Luke ile aramızda geçen hayret edici konuşma bittikten sonra kimya laboratuvarına mecburen gitmek zorunda kalmıştım. Fakat öğretmenin özenle anlattığı organik kimya konusuna kafam basmamıştı. Çünkü düşünebildiğim tek şey lanet olası Calum Hood'tan başkası değildi.
Ders boyunca durum değerlendirmesi yapıp durmuştum. Kendimde teneffüste yanına gidip, onunla konuşma zorunluluğu hissediyordum ve bu zorunlulukla başa çıkabilmemin hiçbir yolu yoktu. Gidip onunla konuşmak dışında. Ki, hatırladığım kadarıyla en son onunla baş başa kalıp konuştuğumuzda kendi adıma pek de iyi şeyler yaşanmamıştı. Çoğunlukla ben aptal gibi davranıyor olabilirdim ama Calum'ın da bana kıyasla pek mantıklı hareketler sergiliyor olduğunu söyleyemezdim. Aynı anda hem bir adım atmamı hem de ondan kilometrelerce uzağa koşarak uzaklaşmamı istiyor gibi bir hali vardı.
Ve ben hangisine göre davranacağımı kestiremiyordum.
Carlson eğer istersem benim yerime hiç çekinmeden ve bir gram pişmanlık hissi duymadan Calum'ın ağzıyla burnunun yerini değiştirebileceğini söylemişti. Bunu teklif ederken ciddi olmamasını umuyordum ama kaşlarındaki ve gözlerindeki ifadeden umduğumun tam tersi olduğunu anlamıştım.
Pekala, yapabilecek bir şey yoktu. Onunla konuşmadığım sürece rahat etmeyecektim. Muhtemelen yine beni tersleyip saçma sapan laf çarpıtacaktı ama umrumda değildi. Bazen soğuk nevale olduğu kadar kibar biri olmayı da başarabiliyordu.
Ki bu ikinci söylediğim milyonda bir falan oluyordu ama- Yine de şansımı milyonda birlik kısımdan yana kullanmak istediğim için laboratuvar dersimden çıkar çıkmaz koridorda onu aramaya başladım. Calum'ı bulduğum yer dolabının önüydü. Ona yaklaştıkça ayaklarım geri geri gidiyordu, hazır benim ona doğru yürüdüğümü fark etmemişken mantığım bulunduğum bölgeden acilen koşarak uzaklaşmamı söylese de; ayaklarımı yöneten şey kalbimdi.
Dolabının yanına geldiğimde yüzümdeki afallamış ifadeden kurtulmaya çalıştım. Tıpkı dersteyken planlamış olduğum gibi yapacaktım. Neden dengesizlik yaptığıyla ilgili onu bir güzel azarlayacaktım.
Evet, aynen böyle yapacaktım.
"Bak sen," hınzır bir gülümsemeyi gözlerimi bir türlü alamadığım dolgun dudaklarına yerleştirdi. Dolabın kapağını açıp içini karıştırırken gülümsemesini hala koruyordu. "Kimleri görüyorum burada. Beş metre öteden yürüme yasağıma n'oldu?"
Gözlerimi devirdim. Anlaşılan nasıl konuşmam gerektiği konusunda bana doğal yollardan direktif verecekti.
"Sana benden uzak dur demedim."
"Öyle mi?" dolabı karıştırmayı bırakıp alaycı bir ifadeyle neredeyse siyah diyebileceğim kadar koyu tonlara dönen kahverengilerini üzerime dikti. "Beni görünce arkana bile bakmadan koşup kaçacaksın neredeyse. Öpüştüğümüz için bu kadar utanıyor musun?"
Ne yaptığını anlamıyordum. Evet beni tersleyeceğini biliyordum ve kendimi buna hazırlamaya çalışarak yanına gelmiştim. Ama bazı şeylerin onu düşündüğümden çok daha fazla rahatsız ettiğini ve bana karşı tuhaf ithamlarda bulunacağını düşünmemiştim.
"Biz--"
"Sikeyim."
Dolabının kapağını sertçe kapattığında yerimde irkildim. Koridordaki çoğu kişinin kafası bize doğru çevrildiğinde ve korku dolu gözlerle Calum'ın öfkesinin vücuduna yayılıp onu kontrol edişini seyretmeye başladığımda Calum uzun bir süre duraksadı. Sinirden alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp gürültülü bir nefes verdiğinde bakışlarımı kaçırmak zorunda hissettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...