ÇOCUKLARI KÜÇÜK KURŞUNLA ÖLDÜRÜRLER DEĞİL Mİ ANNE?

854 109 584
                                    

Herkese Merhaba! İlk kurgu-hikayem ile sizlerleyim. Uzun bir yolculuğa attığım ilk adım Bad-ı Saba. Eğer ki hikayemin tanıtım yazısını okuduysanız bitiminde manasını yazdım Bad-ıSaba'nın.

Gözünüzden kaçtı ise mutlaka hem tanıtımı okuyun hem de manasına bir göz atın derim :)

İyi okumalar :) Yorumlarınız benim için çok değerli birer basamak yorum yapmaktan çekinmeyin :)

*multimedyada temsili Sahara var ;)

*************************************

Sahara, evinin penceresinden dışarıya şöyle bir göz gezdirdi. Çocuklar neşe içinde oradan oraya koşturuyor, enkazların arasında saklambaç oynuyorlardı. Sahara, şimdi onların yerinde olmayı o kadar çok isterdi ki... Hiçbir şeyden habersiz, bütün bu olanları bir oyunmuş gibi algılamayı... "Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?" diye sormuştu küçük kız kardeşi annesine. Belki de kardeşinin zihninde bu bir oyundu. Büyüklerin büyük kurşunlarla, küçüklerin de küçük kurşunlarla öldürüldüğü bir oyun...

*********************************

Sahara son kez nasıl göründüğüne baktı. Ellerini gelinliğinin işlemelerinde gezdirdi. Son olarak peçesini taktı. Kocaman mavi gözleri daha da belirginleşti böylece... Ne kadar çok isterdi anlı şanlı bir düğün yapmayı... Arap halayları çekmeyi... Şimdi sade bir nikahla evlenirken içinde ukte kalan o kadar çok şey vardı ki... Ama her gün bombalar patlarken, her gün komşuları, sevdikleri gözlerinin önünde ölürken nasıl düğün yapabilirlerdi? Öyle demişti babası. Haklıydı da. Eğer insan bu coğrafyada doğmuşsa, doğuştan bazı şeylere hakkı olmuyordu işte. Bu da onlardan biriydi.

*******************************

Sahara tam odadan çıkmak üzereyken annesi girdi.

Kızını gelinlikle görünce gözyaşlarını tutamadı. Annesiyle birlikte Sahara da ağladı. Bu gözyaşlarında sevinç de vardı hüzün de ama hangisi ağır basıyordu bilemiyordu genç kız. Annesi sarıldı güzeller güzeli kızına. Başını okşadı, doya doya baktı gözyaşlarıyla. Saharanın aklında bin türlü şey vardı. Damat tarafı neden hala gelmemişti? Az önce pencereden baktığında hiçbir hareketlilik görememişti ve hala gelen giden yoktu.

***********************************

Korna sesiyle birlikte Sahara ve annesini bir telaş kapladı. Hemen bütün aile kapının önüne çıkıp damat tarafını karşıladılar. Sahara baba evinden dualarla çıktı. Orada bulunan herkes de hep bir ağızdan AMİN dedi bu dualara. Dua, Rabbinden dilemekti. Kapıyı çalıp oturup o kapının önünde açılmasını beklemekti. Ev sahibi muhakkak kapının sesini duyardı ama kapıyı açıp açmamak tamamen ev sahibine kalmıştı.

*********************************

Sahara, sevdiği adamın evine adımını atarken, tarifi mümkün olmayan birbirine çok zıt duyguları bir arada yaşıyordu. Bir yandan sevdiği adamla evlenecek olmanın vermiş olduğu sevinç, diğer yandan baba ocağından ayrılmanın vermiş olduğu hüzün ve bir diğer yandan da bu coğrafyada doğmuş olmanın verdiği her sevincin yanı başında sürekli hazır bekleyen bir burukluk...

*******************************

Hoca efendi yerini almıştı. Sahara ve Ebubekir hoca efendinin karşısında yerlerini aldılar. Sahara ve Ebubekir'in aileleri de tam takım oradaydı. Sahara sevdiği adama baktı. Sevdiği adam birazdan kocası olacaktı. Bu coğrafyada pek sık rastlanan bir durum değildi insanın sevdiğinin eşi olması. Hele ki kız çocukları için çok daha zordu. Babası münasip gördüğüne verirdi kızını. Kız da ses çıkaramazdı, karşı gelemezdi babasına ama Sahara'nın babası öyle yapmamıştı. Kızının fikrine önem vermişti Cenab bey. Dini bütün bir insandı çünkü. Sözde değil, özde müslümandı. Sahara bu yüzden kendisini hep şanslı hissederdi. Sevdiği adama aşkla bakarken genç kız, içinden dualar ediyordu. "Allahım" diyordu "onu bana nasip ettiğin için sana şükürler olsun. Bu zamana kadar ayırmadığın gibi bizi bundan sonra da hem bu dünyada hem de ahrette ayırma. Hep iyi şeyler olacak değil elbet, biz senden gelene razıyız ama senden gelene birlikte sabredebilme gücü ver bize. Her ne olursa olsun, biz hep bir olalım. AMİN..."

********************************

Rabie hanım gözlerini açtığında iki kulağı da çınlıyordu ve bu çınlama sesi dışında hiçbir şey duymuyordu. Şok olmuş bir şekilde gözlerini bir noktaya dikti ve bir iki dakika öylece kalakaldı. Daha sonra canının acıdığını fark etti. Etrafına şöyle bir bakınmasıyla yarı enkaz altında olduğunu anlaması bir oldu. Her yeri kan revan içindeydi ama onun gözleri yavrularını arıyordu. En yakınında beyaz gelinliği toza toprağa ve kana bulanmış şekilde yerde hareketsiz yatan kızı Sahara vardı. Canının acısını umursamadan sürüne sürüne kızının yanına gitti. Kızını enkaz denilebilecek yığından nispeten çıkardıktan sonra yaşayıp yaşamadığına bakmak için elini Sahara'nın burnuna götürüp nefes alıp almadığını kontrol etti. Nefes alıyordu. Kızı yaşıyordu. Hemen diğer evlatlarını bulmak için etrafa bakındı. O sırada gözü dışarıya ilişti. İnsanlar can havliyle sağa sola kaçışıyordu. Her yerde ölüler ve yaralılar vardı. Herkes ağlıyordu. Her şey sessiz film gibiydi. Rabie hanım görüyor ama hiçbir şey duyamıyordu. O sırada diğer kızı Aischa'yı saçlarından tanıdı Rabie hanım. Bu sefer tekrar sürüne sürüne Aischa'nın yanına gitti. Aynı şekilde onun da yaşayıp yaşamadığını kontrol etti. Aischa da yaşıyordu. Hemen kızının yanında kocası Cenab beyi gördü ama Cenab bey nefes almıyordu. Defalarca kez kontrol etti. Kaldırmaya çalıştı ama nafile. Kocası yaşamıyordu artık. O an durup düşündü Rabie hanım. Tüm bunlar bir kabus muydu? Yoksa gerçekten yaşanmış mıydı? Kızı evlenmiyor muydu en son? Şoka girmiş bir şekilde kocasının cansız bedenine bakakaldı. Ağlamak istiyor, çığlık atmak, feryat etmek istiyor ama yapamıyordu. Onu o şoktan en küçük kızı Meryem çıkardı. Küçük kızının hareket ettiğini gördü. Can havliyle sürünerek kızının yanına gitmeye çalışıyor ama canının acısı buna mani oluyordu. Güç bela kızının yanına geldi. Yavrusunu kucağına aldı. Ne yapacağını bilmiyordu. Bağıra çağıra ağlamaya başladı ama kendi sesini bile duymuyordu. Minik yavrusu bir şeyler söylemeye çalışıyordu ama Rabie hanım duymuyordu. O sırada yavrusunun minik eli yavaş yavaş havaya kalktı. Rabie hanımın yanağına dokundu. O an Rabie hanım bir insan bu hayatta ne kadar çaresiz kalabilirse o kadar çaresizdi. Kızının ne dediğini duymuyordu ama "anne" demeye çalıştığını anlayabiliyordu. Kendisi ise ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. Kızının elini avucunun arasına aldı. Bol bol öpüp kokladı. Sonra o minik el Rabie hanımın avucundan kayarak aşağı düştü. Rabie hanım kalakaldı. Gözlerinden yaşlar istemsiz bir şekilde boşalıyordu. Defalarca kez uyandırmaya çalıştı Meryem'i ama nafile... Minik yavrusu artık yaşamıyordu. Hayatında ilk kez o an ölmek istedi Rabie hanım. Kucağındaki yavrusunun minik, cansız bedenine bakarken, evladının bir zamanlar sorduğu o soru yankılandı kulaklarında;

"Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?"

BAD-I SABAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin