LUKE
"Calum'ı gördün mü?"
Andy, elinde iki tane bira şişesiyle aynı anda içeriye girdi. Başını beni onaylamak için aşağı yukarı sallarken, bizim takımın oturduğu masaya yanıma geldi.
"Kapının önündeki iki kızı azarlıyordu. Birasını da elime tutuşturdu, beni içeri postaladı."
"Ne?"
Andy cümlesini tamamladığı ve son zamanlarda hiçbir şeyi yeterince iyi algılamadığını düşündüğüm beynim söylediklerini tüm gerçekliğiyle kavradığında oturduğum yerden sıçrayarak kalktım. İçerinin duvarlarını yıkmak istercesine çalan yüksek sesli müziğe rağmen Andy telaşımı oldukça net duymuştu ki, kaşlarını çatarak bana baktı.
"Ne bok yiyorsun Hemmings? Otursana-"
"Kızlar nasıldı?"
Andy yüzünü buruşturdu. "Ne demek nasıldı?" kaşları hala beni anlamaya çalışmakta zorlandığını ifade ederek çatılıp duruyordu. "İki kız diyorum işte. Neye benzeyebilirler ki?"
Parmaklarımı telaş ve öfkenin dolduğu içimdeki sıkıntıya yenik düşürerek saçlarımın arasından kaydırırken Andy, takımdaki çoğu erkeğin kucak dansıyla meşguliyetini seyretmekten ve önündeki iki birayı da yudumlamaktan başka hiçbir bok yapmıyordu. Tepkisiz duruyor oluşuna daha da fazla öfkelenip kolundan çekiştirdim.
"Kızların biri esmer ve kıvırcık mıydı?" diye sordum. Beni rahatça duyabilmesi için sesimi yükseltmek zorunda kalıyordum. "Çok güzel bir kız, ufak tefek ama sürekli küfür ediyor. O muydu?"
"Carlson Irwin'den mi bahsediyorsun?"
Andy'nin omzuna elimden geldiğince sert bir şekilde vurdum. Elinde tuttuğu bira şişesi ona vurmamdan dolayı sarsıldığından parmakları arasından kayarak yeri boyladı. Omzunu tutup acıyla yüzünü buruştururken "Ne dedim ki şimdi?" diye çaresizce, acılar içinde feryat etti.
"Madem tanıyorsun iki saattir beni neden süründürüyorsun piç kurusu!"
"Neye benziyorlar diye sordun geri zekalı, Carlson mı diye sorsan söylerdim herhalde!"
"Sikeyim-"
Arkamı döndüğümde Carlson ve Calum'la göz göze geldim. Bütün nefesim soluk borumun ortasında yardım çığlıkları atarak tıkanırken avucumun altındaki sandalyenin arkasını tuttum. İçerinin loş mor ışıkları yüzüne çarpıp gözlerini aydınlatırken az kalsın gerçekten, kelimenin tam anlamıyla küçük dilimi yutacaktım.
Carlson'ı hep kaşları çatık, sinirli ve durmadan küfürler eden haliyle tanımıştım. Bildim bileli hep öyleydi. Çoğu kızın kendisine yakıştırmayacağı kadar sert üslubu vardı ve belki başka bir kızda bu özellikler olmuş olsaydı asla Carlson'a hissettiklerimi hissedemezdim. Ama söz konusu o olduğu zaman yaptığı her şeyi yakıştırıyordum. Küfürlerini, azarlamalarını, dik bakışlarını, eğlence anlayışını, etrafta bir sürü insan olmasını umursamadan Athena ile bahçede tuhaf elektronik müzikler açıp dans ettiğinde, kıvırcık saçlarını tuhaf şekillerde topladığında...
Şimdiyse karşımda uzun zamandır aşinası olduğum Carlson durmuyordu. Yine kollarını göğsünün altında birleştirmiş bekliyordu ama kaşları çatık değildi. Hayatım boyunca bir kez olsun duymadığım o özgün küfürlerinden yemek üzereymişim gibi bir hali de yoktu.
Dünyanın sonunun gelmiş olduğuna dair korkularım oluşmaya başlıyordu.
Calum ellerini havaya kaldırdı. Dışarıyı işaret ederken "Athena beni bekliyor. Size iyi konuşmalar." deyip çıkıp gittiğinde sertçe yutkundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...