adımdan sonra koridor ikiye ayrıldı. "Nereye doğru ilerliyeyim?" Diye sorduğumda yaşlı adam "Sağa." Dedi normal bir şekilde. Sağa döndükten bir kaç adım sonrasında şöminede yanan ateşle içeri aydınlanan, iki karşılıklı koltuk vardı. Koltukların rengi kırmızı, duvarların rengi ise siyahtı. Yerde duran halı ise kırmızı ve siyah desenliydi. Anlaşılan yaşlı adam kırmızı ve siyah rengi seviyordu. İçeri girdiğimde kucağımda yatan Yağmur'u sol tarafta duran koltuğa yatırdım ve yanına oturdum. Yaşlı adamda bir kaç dakika sonra odaya giriş yaptı ve karşımda duran koltuğa oturdu. "Hoş geldiniz." Dedi misafir perver bir şekilde. "Hoş bulduk." Dedim normal bir sesle. "Hangi rüzgar attı sizi buraya? Genelde insanlar buraya pek uğramaz."
"Ormanda kaybolduk." Nettim. "Yorgun olmalısınız anlaşılan kız arkadaşın yorgunluğa dayanamamış bile."
"Evet. Yorgunuz." Dediğimde yaşlı adamın gözü Yağmur'a kaydı.
"Sen bekle ben hemen yastıkları ve örtüleri getireyim." Koltuğa baktığımda koltuk baya geniş ve derindi. Yağmur'u üstüme alıp, kollarımın arasında uyumak güzel bir fikir gibi duruyordu.
"Bir yastık ve bir örtü yeterli."
Dediğimde yaşlı adam ısrar etmeden "Tamam. Siz bilirsiniz." dedi ve odadan ayrılıp yastık ve örtü almaya gitti. Bende Yağmur'un yanına yaklaşıp kabanının düğmelerini açtım ve yavaş bir şekilde kabanını çıkardım. Kabanını koltuğun üzerine koyduktan sonra tekrar Yağmur'a doğru ilerledim. Eldivenlerini ve şapkasını çıkarttım. Onlarında kabanın yanına koyduktan sonra yaşlı adam geldi ve "Örtü ve yastığı koltuğun üstüne koyuyorum. Bu arada adım Necmettin. Bir şeye ihtiyacınız olursa çekinmeden söyleyin. Hadi, iyi geceler." Dedikten sonra odanın kapısını kapatıp gitti. Neden geldiğimizi, ormanda nasıl kaybolduğumuzu sormamıştı. Yaşlı olmasına rağmen konuşmaması hoşuma gitmişti. Gece gece yorgunluktan konuşamayacaktım. Yağmur'a tekrar yönelip botlarını çıkarttıktan sonra sıra kendime gelmişti. Siyah montumu, koltuğun yanına koydum ve örtü ile yastığı elime aldım. Yastığı, şömineye ayaklarımı ısıtacak şekilde koltuğun üstüne koyduktan sonra örtüyü Yağmur'un üzerine örttüm ve Yağmur'u kucağıma alıp koltuğa oturdum. Etraf çok aydınlık değildi. Şöminenin turuncu loş ışığı Yağmur'u biraz daha güzel yapıyordu gözümde. Gözleri kapalı, yanakları soğuktan al al olmuş, dudakları kurumuştu. Dudaklarını öpmek istesemde, ruhsuz bir dudağı öpmek bana göre değildi. Bu yüzden, bu fikirden vaz geçip koltuğa Yağmurla yattım. Yağmur'un kokusunu içime çekmemle ile içime huzur doldu. Fakat bazı huyları kokusu kadar huzur vermiyordu. Bana karşı çıkmaya çalışyordu. Fakat tekrar bana geliyordu. Değişikti ve saftı. Yabancıydı benim dünyama, bu yabancılık hiç bu kadar tanıdık çıkmamıştı.

Sağ elimi beline sardım. Sol elimi ise saçına götürdüm ve saçını oynamaya başladım. Bir kaç dakika sonra yorgun olduğumu hissettim ve bu yorgunluğu en iyi uyuyarak atlata bilirdim. Yağmur'u belininden kavrayıp biraz yukarı çektim ve saçını burnumun hizasına getirdim. Yağmur'un o, yağmur sonraki toprak kokan teni ile gözlerimi kapatıp uykuya daldım.

Yağmur'dan

Gözlerimi açtığımda etrafta yoğun bir kahve kokusu vardı. Başımı yukarı kaldırdığımda Savaş'ın altımda olduğunu fark ettim. Nerede olduğum, bu şekile nasıl geldiğim hakkında hiç bir fikrim yoktu fakat olduğum durumdan şu an gayet memnundum çünkü bulunduğum ortam sıcaktı ve Savaş'ta pamuk kadar yumuşak, rahattı. Üstümdeki hafiflik bir an bana bir şey hatırlattı. Kabanım şapkam ve eldivenlerim vardı. Üstüme baktığımda bu saydıklarımdan hiç biri yoktu. Bir an utandım. Sanırım kabanımı ve diğer eşyalarımı Savaş çıkarmıştı. Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde endişelendim.
Neredeydik?
Burası kimindi?
Gerçektende merak ediyordum. Bacaklarımı sağa doğru aşağı indirdim ve ellerimi Savaş'ın göğsünden çektim. Ayağa kalktıktan sonra etrafa göz gezdirdim fakat odanın içinde Savaş'tan başka kimse yoktu. Yavaş adımlarla kapıdan çıkıp etrafı araştırmaya çıkacaktım. Savaş'tan sağlam bir azar yiyeceğimin farkındaydım ama nerede olduğumu bilmiyordum ve bu da beni tedirgin ediyordu. Aklımdaki fikri harekete geçirmek için yavaşça siyah renkteki koltuğun üstünde duran montumu giyip çıplak ayaklarıma koltuğun yanında duran botlarımı giydim. İçimden bir ses dışarı çıkmamam için uyarıyor gibiydi fakat içimdeki sesi umursamamaya çalıştım.

Yavaş adımlarla kapıya doğru yöneldim. İçimden kapının gıcırdamaması için dua ettim. Gözlerimi kapatıp parmaklarımı soğuk olan kapı koluna sardım ve yavaş bir şekilde bastırdım. Hızlı bir şekilde kapıyı kendime doğru çektim ve kapı gıcırdamadı. Fakat arkamdan Savaş'ın sesi ile aklım çıktı. "Yağmur, nereye?" Sesi sert geliyordu.
Arkama korku ile yavaş bir şekilde döndüm. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Sesin olduğu tarafa doğru döndüm. Gözlerimi yavaş bir şekilde açıp Savaş'a bakacakken bir el, belimi sıkıca kavrayıp kendine çekti. Gözlerimi bir anda kocaman açarak karşımda olan Savaş'ın gözlerine baktım. Siyah, o kadar sinirliydi ki ela olan göz rengimi sömüyordu gibiydi.
"Nereye gittiğini sanıyorsun?" Odaya ışık veren şömineye arkasını dönen Savaş, sesi ile biraz daha korkutucu duruyordu. "Sakin ol." dedim. O sakin olmadan düzgün bir iletişim kuramazdık. "Ben sakinim. Soruma cevap ver, nereye gidecektin?" Dediğinde ortamı yumuşatmak için biraz Savaş'sal çözümler kullanmalıydım. Elimi sıkıca tutan belimden ayırdım ve elimi yüzüne yerleştirdim. Açıklama yapıp bu olayı öpücüksüz bir halde bitirecektim. "Sakin ol. Bir yere gitmeyecektim. Sadece nerede olduğumuzu merak ettiğim için dışarı çıkacaktım. Fakat çıkamadım. Eğer çıksaydımda geri dönerdim." Dedim yumuşak bir sesle. Konuşurken baş parmağımla Savaş'ın pamuk kadar yumuşak olan yanağını bir ileri bir geri bir şekilde okşuyordum fakat Savaş pek yumuşamış gibi durmuyordu.
"Nereye gidersen git banada haber ver. Uyusam bile. Anlaşıldı?" Dedi soru sorarak. Sanki askerdeydik. Neyse, en azından konu erken kapanacaktı. Biraz cıvıklık yapmalıydım sanırım.
Birden dik durdum ve Savaş'ın yanağında olan elimi de asker işareri yapıp sağ alnıma doğru koydum ve " Anlaşıldı komutanım." Dedim sesimi yükselterek. Cümlemi söyledikten sonra birden ılık bir nefes yüzüme çarptı. Sanırım gülmüştü. O kalp şeklindeki pembe dudaklar bana özel olan şeklini aldımıştı. Hayal edebiliyordum. Seviyordum bu gülüşü.

Her zamankine göre biraz daha dik durduğum için Savaş'la aramızda boşluk kaldı ve Savaş, bir yandan güldü ve bir yandan da bir kaç saniye içinde aramızdaki boşluğu sıfra indirdi. Boyum Savaş' a göre yaklaşık on santim kadar kısaydı bu nedenden dolayı kollarımı Savaş'ın boynuna sardım. Şömine, Savaş'ın adem elmasını gayet net bir şekilde belli ediyordu ve gülerken inip kalpan adem elması dikkatimi çekiyordu. "Nasıl sakin olabilirim biliyor musun?" 'Evet biliyorum, bir öpücük.' Dedim içimden fakat Savaş'ı şimdi dudağından değil adem elmasından öpecektim.

Parmaklarımın üstüne iyice yükseldim ve pis bir gülümseme atan Savaş'ın boynundan narin bir şekilde öptüm. Öperken gözlerim, refleks olarak kapandı. İki dakika Savaş'ın boynundan dudaklarımı çekmedim. Bir kez öptükten sonra geri çekileceğim. diye gittiğim Savaş'ın boynuna, bir kaç kez ile geri çıktım. Boyununda kahve kokusu yoğundu. Boynundaki kokuyu hem içime çekiyor hemde öptüğüm için kokunun büyüsüne kapılmıştım. Bu yüzden birkaç kez öpmüştüm. Yüzüne bakamazdım utancımdan. Hiç bir erkeğe bu kadar yakın olmamıştım bu yüzden bazen yaptıklarımdan dolayı utanıyordum. Dudaklarımı boynundan çektikten sonra, sağ elimi ve başımı göğsüne yerleştirdim. Savaş'ın vücudu çıplaktı bu çıklak bedeni, ellerimi kor gibi yakıyordu sanki. Uzaktı böyle şeyler bana. Ağır geliyordu ruhuma.

"Ben sana, sen benimsin diyorum ya. Sende bunu kabul etmiyorsun. Artık bana bağlandın bunu sende hissediyorsun. Bana karşı gelemiyorsun. Kabul et. Yalan söyleme kendine. Kabul ediyorum, ben sana karşı gelemiyorum. Kızamıyorum, canını, kalbini yakmak istemiyorum mesela. Ben sana bu sebepten dolayı sen benimsin diyorum. İnkâr etme artık. Sen benimsin. Ben senin." Dedi fısıltıyla kulağıma. Her kelimesinde kalbime dokunmayı başarıyordu. Bunu nasıl yapıyordu? "Gitmenden korkuyorum. Anla artık. Gitmeni istemiyorum. Seni bu yüzden sahiplenmek istiyorum seni. Benim olursan gitmezsin diye sürekli sen benimsin diyorum. Benim olan her şey bir gün elimden kayıp gidiyor. Bu yüzden Gitmeni istemiyorum." Dedi. Kalbimin acıdığını hissettim. Elimi ve başımı kaldırıp Savaş'a baktığımda hiçbir şey göremedim. Ağlıyor olamazdı değil mi?
O Savaş Arıkan'dı. O ağlamazdı.
"Gitmeni istemiyorum." Dedi. Beni gerçekten de seviyordu sanki.

Acıyordu yüreğim. Hiç olmadığı kadar. Onu hiç bu kadar duygularını bana açarken görmemiştim bu an gerçekten de çok özel bir andı. Sağ elimi Savaş'ın yüzüne yerleştirdim ve belli olan yüzüne baktım. Onun olmamı istiyordu. Bu, benim için zordu. Hemde çok zor...

Bana duygularını açan efkârlı çocuk, sesinin tonunu en yumuşak tona alıp, "Yağmur, Seni seviyorum." Dedi ve dudaklarını dudaklarımla birleştirdi.

=>=>=> DEVAM EDECEK =>=>=>

GİTMENE İZİN VEREMEM |1+2|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin