Kimya laboratuvarından çıkar çıkmaz nerdeyse zombi olduğunu düşüneceğim kadar yorgun ve zayıf, salına salına adımlar atan Eleanor'la karşılaştım. Sırtı bana dönük bir şekilde koridorda yürüyor olduğu için ben seslenene kadar beni fark etmemişti. Çantamın kulbunu kavrayıp ona seslendikten sonra koşarak arkasından gittim. Yetiştiğimde omzundan kavrayıp yönünü bana çevirdim.
"Hey, Eleanor-- Aman tanrım."
O gerçekten çok solgun görünüyordu. Göz altı torbaları oluşmuştu ve her birinin üzeri mor halkalarla kaplıydı. Ten rengi zaten normalde de beyazdı ama şu an, bir rengi yok diyebileceğim kadar soluktu. Saçları darmadağın olmuş bir topuzdu, sanki saç tellerinde bile bir canlılık yoktu. Dudakları kupkuruydu. Bakışları boştu.
"Eleanor..." sesimin titrek çıkmasına engel olamadım. Eğer çok sık makyaj yapan bir genç kız olmuş olsaydı onu makyajsız gördüğüm için şaşırmış olduğumu düşünebilirdim ama buna gerek kalmayacak kadar canlı, parlak ve güzel bir yüzü vardı. Dudakları her zaman pembe olurdu. Sınavlara ve sözlülere çalışabilmek için uykusundan feragat ettiği zamanlarda gözleri biraz şişerdi ama şimdi karşımda duran tablo bunların hiçbirinin normal olmadığını gösteriyordu.
"Hiç iyi görünmüyorsun, ben çok--"
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir şeyler söylemem gerek miydi bunu bile bilmiyordum. Yanımızdan akıp giden kalabalık öğrenci grubundan birazcık uzaklaşmak adına onu dolapların köşesine çektim. Yüzüne dökülen bebek saçlarını geriye atarken donuk bakışları yüzünden nerdeyse ağlayacaktım.
"Benimle konuşabilirsin, Eleanor. Günlerdir telefonlarımıza bakmıyorsun. Hepimiz senin için çok endişelendik."
"Yani..." sesi benim gibi çatlak çıkmıştı. Genzini temizledikten sonra kaşlarını teyit etmek istercesine havaya kaldırdı. "Bana kızgın değil misiniz? Sen ve Carlson?"
"Carlson'ı bilirsin," içinin rahatlamasını istediğimden samimiyetle gülümsemeye çalıştım. "O her şeye kızar."
Muhtemelen arkasından böyle konuştuğum için beni öldürecekti ama önemli değildi. Eleanor'u bu halde görmüş olsaydı o da sert mizacını bir kenara bırakmak zorunda gibi hissederdi.
Eleanor sessizce başını salladığında içimde bir şeylerin burkulduğunu hissettim. Grubumuzda her türlü insandan bir parça vardı. Eleanor daha çok... Grubun rengiydi. Evet, o grubumuza renk katan tek kişiydi belki de. Naifliğiyle, bilgeçliğiyle, Michael yanındayken gözlerinde parlayan ışıltılarıyla, giydiği renkli etekleriyle, kızıl, uçlarına doğru dalga dalga olan saçlarıyla kendine ait başka pek çok güzelliği de ruhunun derinliklerinde gizliyordu. Hareketlerindeki doğallığı yapmacık bulabilmek için ondan gerçekten bile isteye nefret etmeniz gerekiyordu ki bu ışıltılı enerjiyle Eleanor'dan nefret etmek nerdeyse imkansızdı.
"Michael'la tartıştınız mı, Eleanor?" Elimi koluna koyup ona destek vermek istercesine sıvazladığımda göz bebeklerinde saklanmış pırıltıların Michael'dan bahsetmemle birlikte nasıl ortaya çıktığını gördüm.
Carlson'ın, Eleanor'un Michael'a bir takıntısı olduğunu söylediğini hatırlıyordum. Ama bu pırıltılar babam ve Aaron'ın gözlerindeki pırıltılarla bire bir aynıydı.
"Bak," genzimi temizledim. "Bunu sormak, hatta ima bile etmek benim için hiç kolay değil ama eğer Michael seni bir şeye zorladıysa bunu bilmemiz gerekiyor Eleanor--"
"Hayır!"
Bana aniden öyle bir çıkıştı ki uzun süre aramızda dolaşan sessizlik kırıldı. Koridorda olan birkaç kişinin kafalarını çevirip bize baktıklarını görünce ne yapacağımı bilemedim. Üstelik Eleanor da kontrolünü kaybetmeye başlıyor gibiydi. Sakinleştirmek için kollarını tutmak istediğimde benden önce davranıp kolumu yakaladı. Parmakları etimi öyle sıkı kavramıştı ki canım yanmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...