İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 20 Aralık 2018 tarihi itibarıyla Türkiye'deki biyometrik verileriyle kayıt altına alınan mülteci sayısını açıkladı. Açıklamaya göre Türkiye'deki kayıtlı kişi toplam 3 milyon 618 bin 624 oldu. Bu kişilerin 1 milyon 963 bin 553'ü erkeklerden, 1 milyon 655 bin 71'i ise kadınlardan oluşuyor.
Mülteci kamplarında maaşlı çalışanlar olduğu gibi gönüllü çalışanlar da mevcut. Sığınmacıların her türlü giderleri devlet tarafından karşılanmakla birlikte isteyen vatandaşlar gönüllü olarak yiyecek ve giyecek yardımı da yapabiliyor.
Münir bey üzerindeki şoku atlattıktan sonra Rabie hanımı oturttu. Ona bir bardak çay ve yiyecek bir şeyler hazırlamalarını söyledi çalışanlarına ve neler olduğunu anlatmasını istedi. Rabie hanım bölük pörçük Türkçe'siyle, ağlayarak anlatmaya başladı:
"O gün kızım Sahara'nın nikah günüydü. Düğünden bir hafta önce İsrail askerleri yan mahallemize saldırı düzenlediler. Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden herkesi öldürdüler. Bu yüzden sadece nikah yapmaya karar verdik. Hepimiz hazırlandık. Kızım Sahara bembeyaz gelinlikler içinde öyle güzel olmuştu ki... Kocam Sahara'yı öyle görünce kendini tutamayıp ağlamıştı. Sanki hissetmişti kızına son kez doya doya baktığını. Erkek tarafı kızımızı almaya geldiğinde onu evden dualarla çıkardık ve hep beraber nikahın yapılacağı erkek tarafının evine doğru yola çıktık. Hiç unutmuyorum bana yolda 'kim bilir birdaha buralara ne zaman geleceğim anne?' demişti. Herkes hazırdı. Artık nikah kıyılmaya başlanacaktı."
Bunları söyledikten sonra Rabie hanım hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Şoka girmiş gibi oldu bir anda. Münir bey Rabie hanıma bir bardak su verdi. Sakinleşmesini sağladılar ama Rabie hanım kendini durduramıyordu. Ağlayarak anlatmaya devam etti.
"Bir anda çok yüksek bir gürültü koptu. O gürültüyü tarif etmek imkansız. Sonra bir patlama sesi... Patlama sesini duyduğumu bile hayal meyal hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımda enkazın altındaydım ve kulaklarımda bir çınlama... Hiçbir şey duymuyordum. Bir süre şokun etkisiyle hareketsiz kaldım. Daha sonra aklıma çocuklarım geldi. Önce gelinliğinden Sahara'yı tanıdım. Güçlükle ona doğru sürünerek gittim. Nefes alıp almadığını kontrol ettim. Kızım yaşıyordu. Diğer kızım Aischa ve oğlum Mahmood da yaşıyordu ama kocam... Kocam artık yaşamıyordu. En küçük kızım Meryem, kollarımda can verdi. Evlat acısı zaten acıların en büyüğüyken, bir yandan da kocamın acısı... Bu acıların yanında kızım Sahara'nın nikah gününün bombalanmasının acısını bile yaşayamadım."
Rabie hanımla birlikte Münir bey ve ailesi de ağlamaya başladılar. Kadıncağız hala o şokun etkisinden çıkamamıştı. Nasıl çıkacaktı ki? Münir bey sordu;
-Sonra ne oldu? Nasıl çıktınız o enkazdan?
"Olaydan iki saat sonra olay yerine birçok ambulans geldi yaralıları alıp hastaneye götürdüler. Tabi bizi de. Kızımın ve kocamın cenazesini bile alamadık. Biz hastanedeyken toplu mezar açıp tüm ölüleri topluca gömmüşler. Onlar da haklı ne yapsınlar? 200'den fazla ölü varmış. Hastanede bir aya yakın tedavi gördükten sonra çocuklarımı da alıp eve geldim. Geldim gelmesine ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Kararımı vermiştim. Çocuklarımı da alıp gidecektim. İnsanın doğup büyüdüğü topraklardan, vatanından ayrılmak zorunda olması çok kötü bir şeymiş. Bu düşüncemle ilgili çevremden hiç iyi tepkiler almadım. 'Kocan yok başında bir erkek olmadan yapamazsın' dediler. Evet belki erkeksiz kalmıştım ama çok şükür hala nefes alıyorduk. Çocuklarım için bunu yapmak zorundaydım. Araştırdım. Çevrede bu şekilde gidenler varmış. Hele ki bizim yaşadığımız şehirde yani Gazze'de bu daha da kolay oluyormuş. Gazze sınırından kaçak bir şekilde gemiye bindirip oradan kaçırıyorlarmış. Ama epey pahalıymış. Dünürlerime bundan bahsettim. Ama onların da patlamadan sonra ulaşamadıkları bazı akrabaları vardı. Onlardan bir haber almadan gelmek istemediler. En son kızımın nişanlısı Ebubekir, 'siz gidin, biz en kısa zamanda yanınıza geleceğiz' dedi. Artık gerçekten de iş başa düşmüştü. Önce hemen elimde para edebilecek ne varsa topladım. Çocuklara da yanlarına çok fazla eşya almamalarını söyledim. Tavan arasında babamın Münir beyden gelen fotoğrafları, mektupları sakladığı bir kutu vardı. O kutuyu açtım. İçinden bir telefon numarası, bir ev adresi, birkaç tane fotoğraf, bir de eski mektuplar çıktı. Kutuyu ve çocuklarımı da yanıma alarak yola çıktım. Otobüslerle, minibüslerle bir şekilde Gazze'nin sınırına gelmeyi başardık. Bizi kaçıracak olan adamlara elimde avucumda ne varsa verdim. Orada bizimle birlikte yüzlerce kişi vardı. Bizi büyük bir gemiye bindirdiler. Geminin en alt katına hepimizi doldurdular. Sesimizi çıkarmamamız gerektiğini söylediler. Bu gemi Akdeniz üzerinden Türkiye'ye mal ithal eden bir gemi olarak gözüküyormuş. Böyle gemilerin gideceği yere varma ihtimalinin çok az olduğunu duymuştum. Ya denizdeki kötü hava şartlarından gemiler batıyor, içindeki herkes de ölüyormuş ya da yasa dışı mülteci kaçakçılığı yapan bu adamlar insanların paralarını aldıktan sonra gemiyi içindekilerle birlikte bir şekilde yok ediyorlarmış. Yani bu yolculuk bizim için tam bir ölüm kalım yolculuğu olmuştu."
![](https://img.wattpad.com/cover/173504612-288-k513358.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAD-I SABA
General Fiction"Girebildiğin gönül, memleketindir..." 🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀🍀 Basit bir yaşam hikayesi olmayan Sahara'nın Bilal tarafından yeniden yazılan hikayesine tanık olmaya var mısınız? Bad-ı Saba : Doğudan esen hafif ve hoş rüzgar, seher yeli. Divan edebiyat...