"Orospu çocuğu."
Carlson, okul çıkışındaki o büyük demirden kemerli kapıya doğru yürürken bende bir tuhaflık sezdiğini ve bunun Michael ile bir ilgisi olduğunu anladığından beri yakamı bırakmıyordu. Michael'ın son yaptığını bana zorla anlattırdıktan sonra savurduğu bu küfrün üzerine kollarını boynuma sardı. Daha önce hiç sarılmadığımız kadar sıkıca bana sarılırken, yanımda olduğunu elinden geldiğince hissettirmeye çalıştığını görebiliyordum.
Artık ağlayamıyordum. İçimden gelmiyordu. Evdekilerin hiçbir şeyi anlamaması için özel olarak bir çaba sarf etmemiştim neyseki. Son zamanlarda ne babam ne de Aaron eve adam akıllı uğrayabiliyorlardı. Bu durumdan rahatsız oluyor olmamın tek sebebi kendimi Michael ve yapabileceği öngöremediğim tehlikelere karşı savunmasız hissetmemdi. Yoksa elbette bazı istisnai durumlarda ikisinin işi de bazen evden, hatta benden bile önce gelebilirdi.
Carlson geri çekilirken ellerimi tuttu. Artık ifadesi bana sarıldığı zaman olduğu gibi yumuşak değil, sertti.
"Neden hemen Luke ya da beni aramadın?"
Bu soruyu soracağını biliyordum. Pişmanlıkla "Kimsenin başı benim yüzümden belaya girsin istemedim," diye mırıldandım. "Hala da istemiyorum. Kimseye söyleyemeyecektim ama-"
Carlson söylediklerim üzerine kaşlarını çattı. "Sen kafayı yedin herhalde, böyle bir şeyi daha fazla saklayamazsın." diye beni azarladı önce. "Tamam, hala Calum'dan gizlemek istemene hak veriyorum. Luke'un da boşboğaz olduğunu varsayarsak ondan da gizlemek isteyebilirsin. Ama benden asla, anladın mı?"
Biriyle paylaştığım için içim çok rahatlamıştı. Aksi takdirde inat edip kimseye söylemeseydim eğer, bomboş hissetmeye devam edecektim. Bir insanın çaresizlikle beraber yoğun bir ümitsizliğe kapılması kadar kötü bir şey olamazdı sanırım. Ne yapabileceğimi düşünüp durmaktan başıma ağrılar saplanmıştı saatlerce. Stresten kaç kere istifra etmek için lavaboya son anda yetiştiğimin sayısını bile hatırlamıyordum.
"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu Carlson. Artık ifadesi sert de değil, endişeliydi.
"Bilmiyorum," başımı yorgunca olumsuz anlamda iki yana salladım. "Sanırım artık yasal suç işlemeye başladığı için kasaba şefine falan gitmemiz gerekecek."
"Peki ya... Tony ve Aaron bunu öğrendiğinde ne olacak? Yani demek istediğim, baban balataları koparır mı dersin?"
"Hala annemle evli olmuş olsaydı muhtemelen evet. Annem onu sürekli gerip dururdu ve babam da stresten kafayı yerdi." omuz silktim. "Ama şimdi Aaron var ve... emin değilim, belki de düşündüğüm kadar kaos ortamı oluşmaz."
"Aslına bakarsan ben o kadar emin değilim. Yani, tamam biz alışığız." gözlerimin içine baktı. "Bu tarz dramalar Peterson'da hep olur. Ama bu kadarı ilk kez oluyor ve senin ailen de bunlardan çok uzak bir düzenden geldiği için korkabilirler."
Bu kısımda haklıydı. Büyük ihtimalle kasabanın şefine her şeyi kanıtlarıyla anlattıktan sonra babam kafayı yiyecekti. Onu sakinleştirmeye mi çalışacaktık yoksa kanunlar altında alabileceği en büyük cezayı alması için mi uğraşacaktık bilemiyordum. Carlson'ın tespiti son derece doğruydu. Şefe gittikten sonra bizi hiç de iyi şeylerin beklemediğini görebilmek mümkündü.
Carlson, endişemi sezmiş gibi beni toplamaya çalıştı. Moral vermek istercesine ellerimi daha da sıkı tutarken "Ama böyle olma ihtimali, Michael'ı şikayet etmekten bizi geri tutmayacak. Senden sonra bu başka birine de olabilir ve kimse bunu istemez." dediğinde başımı yavaşça sallayarak onu yanıtladım.
Kim böyle bir şeyi isterdi ki? Michael bana yaptıklarını başka kızlara yapması için onların neredeyse para ödemek için gönüllü olduklarını söylemişti ama bu gerçekten de duyduğum en iğrenç şeydi. Takıntı olmaktansa hiç olmaması daha iyiydi elbette.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...