Bölüm 17

3.7K 265 91
                                    

Bardağın dolu tarafından bakmak denilen bir olay var, hiç anlamış değilim.

Kimi insanlar bunu anlamadığımdan hayatımda uygulamıyor oluşuma yetinmeyi bilmediğimi söyleyerek ergen olduğumla ilgili tuhaf yorumlarda bulunurdu. Annemle bu tarz konuları tartışmamın imkanı yoktu, çünkü bardağın dolu tarafından bakmanın ne demek olduğunu bilmemesinin tek nedeni; mükemmelliyetçi oluşuydu. Bu yüzden dolu taraf aramasına gerek yoktu. O dolu tarafı yaratıyordu. Sanırım bu terime babam biraz daha uygun olacaktı. Sevmediği bir mesleğe, sevmediği bir evliliğe yıllar boyunca katlanmasındaki tek sebep bendim. Bardak onun hayatıydı ve dolu olarak görmeye çalıştığı taraf varlığımdı.

Şimdi kendi bardağıma bakıyordum. Dolu tarafından bakabilmeye çalışıyordum, hatta kendimi buna zorluyordum adeta. Kendimi yanlış insanda mı kaybetmiştim? Yanlış kişilerle mi arkadaş olmuştum?

Veya belki de tamamiyle yanlış olan bendim. İngiltere'de yaşarken böyle düşündüğüm için acı çektiğim günler çok olurdu. Ben yanlıştım, etrafım yanlışlarla doluydu. Ama sorunun ne tamamiyle yanlış ne de tamamiyle doğru olmaktan geçmediğini öğrendiğimde; kendimi bu insanların yanında bulmuştum. Aaron'ın dostluğunu burada kazanmıştım. Ne bütünüyle vasat ne de bütünüyle mükemmel olabilmemizin imkanı yoktu. Elbette ki bir yerlerde doğru ya da yanlış yaptığımız bir nokta vardı.

Önemli olan o noktayı bulabilmekti. Ve zaten sorun da buradaydı. Nereyi yanlış veya doğru yaptığımı bulamayacak kadar acı çekiyordum.

Calum'la arabasında yaşadıklarımız üzerinden birkaç gün geçmişti. Babam, okula gittiğinde Carlson'ın annesini de çağırmışlardı ve babam, annesini yumuşatmanın nihai bir yolunu bulmayı başardığı için Carlson tekrar evine dönmüştü. Ama bende bir gariplik olduğunu sezecek kadar vakit geçirmiştik. Çok fazla soru sormasa da, Calum'la bir şeyler yaşadığımı anlamıştı. O an için konuşmamızın uygun olmayacağına karar verdiğinde ona minnettar olduğumu hissetmiştim. Evdekilerin bir şeylerden şüphelenmesini istemiyordum.

Fakat kesinlikle normal halim gibi davranmaktan oldukça uzak hareketler yapıyordum. Ödevlerimi bitirdikten sonra bile aşağıya, babam ve Aaron'ın yanına inmiyordum. Yemekten yemeğe onları görüyordum, hatta bazen öğün atladığım bile oluyordu. Onlara anlatmam için gözlerimin içine içine endişeyle baktıklarını anlıyordum ama yapabileceğim bir şey yoktu.

Calum aklıma her geldiğinde, boğazım düğüm düğüm oluyordu.

Pazar günü Carlson bize gelmişti. Sinemada çok güzel bir zombi filmi olduğunu, mutlaka izlememiz gerektiğini söyleyip, resmen beni yatağımdan sürükleyerek çıkarmıştı. Film boyunca sanki canımı yakan bir şeyler yokmuş gibi davranmayı tercih ettiğini biliyordum. Ne zaman ki film bittiğinde hiç ağlamamam gereken bir sahnenin sonunda ağlamaya başlamıştım, Carlson o zaman ağzını açıp gözlerini yummuştu.

İlk başta annesine kendini affettirebilmek için müdürden kütüphanedeki kitapların çoğunu düzenlemek gibi bir ceza aldığını söyleyip, hayatımdan şikayet etmemem gerektiği konusunda beni azarlamıştı. Sonra; Calum Hood gibi bir 'adi' için ağlayan kızları gördüğünde suratlarına tekmeyi basmak istediği konusunda sinirle inlemişti. Daha sonra, Calum'a beni ağlattığı için hayatımda hiç duymadığım küfürler etmeye başlamıştı.

En sonunda da bana sarılmıştı.

Böylelikle pazar günü faciasını da atlatmış olmuştum.

Ama işler, tabii ki pazartesiye geldiğinde; umduğum gibi gitmeyecekti.

***

"Nasıl bir insansın sen?" Carlson, beni azarlamaya dün kaldığı yerden devam etme konusunda epey ısrarcı görünüyordu. Kucağımda tuttuğum kalın cilti ve üstü tozlu kitapları alıp alfabetik sıraya göre yerleştiriyordu. "Hangi insan ne kadar yakın arkadaşı olursa olsun bu işkenceye katlanır ki?"

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin