"Hemen arkadaş edinmen beni çok mutlu etti doğrusu."
Pizzacıda yeni arkadaş grubumla biraz vakit geçirdikten sonra eve nasıl dönmem gerektiğini bilmediğim için ve çoğu kişinin evinin yönü benimkine ters olduğu için babamdan beni almasını rica etmek zorunda kalmıştım.
İngiltere'de her zaman beni almak için gittiğim her yerin kapısında saatlerce sıkılmadan dikilen Andre'yi hatırlamıştım.
Anneme yaptığım her şeyi ispiyonlamayı kendisine görev bilmemiş bir adam olmuş olsaydı kalan hayatım boyunca onu iyi bir insan olarak hatırlayabilirdim. Fakat koşullar fazlasıyla beni tam tersini yapmaya itekliyordu ve ben de bundan rahatsız olmuyordum.
İspiyonculuk yapan insanlardan zerre haz etmezdim.
Babam ve annem aslında kuzey ve güney, siyah ve beyaz, doğru ve yanlış kadar birbirlerine zıt karakterlere sahip olan iki bireydi. Her ne kadar aileleri evlenlemelerine öncülük etmiş olsa bile; birbirleriyle bir ömür boyu (eğer boşanmasalardı tabii) yaşayacak olan sadece ikisiydi. Uzun yıllardır birbirlerinin aile dostu olduklarına göre de, aslında karakterlerinin ne kadar da uyuşmadığını görebilirlerdi.
Ben de kazayla dünyaya gelmemiş olurdum.
Annemin çoğu zaman bana böyle baktığını düşünürdüm. Beni ne zaman tam olarak kendi kızı gibi kabullendiğini hiç bilmiyordum ama bir şeylere aklım ermeye başladığından beri beni kendisi gibi yetiştirmeye çalıştığını fark etmiştim.
Onun dinginlik bulduğu klasik müziği ben de dinlemeli, okuduğu kitapları ben de okumalı, oturup çay kahve içtiği yerlerden ben de içmeliydim. Yani kısaca küçük Olivia olmalıydım. Sanki onun gibi biri olmazsam asla hayatta kalamayacakmışım gibi davranırdı. Madem ondan bir parçaydım, öyleyse tamamiyle onun gibi olmalıydım.
Babam da tabii ki tüm bu saçmalıklara başından beri karşı çıkan birisiydi. Bana her zaman kişiliğimin bir başkası tarafından çizilmezse var olmayacak bir resim gibi olduğunu söylerdi. Kalem, kağıt, silgi veya iyi bir resim çizebilmek için başka neye ihtiyaç duyuluyorsa o mutlaka masanın üzerinde olurdu; ama resmi sen çizerdin.
Bu bakış açısı ben küçükken o kadar mantıklı gelmişti ki bir anda kendi hayatımın ressamı değil de başkası tarafından kurgulanmış boktan bir tiyatro oyununun kuklası olduğumu fark edip beni kendime getirmeye yaramıştı. Annemin söylediklerinden tamamiyle kopmamıştım, dediklerine kulak vermiştim çünkü gerçekten neyi sevip neyi sevmediğimi, neyi yapmakta iyi olup olmadığımı tek başıma görmem gerekiyordu.
Sonucunda ortaya annemin hayallerinden çok başka bir insan olarak çıktığımda (yani babamın tamamiyle aynısı olduğumda) peşime Andre takılmıştı. Babam, dışarıda içki ya da ot benzeri şeyler tüketirsem önce onunla paylaşmamı isterdi. Fakat hiç yapmamıştım. Çünkü hiçbirine elimi bile sürmemiştim. Birini kullanırken beni Andre yakalarsa gidip anneme söylerdi ve annem, bu cesarete nerden eriştiğimi sorgulayıp babamın yakasına yapışırdı.
Zavallı adam.
"Nasıllar peki?" Bir an için gözlerini trafikten ayırıp bana baktı. Gülümsemeyi denerken samimi görünmek zordu.
Onları... Sevmiştim aslında. Veya emin değildim. Amacım sadece onlarla tanışmaktı ama bir anda kendimi grubun içinde bulmak amacımın çok ötesinde ve de epey spontane gelişen bir şey olmuştu.
Ben onlarla arkadaş olmayı tabi isterdim fakat içlerinden birkaç tanesinin benimle arkadaş olmak isteyeceğini pek zannetmiyordum o yüzden, çoğunluk benimle gerçekten bir yakınlık kurmak isteyene kadar sınırlarında dolaşmamam gerektiğini kavramıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...