Bölüm 3

4.2K 272 28
                                    

Kahvemin son yudumunu da alıp bardak altlığının üstüne koyarken kafamın içinde Çernobil Faciası yaşıyorum hissiyatını veren kimyadan burnumu kaldırdım. Kaç saattir bu masada böylece oturduğumu bilmiyordum ama bitmek bilmeyen ödevler tuvalet molamı bile en asgariye indirmişti.

Kapımı çalıp girmesini söylememi beklemeden girişini yapan babam, kafasını içeriye uzatıp "Neden kendine biraz izin vermiyorsun?" diye sordu.

"Ah, isterdim aslında." Kaşlarımla masamın üzerinde ve görüp kendimi daha fazla strese sokmak istermiş gibi konumlandırdığım ödev yığınını işaret ettim. "Ama onlar beni bırakmak istemiyorlar."

Babam, İngiltere'de yaşarken annemin en az bana bu ödevler kadar dayattığı tonlarca kural arasında beni boğulmaktan kurtaran can simidim olma görevini üstlenirdi. Bir eşcinsel olması, işinde iyi bir doktor olması aynı zamanda bana karşı iyi bir baba olamayacağı anlamına gelmiyordu. Annem bunu kabullenmek istemezdi, en az babam kadar o da işiyle boğuşurdu. Buna rağmen bana sürekli emirler yağdırmayı unutmazdı.

İspanyolca kursunu unutma.

Haftasonu benimle birlikte bilmemkimin beş çayına geleceksin.

Piyano öğretmenin gelecek.

Ve bunun gibi bir sürü şey. Eğer her bunaldığımda imdadıma babam yetişmiyor olsaydı hayat benim için çok daha çekilemez bir hal alırdı büyük ihtimalle. Fakat, her ne olursa olsun bir noktada annemi suçlayamazdım. Mükemmeliyetçi bir ailede yetişmiş bir kadının kendi kızını da aynı mükemmeliyete sahip bir şekilde eksiksiz, kusursuz yetişmesini sağlamak onun içgüdüsüydü. Çoğu zaman bundan korkuyor olsam da, annemden uzaklaşmak iyi bir fikirmiş gibi gelmiyordu. Çünkü onu özlüyordum. Kusursuz insanlarla baş edebilmeyi belki babamla yaşadıkları boşanma davası sayesinde öğrenebilirdi.

Babam kapının pervazına yaslanıp gülümseyerek beni seyretmeye başladığında ders çalışırken, kitap okurken veya bilgisayarda bir şeyler izlerken taktığım dinlendirici gözlüğümü çıkardım. Sanki gözlerimde onlar varken babamla tam olarak iletişime geçemiyormuşum gibi kopuk hissetmiştim.

"Sorumluluğunu bilen bir çocuk olman beni gururlandırıyor, Athena."

Gerçekten benimle gurur duyduğunu hissedebiliyordum. Hayatım boyunca hiçbir şeyden memnun olmayan annemle babamı bu konuda çok sık kıyaslardım. Her ikisinin de isteklerini elimden geldiğince kusursuz bir biçimde yerine getirmeye çalışmama rağmen annem hiçbir zaman memnun olmazdı. O gerçekten zor bir kadındı. Mesleği zordu, ailesi zordu, bizimle uğraşmak zordu, yaşadığı çevresi zor insanlarla doluydu.

Bu kadar sıkıntının içinde oluyor olmasına rağmen bir kez olsun 'Evdekilerin de canını sıkmayayım.' deyip de uyumlu davrandığını hatırlamıyordum. Zor şartları çok daha ekstrem koşullara taşıyıp herkesi yoruyordu.

Olivia Rowlen (artık Olivia Dawson değildi) olmak başlı başına yorucuydu.

"Sence annem de gurur duyuyor mudur?"

Babamın annem dediğimde yüzündeki gülümsemenin solduğunu görmek benim için pek de iyi olmamıştı. Birbirlerini sevmediklerini biliyordum, hatta babam için annem sadece öylesine bir kadındı. Benim annem olduğu gerçeğini bile kabul etmek istemiyordu. Ona ibne dediği için bu kadar balataları koparmış olduğunu anlayabiliyordum ve bu konuda yerden göğe kadar haklıydı babam.

Yani demek istediğim, onları birçok kez birbirlerine nefret dolu bakışlar fırlatırken görmüştüm. Farklı odalarda uyuduklarını biliyordum. Benimle ilgili hiçbir konuya ikili olarak katılmazlardı da. Peki şimdi babamın yüzündeki kaybolan gülümseme neden beni kırmıştı?

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin