Yeni olan şeylere kolay adaptasyon sağlayabileceğimi düşünürdüm. Böyle bir insan olduğumu zannediyordum en azından, yıllardır hep böyleydi. Çünkü kişiliğimi keşfedebilmem için çok fazla yeni şeylerle tanışmam gerekiyordu. Ancak bu şekilde kendimi bulabilirdim.
Yani yeniliğin beni rahatsız etmiyor olması gerekiyordu.
Hala da rahatsız etmiyor aslında. Burada aşırı mutluyum da diyemezdim ama İngiltere'de yaşadığım zamanlarla bir kıyaslama yapmam gerekirse daha normal hissettiğimi itiraf etmem gerekirdi. Orada normal görünen insanların aslında hiç normal olmadıklarını; burada anormal görünüp de aslında oldukça kendileri gibi olan bir sürü insanı tanıdığım zaman anladım.
Ve şu an hayatımda beklemediğim bir şekilde yer alan insanların hiçbiri annem burada olsaydı onaylayacağı arkadaşlıklar değillerdi. Özellikle Carlson'daki suratsızlığı, Michael'ın renkli saçlarını ve Calum'ın sol kolundaki dövmeleri gördüğü anda korkup eğitimime evde devam etmeme bile karar verebilirdi.
Sanki bu şekilde davranınca kendisi pek normal olabiliyormuş gibi.
Hayatımla ilgili tam olarak ne yapmam gerektiğini bilmediğim ama bir karara varmak zorunda olduğum bir yerdeydim. Babamın her ne kadar bu konuda onu durdurmuş olsam da içini kemiren soruları barındırdığını biliyordum. Ufak ufak bazı tercihler yapmaya başlamam gerekiyordu. Ama bu konu hakkında oturup düşünemeyecek kadar aklım dağınıktı. Sürekli düşüncelerdeydim.
Daha çok... Calum'la ilgili düşünceler.
İlk görüşte aşk ya da ne bileyim, kaderimde bu varmış tarzında düşüncelere inanan bir kız değildim. Babam ve Aaron her ne kadar buna inandıklarını güçlü teorilerle savunuyor olsalar da benim kanun olarak göremeyeceğim türden içinde zayıflıklar bulundurduğu birkaç nokta vardı. Sadece çok fazla mantığıma uyan bir olay değildi. Onu görüyordum ve hemen... Tutuluyor muydum yani?
Bu kadar basit bir şey olmaması gerekirdi.
Ve Calum'la ilgili hissettiğim ama aynı zamanda adlandıramadığım şeylerin de içten içe bu kadar basit olmamasına ihtiyacım vardı. Ona karşı hissettiklerim eğer ileride daha yoğun bir hal alacaksa bunu layığıyla yapmam gerektiğini düşünüyordum. Ki bu düşünce aklıma nereden gelip de yerleşmişti hiçbir fikrim yoktu. Muhtemelen benim gibi düşünmüyordu bile. Onun tipi olmadığımı biliyordum.
Hareketleriyle bunu yeterince belli ediyordu.
"Hey,"
Carlson beni koluyla sertçe dürttüğünde parmaklarım arasında tuttuğum çatalı tepsiye düşürdüm. Yüzümü yumruk yaptığım avcuma yaslandığım sırada öyle bir irkildim ki dişlerini göstererek güldü.
"Bana aşık olduğunu biliyorum ama kızlardan hoşlanmıyorum."
Yüzümü ekşitip başımı iki yana salladım. "Çok komikmiş. Gülmem gerekiyor mu hala?"
"Ukalasın," dedi Carlson. "Bu arada saat on iki yönünde Ricardo'nun tayfasından bir çocuk bacaklarını yarım saattir kesiyor. Her halinden tuvalete gidip mastürbasyon yapacakmış gibi görünüyor."
Dediği yöne bakmadım bile. Ağzım hayretle açılırken kot ceketimi eteğimin açıkta bıraktığı bacaklarımın üzerine örttükten sonra elimin tersiyle Carlson'ın omzuna vurdum. Yüksek sesli kahkahalarını bastırabilmek için tarih kitabını ısırırken daha fazla kendimi tutamayıp yaptığı aptallıklara ben de gülmeye başladım.
"Şu saçmalığı keser misiniz?"
Başından beri bizimle birlikte oturuyor olmasına rağmen fazlasıyla kendi sessizliğine bürünüp öğleden sonraki kimya sözlüsünün son tekrarlarını yapmaya çalışan Eleanor bize sesini yükseltti. Hiç Eleanor'dan beklemediğim kadar sert bir yükselişti bu. Bakışlarımı şaşkınlıkla Carlson'a çevirdiğimde onun da bu yükselişi beklemediği çok açıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...