Canım bir şeylere sıkkın olduğunda yaşamak zorunda olduğum hayata kaldığım yerden bir şekilde devam ediyor olmayı hep zorlayıcı bulurdum. Dünyanın düzenine ve çoğu zaman sizi paramparça eden işleyişine ayak uydurmaya çalışmak bu tarz durumlarda daha da yorucu bir hal alırdı. Zaten bana kalırsa zor olan çok şey vardı, bir de üstüne aşılması çetin olan problemler eklendiğinde işler kolaylaşmazdı. İngiltere'deyken iyi bir öğrenci olmak için mükemmel bir not ortalamasına sahip olmak bazen kapasitemin çok üstündeki boyutlara merdiveni dayamamı sağlardı fakat üstesinden gelirdim. Dünya'da geçerliliğe sahip olan dilleri öğrenirken diğer yandan piyano öğretmenimin verdiği egzersizleri tamamlamak ve annem ile arkadaşlarının evlerinde katıldığımız gezmeler; çoğu zaman ait olmadığım bir düzen içinde yuvarlanıyormuşum hissayatına kapılmama neden olurdu. Zor olan buydu işte.
Ders çalışmak benim için sorumluluktu ama bu saçma sapan düzene ayak uydurmaya çalışmak, yani Olivia Rowlen olmak, benim için zorunluluktu.
İşte, hiç beklenmedik bir şekilde babamın güvenimi sarsmış olması da bana bu tarzda bir sürü zorunluluğu listeliyordu.
Kaldığım yerden devam etmek ise bunların en büyüğüydü.
Carlson'ın yıkayıp duruladığı bulaşıkların nemini çok az alıp bulaşık sepetine yerleştirirken bunu düşünüyordum. Aaron, babam, Luke ve Calum bahçedeki masada oturuyor; birer bardak bira içiyorlardı.
Carlson gözlerini kısıp Luke'a öldürücü bakışlar atarken bulaşık süngerinin canını çıkarmak istercesine tabağın yüzeyinde dolaştırıyordu. Bunu fark ettiğim anda kaşlarımı çatıp bakışlarımı sinirden delirmek üzere olduğunu bariz bir şekilde ortaya koyan korkutucu yüz ifadesinde dolaştırdım. Oysaki yemek boyunca gayet de normal zamanlarda olduğu gibi şakalaşıp durmuşlardı da.
Dirseğimle onu dürterek daldığı dünyadan çıkarttım. Gözlerini bana çevirip bulaşığı yıkamaya kaldığı yerden devam ederken telaşla genzini temizledi. Bu acelesi, kaşlarımın olabileceğinden daha da fazla çatılmasına neden olmuş olsa da gerginliğini saklayamaması, bir süre sonra kaşlarımın tekinin hayretle havaya kalkmasına neden oldu.
"O neydi?"
İlk başta beni duymazdan geldi. Yıkamayı bitirdiği tabakları aceleyle durulayıp elime tutuştururken "Ne?" diye sordu.
"Çocuğu bakışlarınla öldürdün, Carlson."
"Sanıyorum ki biriyle öpüşmekten vakit bulamayıp fırındaki turtayı yakan ben değildim."
Kabul ediyorum. İğneleme konusunda dünya sıralamasında rekorlara yol açabilecek tek kişi Carlson'dı.
Fakat bu yaşadığım hayrete bir son vermeye yardımcı olmadı. Biraz kendimden bahsedersem düşündüğüm şey hakkında ağzından bir laf alabileceğimi düşündüm. "Öpüşmedik." dedim hızlıca.
"Seni öptüğünü söylemedin mi bana?"
"Sadece-"
Gözlerini devirdi. "Kapa çeneni. Öpüştünüz işte."
Yaşadığımız şey öpüşmek değildi çünkü karşılıklı yapmamıştık. Sadece oldukça masum bulduğum bir şekilde uzanıp elmacık kemiğimin üzerinden öpmüştü. Ki bu detayı Carlson'a altını çize çize milyon defa vurgulamış olmama rağmen hala öpüştüğümüz konusunda iddiacı davranmakta kararlıydı.
Tabakları kurularken, imalı bir ses tonuyla "Luke'a neden kızdın ki sen?" diye sordum. Yıkamaya devam ettiği su bardağını Luke'un adını duyar duymaz elinden kaydırıp lavabonun içine düşürdüğünde ufak bir kahkaha attım. Ama Carlson resmen beni cehennemin en ücra köşesine göndermekten çekinmeyen bir bakış attığında, devamını yutup ağzımı kapatmak zorunda kaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...