Bölüm 13

3.4K 258 90
                                    

"Sanırım omzumu hissetmiyorum."

Calum, sızlanmam üzerine kahkaha attı. Sigarasının dumanı karanlığın içinde ahenkle dans ederek hiçliğe karışırken üstüne jelatin yapıştırılan dövmeme baktım. Muhtemelen babam ondan izinsiz yaptırdığım için birkaç gün surat asacaktı. Ama sonra buna alışacağından emindim. En azından Aaron onu yatıştırır diye düşünüyordum.

"Ağlayarak koltuktan kalkmadığın için çok rahatladım Dawson," dedi. "Oturduğun ilk sırada böyle bir izlenim verdin herkese."

Omzumu silktim. Korkmam çok normaldi. Ömrümün sonuna kadar benimle birlikte yaşayacak olan bir şeyi cildime resmen kazıtıyordum. Üstelik Calum gibi bilmem kaçıncı dövmemi de yaptırmıyordum, oradaki kimse gibi bu konuda engin tecrübelere sahip değildim. Makine çalışıp sinek vızıltısı gibi ses çıkarmaya başlayarak yarı çıplak omzuma yaklaştığında Calum'ın bileğini tutmuştum.

Başlarda bunu yaptığım için şaşırıp bana baktığını o korkunun ve heyecanımın içinde hayal meyal görebilmiştim. İşimiz tamamen bitene kadar kendimden o kadar geçmiştim ki sonlara doğru Calum'ın elini tutuyor olduğumu bile fark etmemiştim.

Dövmemi yaptırdığım yer, Calum'ın en yakın arkadaşlarından biri olduğu kanısına vardığım yirmi dört yaşında olduğunu tanışırken altını çize çize belirten Mason'ın mekanıydı. Başlarda oldukça karanlık bir sokağa girmemizden dolayı korkmaya başlamıştım ama Mason ve mekanı gerçekten hareketliydi. Üstelik tamamiyle hijyenik ve profesyonel çalıştığını gördüğümde bir nebze de olsa sakinleşmiştim. Aksi takdirde bu kadar cesur hareket edebileceğimi hiç zannetmiyordum.

Mason, Calum'la selamlaşıp biraz lafladıktan sonra tanışmak için bana döndüğünde hayretle kaşlarını kaldırıp; oldukça hınzır bulduğum bir gülümsemeyle Calum'a tekrar dönmüştü. Ve aynen şu cümleyi gözlerimin içine bakarak söylemişti:

"Şanslısın küçük hanım. Buraya Calum'la birlikte gelen ilk kızsın."

Başlarda bana 'küçük hanım' diye hitap etmesi sinirlerimi tepeme çıkartmak için oldukça yeterli bir sebepmiş gibi görünse de dövmemi yapacak olan kişinin Mason olduğunu kavrayınca çenemi kapalı tutmak zorunda kalmıştım. Ayrıca, buraya Calum'la birlikte gelen ilk kız olmanın şerefiyle ayrıcalığımın tadını çıkarmak istiyordum. Bu cümleyi duyduğumda bizzat Calum'ın yüzündeki ifadeyi görmek için yönümü bile değiştirmiştim. Tepkisiz kalmaya çalışsa bile arada sırada Mason'a ne bok yediğini sorarcasına çatılan kaşlarından yıkılan itibarını toplamaya çalıştığını fark ettim.

Eh, her zaman Calum Hood kazanacak diye bir kural yoktu sanırım.

Sigarasını kaldırımın üstüne atıp siyah Converse ayakkabılarıyla izmaritin canını çıkarırcasına betonda söndürdüğünde bunu yapmasının ne kadar hoşuma gittiğini fark ettim. Sadece bu sahneyi bir videoya alıp kalan ömrüm boyunca haddinden fazla mükemmel yaratıldığını düşünerek seyredebilirdim.

"Mason'ı duydun. En az yarım saat boyunca o jelatini çıkartma. Günde en az dört ya da beş kere antibiyotik kremlerden sür, duş alacağın zaman da kalın bir tabaka vazelini üstüne yay ki su geçirmesin."

Omzumla onu hafifçe iteklerken şakayla karışık "Bana emir kipi kullanmandan hoşlanmıyorum." dedim. Sokağın başına park ettiği arabasına doğru karanlıkta yürüyorduk. Yanımda adımlarını atmaya devam ederken ellerini kotunun ceplerine yerleştirdi. Tıpkı benim ona yaptığım gibi kendi omzuyla omzumdan hafifçe dokundu.

"Bu kadar arıza olmandan hoşlanmıyorum." 

Gülümseyerek göz ucuyla ne tepki vereceğimi kontrol ettiğini gördüğümde yanaklarımdan boynuma kadar oturmuş bir sıcaklık hissettim. Havanın karanlık olmasına sırf bunun için şükür edeceğimi tahmin bile edemezdim.

Arıza olmamdan hoşlanmıyordu, söylediğine göre beni garip buluyordu, fevri davrandığımı söylüyordu... Sevgilisini nasıl seçtiğini merak ettim. Bir kızdan ne yaparsa etkilendiğini, günümüzdeki çoğu erkek gibi ideal kız kriterlerinin olup olmadığını düşündüm. İlk hoşlandığı kızı, ilk öptüğü kızı ve bunu düşündükçe çıldıracak gibi olsam da ilk birlikte olduğu kızı hayal etmeye çalışıyordum. Bunların hepsi, yani bütün ilkleri, bir kızda mı toplanmıştı?

Merakımı gidermek istiyordum. Zaten bir şey dilimin ucuna kadar geldiyse ayık olsam bile onu ağzımdan kaçırmamazlık edemezdim. Sanki düşündüğüm her şeyi söylememem gerektiğini bir türlü kavrayamamak yaradılışıma aykırı bir olaydı.

Sokağın başındaki arabası görüş alanımıza girdiğinde, gözlerine bakmadan ve benim için oldukça sıradan (!) bir konuymuş gibi ona "Kız arkadaşını gerçekten merak ediyorum. Sana katlanmak zor olmalı," diye söylendim.

Bir anda ayak seslerinin kesildiğini fark ettim. Ellerim kot ceketimin ceplerindeyken omzumun üzerinden arkamı dönüp, hayretle üzerimde dolaşan bakışlarını inceledim. Ses tonumdaki imayı anlamaması için oldukça monoton bir tını kullanmaya dikkat etmiştim ama kaşlarını havaya kaldırırken dudaklarına yerleştirdiği çarpık gülümsemeden, pek de başarılı olamadığım anlaşılmıştı. Yine de tıpkı diğer tüm zamanlarda olduğu gibi durumu anlamamazlıktan geldim.

"Yürüsene."

"Kız arkadaşımı mı merak ediyorsun?"

Evet, ediyorum. Hem de deli gibi.

"Ne ilgisi var?" Omuz silktim. "Lafın gelişi öyle söyledim."

Aramızdaki mesafeyi kapatırken ellerini kotunun cebinden çıkartmamıştı. Omuzlarını kaldırıp, hınzır gülümsemesinden zerre eksiltmeyerek yüzüme doğru eğildiğinde nefesimi tuttum.

"Sana daha önce berbat bir yalancı olduğunu söylemiştim, değil mi Dawson?"

Tanrım. Sadece şu an öldür beni.

"Yalan söylemiyorum," dedim yutkunmadan hemen önce.

"Buna," bu karanlıkta bile rahatlıkla seçebildiğim kahverengileri gözlerimle dudaklarım arasında mekik dokurken omzumdaki sızıyı bile unutmuştum. Ilık nefesi dudaklarıma çarptığında titredim. "Gerçekten inanmamı bekleme."

Aramıza doğan o rahatsız edici sessizliği benim bozmam gerektiğini çok iyi biliyordum. Eğer bunu yapmasaydım pişman olacağımı bile bile uzanıp onu öpebilirdim. Fakat yapamazdım. Hala kız arkadaşı olup olmadığıyla ilgili tatmin edici bir cevap vermemişti.

Dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylemeye çalıştım. Gözleri, öldürücü bir yavaşlıkta dudaklarıma indiğinde kelimeler boğazıma dizildi. Genzimi temizleyip kendimi zorladığımdaysa-

Telefonum çalmaya başladı.

Calum, gözlerini devirerek benden uzaklaştı. Uzaklaşmasını anlayabilirdim ama gözlerini devirerek uzaklaşması kafamda kocaman bir soru işaretinin oluşmasına neden olmuştı. Muhtemelen gece boyunca o göz devirmesini aklıma getirip ne yapmak istediğini düşünerek kendimi yiyip bitirecektim.

Ekranda Carlson'ın adını gördüğümde derin bir iç çektim. Aramasını yanıtlarken aynı anda hoparlöre aldım. "Carlson, ben çok merak ettim--"

"Evden atıldım."

Calum'la gözlerimiz birbirini buldu. Bir sorun çıktığını biliyordum. Onu yaklaşık otuz kere ben aramıştım, on kere falan da Calum aramıştı. Telefonlarımızı her seferinde ya meşgule veriyor ya da cevapsız bırakıyordu. Arkadaşımın başına böyle bir dert açılırken benim keyfime diyecek hiçbir şey olmayan anlarda dolaşmam Carlson için çok büyük bir haksızlıktı. Sonuçta bugün beni korumak isterken kendi başını yakmıştı.

Bencil oluşumdan nefret etmiştim.

Gözlerim yeniden dolarken, Calum telefonu elimden sertçe çekip hoparlörden çıkarttı. Biçimli kaşları çatılırken kemikli parmaklarını alnına dökülen dalgalı saç tutamlarının arasında gezdirdi.

"Nerdesin sen şu an?"

Kendime çok kızgındım. Hem de çok.

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin