Bölüm 12

3.5K 268 142
                                    

Calum'ın söylediklerinde son derece ciddi olduğunu kolumdan tutup nerdeyse beni sürüklerken ona güvenmesini istediğini; Carlson'ın başına hiçbir bela açılmayacağını, Eleanor'un beni bir kez daha ortalıkta görmesiyle durulan suların tekrar çalkanma ihtimalinin yüksek olduğunu söyleyerek okulun kemerli kapısının dışına park ettiği elektrik mavisi Impala'sına bindirdiğinde anlamıştım.

Yol boyunca sessizliğimi korumak istesem de, okulu astığıma dair babama isteği doğrultusunda bir bilgilendirme mesajı gittiğinde soluğu telefonunda almasıyla bu isteğim kocaman bir yalana dönüşmüştü. Tabii ki durum her ne kadar can sıkıcı olursa olsun babama yalan söyleyecek değildim. Bu hem onun için hem de benim için durumu zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktı ve aslına bakarsanız zaten istesem de yalan söylemeyi beceremezdim. Ya sürekli kekelerdim ya 'eee' diyerek duraksardım ya da genzimi temizlerdim. Eğer karşımdakine yalan söylemek zorunda kalırsam da gözlerimi kaçırıp dururdum.

Babam da bunların hepsini bildiğine göre.

Ona her şeyi anlatmak zorunda kaldım. Bu sırada Calum, çoktan evimin önüne arabasını park etmişti. Babam, hattın diğer tarafında anlattıklarımı ara sıra devam etmem için onaylayarak dinlerken ne kadar kızacağını düşünmekten tırnaklarıma eziyet etmek üzereydim.

"Athena..." babamın sakince nefes alıp gürültülü bir şekilde verdiğini duydum. Muhtemelen şu an gözlüklerini çıkarmış, burun kemerini ovuyordu. "İki yakın arkadaşı birbirine düşürmeyi nasıl başardın?"

"Hiçbir şey yapmadım! Ben bile neye uğradığımı anlamadım ki,"

Calum'ın üzerimde dolaşan gözlerini hissetmek gerginliğimi azaltmaya yardımcı olmuyordu.

"Pekala. Eve gelince bunu konuşacağız. Eğer arkadaşın ceza alırsa aksinin olması için gerekirse yarın müdürle konuşurum, olur mu tatlım? Şimdi kapatmam gerek."

Yirmi dakika sonra bir hastasını muayene etmek zorunda olduğunu söyleyerek kapattı. Vedalaşırken sesi o kadar da gergin çıkmamıştı.

Yine de bu akşam yapılacak olan konuşmanın gergin geçmeyeceği anlamına gelmiyordu.

Sıkıntıyla nefes alıp verdikten sonra telefonu çantamın içine attım. Hala Carlson'dan bir ses soluk yoktu. Calum da hiçbir şey söylemeden oturuyordu. Demek ki Luke, Michael, Eleanor cephesinden de bir haber alamamıştı.

"Pek iyi geçmedi galiba."

Genzimi temizledim. "Zaten böyle olmasını beklemiyor muyduk?"

Bir süre sessizce arabada oturduk. Babamdan azar yemezdim. Öyle bir ebeveyn değildi. Üstelik teknik olarak ben bile bu kadar nefrete nasıl sebebiyet verdiğimi bilmezken balataları sıyıracak kadar sinirlenmezdi. Sadece birazcık tavır alabilirdi, her baba gibi benim için endişelenebilirdi.

Calum, direksiyonu kavrayan parmaklarıyla ritim tutmaya başladığında bir adım (?) atmam gerektiğini düşündüm. Muhtemelen arabadan inmemi bekliyordu. Gidecek bir yeri olmadığını bana düşündüren neydi ki zaten?

"Teşekkür ederim, Calum."

En az aramızdaki kadar sessizliği barındıran sokakta gözlerini gezdirirken konuştuğum için bana döndü. Sabahtan beri göz göze geldiğimiz birçok an olmasına rağmen; aklım Carlson ve Eleanor'a o kadar takılmıştı ki onu ihmal ediyormuşum gibi içim büyük bir suçluluk duygusuyla dolmuştu. Kalbim, bazen siyah diyebileceğim kadar koyu; bazen de erimeme neden olacak kadar güzel, sıcak bir tona bürünen gözlerine baktığımda bana acı çektirircesine çırpınarak atmaya başladı. Çantamın kulbunu avcumun içinde sıktığımı fark edemeyecek kadar yüzündeki ifadede kaybolmuştum.

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin