Bölüm 28

3.5K 293 213
                                    

Carlson, yürüdüğümüz işlek caddenin kaldırımındayken karşısına çıkan buruşturulup atılmış boş bir pet şişeye spor ayakkabısının ucuyla vurup duruyordu. Pet şişe yürüdüğümüz yol boyunca bizimle birlikte ilerlerken aynı zamanda Michael meselesini de konuşup bir çözüme vardırmaya çalışıyorduk. Ama ikimizin de aklı son zamanlarda o kadar dolu ve karmakarışıktı ki konuya tam olarak odaklanamıyorduk.

"Calum'dan bunu saklayamam."

"A-oh, hey." Carlson yürümeyi bıraktı. Bir elini hiçbir şey söylememem için uyarıcı bir edayla kaldırdı. "Aklından bile geçirme. Kimse daha canına o kadar susamadı."

"Eğer Michael'ın iddia ettiği gibi bana değer vermiyorsa zaten kılını bile kıpırdatmayacaktır."

"Calum bunu hiç tanımadığı dokuzuncu sınıf bir kız için de yapar." kaşlarını beni temin etmek istercesine havaya kaldırdı. "Ama söz konusu ikimizden biri ise o zaman işler gerçekten kontrolden çıkar. Yani hayır, Athena,  ona hiçbir şey söylemek yok."

Normal bir cumartesi günü geçiriyorken telefonuma Carlson'dan bir arama geldi. Lanet kıçımı kaldırmam gerektiğini, hazır olmak için yalnızca beş dakikam olduğunu söyleyerek beni evimden yürüyerek almıştı. Biraz yürümenin ve ne kadar mümkün olabilirse artık eğlenmenin ikimize de iyi geleceğini düşünmüştü.

Carlson'ı bu konuda oldukça fedakar buluyordum. Calum ile arabasında öpüştüğümüz ve hemen arkasına birbirimizden uzaklaştığımız o sıralarda da sürekli beni evden dışarıya sürüklemek için olağanüstü bir çaba sarf etmişti. Gerçi Carlson'ın yanımda olduğunu bana hissettirmesi için inanılmaz büyük çabalar sarf etmesine gerek yoktu. Hep birlikteydik ve bir yere gideceksek bile birlikte gidiyorduk.

Tek problem şuydu ki; Carlson telefonda mesajlaşmaktan nefret ediyordu. Telefonu da her zaman yanında olmayabiliyordu bu yüzden ona ulaşmak bazen Alaska'ya dumanla haber yolluyormuşum hissiyatını veriyordu.

"Onunla aynı havayı solumak bile istemiyorum." diye öfkeyle inledim.

"Pekala, dürüst olmak gerekirse Michael Clifford gibi dazlak bir herifin karşı cinse olan düşkünlüğünü biliyordum ama..." hala düşündükçe şoka uğradığı bana olan bakışlarından belli oluyordu. "Bu kadarı biraz fazla."

Ellerimi kalın kapüşonlumun ceplerine koydum. Derin bir nefes alıp hızla bıraktığımda başım dönüyormuş gibi oldu ama bunu umursamadım. Nefesim, karanlıkta belli belirsiz beyaz bir duman gibi atmosfere karıştığında Carlson hala pet şişeye vuruyordu.

"Sadece ne istiyorum biliyor musun?"

"Maserati?"

"Hayır." güldüm ama bu gözlerimi devirme süremden çok daha kısa oldu. "Başladığım yere dönmek. Her şeyin bu kadar karışmadığı zamanlara. Tüm bunlardan-"

"Evet evet. İnan bana dünyadaki bilmem kaç milyar insan da bunu istiyor."

"Evet ama çoğu insan muhtemelen benim gibi çevresindeki her şeyi kendileriyle birlikte çukurun dibine çekmiyordur."

"Kimseyi çukurun dibine çektiğin falan yok." Carlson pet şişeye öyle bir vurdu ki, yanımızdan geçen bir araba onu tekerinin altına kaptırdı. Bunun için hokkalı bir küfür savurdu ve beni azarlamaya kaldığı yerden devam etti. "Michael sen gelmeden önce de orospu çocuğuydu. Sen gelince de orospu çocuğu ve muhtemelen lise bitince de orospu çocuğu olmaya devam edecek."

"Ya Eleanor?" dedim sessizce. "Onu arkadaşlarından ayırdım."

"Hey, beni dinle." Peterson Lisesi'nin yakınlarındaki basketbol sahasına çoktan gelmiştik. Carlson, ellerini deri ceketinin ceplerine koydu ve önümde dikildi. "O kızıl sürtük gidip kendini bile becerebilir, anladın mı? Arkadaşlık demek bu demek değil ve bize bunu sen öğrettin."

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin