Bölüm 40

2.5K 225 56
                                    

"İngiltere'ye gitmek istemiyorum."

Babam sabırla bir nefes alıp verdi. Birkaç gün içinde resmen çöküş yaşamıştı. Yapacağı bütün ameliyatları, verdiği tüm muayene randevularını sadece benim için iptal etmişti ve hastahane her geçen buna biraz daha tepki gösteriyordu. Aaron'dan başka ikimizin arasında köprü görevi görebilecek kişi olmadığı için babamla aramda dolaşan bütün o negatif enerjiye Aaron da maruz kalıyordu. En az babam kadar o da sıkıntılıydı.

"Athena-"

"Oraya gitmek istemiyorum. Hatta ben hiçbir yere gitmek istemiyorum. Burada, evimde kalmak istiyorum."

Aaron masanın üzerinden sakince elime uzanıp tuttu. Birinin sakin kalması gerekiyordu ve bu yine Aaron'dan başkasına düşebilecek bir şey değildi. Gözlerimin içine endişeyle bakıyorlardı. Onlara hak veriyordum. Benim için üzülmeleri ve bir süreden sonra endişelenip korkmaya başlamaları çok normaldi. Ama artık kötü de olsa her şey bitmişti. Michael ve ailesine çok ciddi bir dava süreci başlatmıştık, bulduğumuz avukat ve kasabanın şefi de ellerinden geleni yapacaklarını garantilemişlerdi.

Neden... gitmek zorundaydık ki tüm bunlara rağmen? Hem de arkama bakmadan kaçtığım İngiltere'ye.

"Tatlım biz sadece biraz tatil yapmanın iyi olacağını düşünüyorduk. Bütün bunlardan uzak birkaç gün geçirmek üçümüze de iyi gelecektir."

"Bunu anlıyorum." dedim başımı sallarken. "Ama birincisi, buna ihtiyacım yok. Evet korktum ve sarsıldım ama bu altında ezileceğim anlamına gelmiyor. İkincisi de tatil yapmak için İngiltere'den başka bir yer yok mu? Neden 'bu' kadar uzaklaşmak zorundayız?"

"Çünkü ben annenin yanına geri dönmeni istiyorum Athena."

Babamın kurduğu bu cümle karşısında şok oldum. Aaron'ın kavradığı elimdeki tüm kaslar bütün vücudumla aynı anda kasıldı. Aaron, bunu hissettiğinde endişeyle elimi daha sıkı kavradı ama ben geri çekildim. Sandalyede düzgünce oturuyor olmama rağmen az kalsın parkeye çakılacakmışım gibi hissetmiştim. Afallayarak gözlerimi kırpıştırdığımda Aaron, babama ters ters baktı.

"Tony." dedi uyarıcı bir ses tonuyla. "Bunun sırası değil şimdi."

"Kızım en çok nerede güvende olursa oraya gitmesini istiyorum, bunda ne var?"

Histerik bir kahkaha attım. Babamın böyle düşünüyor olmasına inanamıyordum. "Beni oradan buraya daha 'güvende' olurum diye getiren sendin. Şimdi nasıl geri postalarsın?"

Babam oturduğu yerden bir hışımla ayağa kalktığında ben de kalktım. O kadar sinirlenmiş ve o kadar haksızlığa uğramış hissediyordum ki... avuçlarımı yumruk yapıp sıkmaktan başka bir çare bulamıyordum.

"Evet ama o okulda başına bir sapık sarmadan ve babası alkol bağımlısı olup bir adamın ölümüne sebep olmak üzere olan bir erkek arkadaşın olmadan önceydi!"

Bir kez daha afalladım. Aldığım hiçbir nefes ciğerlerim için yeterli gelmediğinde bir an için gözüm kararır gibi oldu, fakat çabuk toparlandım. Yumruk yaptığım avuçlarımdan birisini açarak sandalyeyi kavradım. Bir yerden destek almazsam düşecek gibi hissediyordum.

Calum'ın babasıyla ilgili bir şeyleri ilk defa o korkunç kavgada duymuştum. Ondan önce kimse hiçbir şeyden bahsetmemişti. Ama bahsetseler ne olurdu ki? Calum bana hiçbir zaman zarar vermemişti. Calum kimseye hiçbir zaman zarar vermemişti. O benim için bu dünyadaki en mükemmel insanlardan birisiydi. Babasıyla ilgili olan problemler ne beni ne de bir başkasını ilgilendirirdi; ancak kendisinden başka tabii. O yüzden bana anlatmamasına kızmıyordum-

Eğer babamın bu söylediği doğruysa.

"Sen..." kaşlarımı çattım. Babam karşımda resmen burnundan soluyordu. Aaron ise artık her şeyi bırakmıştı. İkimizin arasındaki kasırgayı dindiremeyeceğinin farkına varmış gibi sadece seyrediyordu.

"Baba sen bunu nereden biliyorsun?"

"Athena ne önemi var?" ellerini iki yana açarak bağırdı. "Biz seni böyle yetiştirmedik, sen böyle şeyler bilmiyorsun. Başına gerçekten büyük bir bela açılırsa ben ne yaparım?"

"Bana bağırma." dedim dişlerimi sıkarak. "Ayrıca sen ne zamandan beri insanları yargılıyorsun? Olayın gerçeğini-"

"Sen biliyor musun gerçeğini?"

"Bilmiyorum ama Calum'a güveniyorum!" bu kez ben de kendime engel olamayıp bağırdım. "Tamam mı? Calum'a çok güveniyorum, Carlson ve Luke'a da. Bütün bu olaylardan haberin yokken başıma bela açılmaması için herkesten daha fazla uğraştılar ve beni senin gibi yargılamadılar. Birbirlerini de."

Aaron gözlerini kapatıp avuçlarını onlara bastırarak ovalamaya başladı. Babam ise burnundan soluyarak beni dinlemeye devam ediyordu.

Bu çok büyük bir haksızlıktı. Babam ve Aaron'ın onları ne kadar sevdiklerini biliyordum. Babam böyle bir insan değildi, bunu da biliyordum. Onları yargılamazdı. Birilerini yargılayabilecek olsa ilk başta kendisini yargılardı ama ufkunun geniş bir insan olduğunun farkındaydım.

Babam annem gibi biri değildi. Sadece korkuyordu ve korkunun kendisini ele geçirip, eylemlerini, kararlarını yönetmesine izin veriyordu. Fakat en büyük yanlışı korkuya izin vererek yapıyordu. Bu bize kötülükten başka hiçbir şey getirmiyordu ve şu an bunu göremeyecek kadar o duygunun esiri olmuştu.

"Çok yanlış yapıyorsun." dedim babama. "Üstelik annem gibi davranıyorsun, ben senin farklı olduğunu sanmıştım."

"Hah," babam histerik bir şekilde gülümsedi. "Duydun mu Aaron? Annesi gibi davranıyormuşum!"

"Baba sen onları seviyorsun! Şimdi sadece korkuyorsun diye onları ve gerçeklerini yargılamayazsın. Üstelik sapığın biri istemeden bana yapıştı diye beni cezalandıramazsın!"

"Sen de bana ne yapacağımı söyleyemezsin-"

"Yeter artık!"

İkimizin arasındaki kasırga birden duruldu. Bunun durulmasını sağlayan şey ise, babam ve aramızdaki şiddetli bağırışmalardan çok daha gürültülü olan Aaron'ın isyan dolu bağırışıydı.

Artık patlamakta haklıydı. Günlerdir sadece ikimizin arasındaki o yatıştırıcı görevini üstlenmekten, herkesin ona sinirlenip patlamasından ve hep arayı iyi tutmak için kendisinin yıpranıyor olmasından çok yorulmuştu. İşlerin nasıl bu noktaya gelip de bu denli kör bir düğüm halini aldığını hiçbirimiz anlamamıştık.

Anladığım tek şey babamın aşırı derecede korkmasının bize zarar veriyor olduğuydu. Korkabilirdi, buna hakkı vardı. Ama beni istemediğim bir yere postalayamazdı. Özellikle orası İngiltere ise, asla.

"Tanrım, ikiniz de sekiz yaşındaki çocuklar gibi birbirinize bağırıyorsunuz ve ne dediğiniz bile anlaşılmıyor!"

Babam resmen dut yemiş bülbüle dönüp suskunlaştı. Ben ise durduğum konumumu koruyarak avuçlarımı sıkmaya devam ediyordum. Hızlı hızlı nefes alıp vermekten göğsüm düzensizce inip kalkıyordu. Genzimi temizleyip ikisine de bakmayı reddettim. Gözlerimi mutfağın parkesine diktim. Sanki çok ilginç bir şeymiş gibi.

"Şu lanet sinirleriniz yatışmadan ve iki yetişkin olduğunuzu hatırlamadan benimle sakın konuşmayın. Özellikle birbirinizle hiç konuşmayın! Beni anladınız mı?"

İkimizden de ses çıkmadı. Ama bu onaylamıyor olduğumuz anlamında değildi. Daha çok onaylıyoruz ama sesimiz çıkmasın türünden büründüğümüz bir sessizlikti.

Aaron sinirle odaya çıktı. Babam tam Aaron'ın arkasından gidecekken, işaret parmağını bana doğru kaldırıp sallayarak konuştu.

"Fikrim değişmedi ve değişmeyecek de."

İlk defa babama karşı bu kadar öfkeli, bu kadar kızgın hatta inanılmaz derecede nefret doluydum. Michael Clifford'dan da nefret ediyordum. Başımıza ne geldiyse onun yüzünden gelmişti. Ortalığı resmen savaş alanına çevirip gitmişti. Şimdi aldığı ya da alacağı cezanın artık bir önemi yoktu.

Benim hem ailemi hem de... arkadaşlarımı dağıtmıştı.

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin