Calum, sırtını yatağımın başlığına yaslayıp uzandığı yerde doğruldu. Kemikli parmakları dağınık kuzguni saç tutamlarının arasına dolanıp yavaşça kayarken eve geldiğimizden beri yaptığı her hareketi en ince detayına kadar inceleme işlemime kaldığım yerden devam ediyordum. Lacivert kazağının kollarını dirseklerine kadar sıvayıp kavruk teninin üzerini süsleyen dövmelerini ortaya çıkarırken onu seyrettiğimi fark etmişti. Kaşlarını sevimli bulduğum bir hayretle havalandırıp gülümsedi.
"Beni ne kadar süredir öyle izliyorsun?"
O an içinde sesi beni gerçek dünyaya döndüren en büyük etkendi. Uzandığım yerde bütün ağırlığımı tek bir dirseğimin üzerine vererek onu seyrediyor olmaktan daha iyi bulduğum bir iş yoktu. Kalan hayatımı bu şekilde hiç şikayet etmeden geçirebilirdim.
"Oldukça uzun bir süredir," dediğimde dudaklarındaki gülümseme büyüyerek güzel yüzünü aydınlattı.
Hiç ikimiz tek başımıza vakit geçirmediğimizi fark ettiğimizde isterse bize gelebileceğini söylemiştim. Carlson ve Luke'u da çağırmıştık ama ikisi de yüzlerindeki aynı muzip ifadeyle Calum ve bana bakıp 'Biz almayalım,' diyerek teklifimizi geri çevirmişlerdi.
Calum'la sipariş ettiğimiz pizzayı yedikten sonra mutfağı toplayıp film izlemek için odama çıkmıştık ama film izlemek dışında her şeyi yapmıştık. Son dakikada başımıza gelen Carlson ve Luke olaylarından müziğe, en sevdiğimiz mevsimden en sevdiğimiz yemeğe kadar saçma görünen ama bizim önemli bulduğumuz en ufak detaylara kadar konuşmuştuk.
Birbirimizi daha yakından tanımamızı sağlayacak her şey hakkında yani. Ve bir kez daha, Calum'la konuşmanın beni ne kadar rahatlattığını fark ettim. Onunla ilk tanıştığımız zamanlarda insanlara o kadar da dikkatle kulak kesilmediğini falan düşünmüştüm ama şu an, o önyargılı düşüncemden dolayı birazcık utanmıştım. Sessiz oluyor olması detaylara dikkat etmediği anlamına gelmiyormuş meğerse.
Bunu, beni yemekhanede saçma bir melodi mırıldanırken duyduğunu itiraf ettiği ilk günden anlamış olmam gerekirdi.
Başımı yasladığım avcumu yakalayıp oradan bileğime uzandı. Parmakları tenimi nazik bir şekilde kavrarken gözlerimin içine hayranlık dolu bakışlarla baktı.
"Bana hala anlatmadın," diye sessizce mırıldandığında bakışlarımı kahverengilerinden kaçırmaktan bir şekilde kendimi vazgeçirdim.
"Neyi?"
"Ağlayarak sabahladığın o gecenin nedenini."
Hatırlamak istemediğim kadar berbat bir gündü. Ertesi sabahı onlara nedeninden bahsetmek istememiştim. Çünkü kimse ben ve benim çalkantıları bir türlü durulmak bilmeyen ailevi problemlerimi dinlemek zorunda değildi. Sonrasında zaten araya Şükran Günü girmişti, sonra Michael olayı patlak vermişti, sonra Calum ve ben; hemen arkasından da Carlson ve Luke birlikte olma yolunda bir adım atmıştık. Annemi düşünecek bir vaktim olmamıştı ve açıkçası, onun da bizi düşündüğünü hiç zannetmiyordum. Düşünmek zorunda bile hissetmiyordu belki de.
"Unuttuğunu sanıyordum." fısıltım ikimizin arasına dudaklarımdan yavaşça döküldüğünde dudaklarına çok kısa bir tebessüm yerleştirdi. Kemikli parmakları, örgümden salınan saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken yüzü daha anlamlı bir ifadeye büründü.
"Seninle ilgili hiçbir şeyi unutamıyorum." kaşlarını beni temin etmek istercesine havaya kaldırdı. "Bunu biliyorsun. Sana burada olduğumu laf olsun diye söylemedim."
Sözlerinin altındaki şefkati bir kere bile annemden alamamış olmak beni buruk hissettirdi. Birkaç ay öncesine kadar benim için bir yabancı olan çocuğun gerçekten hayatımda edindiği yeri korumaya çalışıyor olması fakat annemin, kendi öz kızı için hiçbir çaba göstermiyor olması kalbimi bir kez daha kırdı. Sertçe yutkunurken burnumda bir yanma hissi oluşmaya başladı. Ama bunu önemsemedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...