Bölüm 15

3.7K 272 182
                                    

"Sadece uygun değeri bulduktan sonra 1000'le çarpıp işi bitireceksin." dedi sakince. Burnunu çekip soruyu pür dikkat odaklanmış bir şekilde anlatmaya devam etti. "Bay Frank'in böyle bir şey soracağını sanmıyorum ama. Peterson'dakilerin çoğu bu soruları yapamaz."

Keşke gerçekten söyledikleriyle ilgileniyor olabilseydim. Böyle bir hale düşmek benim için hiç kolay değildi. Elbette ilk defa birine karşı bir şeyler hissetmiyordum veya ilk defa birinden bir şeyler yapmasını bekleyecek kadar büyük bir arzuyla dolmuyordum. Çünkü gerçekten benim ilklerim değildi. Ama bütün ilklerimin ve sonlarımın Calum Hood'da toplanmasını isteyeceğim kadar yoğun duygularım vardı. Beni ele geçirmeye mantığımdan başlayıp kalbime, oradan da öldürücü bir zehir hızında ruhuma sinecek kadar yoğun duygular.

Calum'la ne yapmam gerektiğini hiç bilmiyordum. Kendimi ona teslim etmekten korkuyordum. Tamamiyle teslim ettiğimde kalbimi kıracak olmasından korkuyordum. Peterson Lisesi'nde nasıl bir ünvanı vardı bilmiyordum ama dışarıdan gözlemlediğim kadarıyla Michael veya Luke'un aksine herkesle konuşan birisi değildi. Ama en az onlar kadar, hatta belki onlardan daha bile fazla olduğuna kanaat getirdiğim bir özgüveni vardı. Bazen grup olarak dolaştığımızda yanlışlıkla onunla yan yana yürüyorsam eğer etrafa kısaca göz gezdirirdim.

Herkesin gözü üzerindeydi.

Ve bunu bildiğini biliyordum. İnsanlar tarafından ilgi çekici bulunduğunu elbette çok iyi biliyordu. Özgüvenli olup da aptal olan tiplerden değildi. Zaten onu, Peterson Lisesi'nde bu kadar özgün kılan da buydu.

Bütün gece bunu düşünerek uykumu kaçırmıştım. Yani, aslında sadece uykumun Calum yüzünden kaçtığını söylemek büyük bir hata olurdu çünkü Carlson fena horluyordu.

Fena hem de.

Bana görmezden gelmemem gereken çok şey olduğunu söylemişti. Gecenin bir yarısı bahçeme giriyor ve beni arıyordu-

Pekala, her şeyi geçtim. Yalnız kaldığımızda birbirimize öpüşecek kadar yakınlaşıyorduk ama sonra hiçbir şey olmamış gibi kaldığımız yerden hayatlarımıza devam ediyorduk. Sadece bu yaşanmamış olsaydı, kafamda hiçbir soru işareti olmayacaktı. Söylemek istediklerinin ya da bakışlarının altında herhangi bir anlam arayışı içine girmeyecektim çünkü bu yorucuydu.

"Hala dünyada mısın?"

Ellerini gözümün önünde sallayıp beni gerçek dünyaya döndürdüğünde irkildim. Genzimi temizleyip dik bir şekilde sandalyede doğrulduğumda gerindim. Anlayışlı bakan gözlerle beni seyrediyordu. Kalemi tekrar kitabının arasına bırakıp parmakları koyu renk saçlarını dağıtırken gözlerini bir saniye bile üzerimden ayırmadı.

"Üzgünüm," dedim gözlerine baktığımda. "Pek odaklanamıyorum."

Omuz silkti. "Neden?"

Nedenlerinden hangi birini saymalıydım acaba? Gerçi hangisini söylersem söyleyeyim, hepsinin çıktığı tek bir kapı vardı. Zihnimi kurcalayıp kemiren hangi soruyu yöneltirsem yönelteyim, hepsinin ise yalnızca bir cevabı vardı.

Ve o cevabı da ben veremezdim.

Genzimi temizledim. Parmaklarım arasında biraz daha sıkmaya devam edersem kıracağımdan emin olduğum kalemi elimden bırakırken, kendimi öfkeme çok fazla kaptırmamaya çalıştım. Çünkü kaptırırsam yine fevri davranacaktım.

"Diyelim ki, başından beri yanlış olan bir şeyin doğru sandığın için peşinden gidiyorsun." dudaklarını ıslatırken kahverengileri, ne demek istediğimi anlamak istercesine yüzümde dolaşıyordu. "Yanlış ve... Aynı zamanda dengesiz bir şey."

Valentine || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin