"Tanrım, biraz daha sikik Clifford ve sikik flört evrelerinizi dinlemeye devam edersem şuraya kusacağım."
Carlson öfke nöbetleri geçiriyormuş gibi sertçe Eleanor'u uyarmak istedi. Zavallı Eleanor'un ise bu konuda yapabildiği tek şey kucağında tuttuğu kalın ciltli biyoloji kitaplarına daha sıkı sarılırken iç geçirmek ve masum bir şekilde tebessüm etmekti. Kitapları muhtemelen Michael olarak hayal etmişti çünkü ne kadar severse sevsin o kalın kalın kitaplara sevgiyle sarılması mümkün değildi.
"Onu rahat bırak," dedim Carlson'a. "Bunları hissetmeye ihtiyacı var."
"Ah!" Gözlerini devirdi. Siyah kıvırcık saçlarını omzunun arkasına atarken oldukça alaycıydı. "Onun psikoloğu musun yoksa avukatı mı?"
Açıkçası onun hareketlerine kızmıyordum. Daha doğrusu, kızamıyordum. Birkaç gün geçmiş olmasına rağmen Carlson'ın tam olarak böyle bir kız olduğunu kabul etmiştim bu yüzden beni rahatsız etmiyor, aksine eğlendiriyordu. Carlson'la onun dilinden konuşmanın onu da eğlendiriyor olduğunu biliyordum ama bunu dışarıya karşı belli etmek istemediği açıktı.
"Beni öpmesini istiyorum..." Eleanor çaresizce ailesinin istediği oyuncağı satın almadığı küçük çocuğun dramını yaşıyormuş gibi yerinde mızmızlanmaya başladığında Carlson ona ters ters baktı.
"Hiç öpüştün mü ki?"
Bir anda hepimiz yürümeyi bırakıp Eleanor'a döndük. Ben bile Carlson'ın bakışları gibi bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum.
"Evet, yani..."
Carlson kahkaha attı. "Siktir oradan! Hiç mi?"
Eleanor'un yanaklarına kocaman alev topları düşmüş gibiydi. O kadar kızarmıştı ki kucağında tuttuğu kitaplara daha da sıkı sarıldı ve Carlson'ın ona attığı alaycı bakışlardan kaçınabilmek için başını kitapların arasına gömdü. At kuyruğu yaptığı kızıl saçlarının açıkta bıraktığı kulaklarından boynuna kadar nasıl kızarmıştı.
"Sen öpüştün sanki!" Eleanor, Carlson'a çıkıştığında Carlson gururla ceketinin yakasını boğazına kadar dikip havalı bir bakış attı. "Oral bile yaptım, hem de Ricardo O'Neil'a."
"Vay canına," dedim. "Göz devirmekten başka bir eylem yapabildiğini bilmiyordum."
"A-ha! Çok komiksin, tanrıça."
Gülümsedim. Biraz çatlak olabilirlerdi ama bu onların iyi insanlar olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Bu sabah evleri bana ters yönde kalıyor olmasına rağmen ikisi beni almışlardı ve okula kadar beraber yürümüştük. Eleanor da teknik olarak Michael ile olan randevusunu sabahın o saatinden şimdi okul çıkışına kadar anlatmıştı.
Lise ikinci sınıftayken İngiltere'nin sayılı zengin ailelerinden olan Harry Nielsen ile çıkmıştım. Tabii ki ailelerimiz tanışıyordu, aksini düşünmezdik öyle değil mi?
Harry Nielsen, kıvırcık saçlı, uzun boylu, yeşil gözlü ve yapılı bir çocuktu. Babası avukat, annesi de müfettişti. Annemle annesi üniversiteden arkadaşlardı ve on altı yaşıma gelinceye hatta Harry Nielsen ile çıkıp ayrılana kadar araları çok iyiydi. Böylesine iyi ailelere mensup iki gencin birbirini seviyor olması annem için çok epik ve de güzeldi. Belki de on sekiz yıllık hayatım boyunca benimle ilgili kusursuz bulduğu tek şey Harry Nielsen'dan hoşlanmam olmuştu.
Fakat elbette yine hiçbirimizin şaşırmayacağı gibi, babam Nielsenlardan nefret ederdi. Onların çok kibirli, cimri bir aile olduğunu söylerdi ki bunu bizzat ben de deneyimlemiştim. Fakat tüm kanıtlarımıza rağmen annem bunları göz ardı eder, her lanet olası cuma günleri onları evimize yemekli misafir olarak davet ederdi. Amaç pek de birlikte yemek yiyip sohbet etmek, havadan sudan konuşmak değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valentine || hood
FanfictionAthena Dawson, iki doktor ebeveyninden birinin eşcinsel oluşuyla yaşadıkları ayrılığın çalkantılı sularında boğulmak üzere olan bir lise son sınıf öğrencisidir. İngiltere'deki düzenini tamamiyle bırakıp babası ve sevgilisiyle New York'a taşınır. Ha...