Carlson'ı birkaç dakika uzağımızdaki ana caddeden aldık. Sırtında sırt çantasıyla New York'un akşamın karanlığına eşlik eden serinliğine rağmen üzerinde sadece kısa kollu bir tişört ve kapri kotu vardı. Gözlerindeki şişlikleri görmemek için son derece kör olmanız gerekiyordu. Beni garip hissettiren şey bir insanın ağlaması değildi. Arkadaşımın ağlamış olmasıydı.
Özellikle bu kişi Carlson ise.
Hem kendime hem de Eleanor'a olan öfkem yol boyunca ona katlanarak artıyordu. Nasıl bu kadar düşüncesizce hareket edebilirdik? Pekala, ben hala problemin ne olduğunu bilmiyordum ama koridorun ortasında koluma yapışıp benden nefret ettiğini haykırmasına sebep olmuşsam eğer canını gerçekten yakmış olmalıydım. Ki tekrar tekrar söylüyordum; ne yaptığımdan haberim yoktu. Ona karşı hep nazik olmuştum, yardımımı istediğinde destek olmaya çalışmıştım. Ne Carlson ne de ben böylesine bir saygısızlığı hak etmemiştik.
Carlson, babamın ikimizin önüne aynı anda bıraktığı çay kupalarını masaya sessizce konumlandırırken Aaron kollarını göğsünün biraz altında bağlamış; Carlson için üzüldüğünü düşündüğüm bir ifadeyle sürekli bizi izliyordu.
Onu evime getirmiştim. Sokakta yatmasına falan izin verecek değildim. Babam ve Aaron'ın durumdan zaten haberleri vardı. Eve gelmeden önce henüz daha yoldayken ikisine de arkadaşımı yatıya getiriyor olduğuma dair bir mesaj göndermiştim.
"Teşekkürler, Bay Dawson," dedi Carlson. Arkadaşımın daha önce bu kadar kibar olabileceğini düşünmezdim ama bu haldeyken bile hala hepimizin tanıdığı Carlson olmaktan uzaklaşamıyordu.
"Bana Tony diyebilirsin Carlson," dedi babam gülümseyerek.
Babamın arkaşıma karşı oldukça sıcakkanlı ve samimiyetle yaklaşmış olması beni mutlu etmişti. Zaten karakteristik olarak aksi birisi değildi. Kaç yaşında olursa olsun zihni hep genç kalacaktı ve tahminimce hep bir genç gibi düşünecekti. O yüzden Carlson'ı bize getirmiştim. Onu yargılamayacak, yaptığı cesurluğu saçma bulmayacak; tam aksine böylesine zor bir zamanda ona destek olabilecek insanların varlığını hissetmeye ihtiyacı vardı.
Carlson yarım yamalak gülümsedikten sonra gözlerini bizden kaçırdı. Gerçekten onu yorgun ve üzgün görebileceğim hiç aklıma gelmezdi. Çünkü bilirsiniz, Carlson'dan bahsediyorduk. Hep alaycı, enerjik, komik bir yanı vardı.
Aaron, genzini temizleyerek ortamdaki sessizliğin kırılmasına yardımcı oldu. Olaya dahil olup olmamak arasında kocaman bir ikilemde savruluyormuş gibi görünüyor olsa da, sonunda konuşmaya karar vermişti. Carlson'a dönüp elinden geldiğince onu rahatlatmaya çalışarak "İstediğin kadar burada kalabilirsin canım," dediğinde Carlson hemen başını kaldırdı.
"Bu tarz şeylerden--"
"Aaron haklı," diye sözünü kesti babam. "Seni kızımı savunduğun için ailenin sana olan kızgınlığından faydalanıp minnet borcumu yerine getirmek gibi bir amacım yok. Bu epey çıkarcı olurdu."
Eğer Carlson ve Luke gelmeselerdi, Eleanor'a karşı ciddi bir atak yapar mıydım bilmiyordum. Daha önce kaç kere kavga ettin diye sorsanız hiç etmediğimi söylerdim. Özel okullarda bu tarz şeylere meyilli insanlar olmadığından değildi. Ama ağır yaptırımlar uygulanırdı. Kimse de bu yaptırımların sonucuna katlanmayı göze alamadığından kavga çıkarmazdı.
Eh, en azından okul sınırları içerisinde çıkarmazlardı.
"Ben yarın okula gidip müdürünüzle görüşeceğim. Belki babanı da bilgilendirirsek onunla--"
"Benim babam yok."
Carlson'a o an nasıl bir surat ifadesiyle baktığıma dair hiçbir fikrim yoktu. Ama şok olduğumu söyleyebilirdim. Daha önce bundan hiç bahsetmemişti. Yani, daha doğrusunu söylemek gerekirse ailesinden hiç bahsetmemişti. Annesinin pek de mülayim bir kadın olmadığını Eleanor'dan lafın arasında öğrenmiştim ki, bunu ağzından kaçırdığını Carlson duyarsa onu öldüreceğini söylemişti. Demek ki bu konuda fazlasıyla hassastı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...