35

2K 184 24
                                    

Daha öğle saatlerine bile yaklaşamamışken, mavi gökyüzü yerini kara bulutlara bırakmıştı. Hafif hafif yağan yağmur şiddetini arttırmak için zaman kolluyor gibiydi. Birazdan veya saatler sonra işin içine gök gürültüsü ve şimşekte karışacaktı. Bugün için bir planım yoktu. Eğer o gelmeseydi dakikalarımı bitmek bilmeyen düşüncelerimle geçirecektim. Yağmurla güzel bir kahvaltı yapmıştık ve şimdi de ikimiz de gözlerimizi pencereye dikmiştik.

Bana sarıldığında hızlanan kalp atışlarım hızını hiç kesmemişti. Dudaklarından dökülen kelimeleri anlamıştım ama ona soracak gücü kendimde bulamamıştım. Belki de istememiştim. Sarılışı tüm hücrelerime ilmek ilmek işlenmişti. Bozulmuş kalbimi iyileştirmek için yemin etmişti. Düşüncelerim ise sadece nedenlerle doluydu.

"Yıllar geçti ama hâlâ bu yağmura alışamadım."

Kısık sesi kulaklarıma dolduğunda onun hakkında daha fazla şey öğrenebilmek için ruhuma dolan isteği görmezden gelemedim.

"Ne zamandan beri burada yaşıyorsunuz?"

Onun hakkında bilmediğim şeylerin sayısı çoktu. Fakat, bazı özelliklerini kendim gözlemleyerek öğrenmeyi de seviyordum. Mesela, kahveyi çaydan daha fazla severdi ama çay içtiğinde de genelde bu sütlü çay olurdu. Ah, İngiltere'ye ve onun kültürüne alıştığını anlamak zor değildi. Yine de hikayesini ondan dinlemek istedim.

"6 yaşındaydım buraya ilk taşındığımızda. Babam bir şirkette çalışıyordu ve o şirket burada da iş yapıyordu. Başta kısa süreliğine kalacakmışız. Fakat, sonra dönmek istememişler."

Derin bir iç çekti sonra gözleri gözlerimle buluştu. Kalbimin atışını duymamasını diledim.

"Neden böyle bir karar verdiklerini bilmiyorum. Sadece onlara ayak uyduruyorum," dedi ve gözleri tekrar yağan yağmuru buldu.

"Bazen, anneannemi ziyaret etmek için Türkiye'ye dönerdik. Lakin, artık bu ülkenin sınırlarından başımızı çıkartmamız için bir nedenimiz kalmadı."

"O... öldü mü?"

Sesim kısıktı. Duymasından şüphe ettim ama yavaşça başını salladığında beni duyduğunu anladım.

"Bir kardeşin var mı?"

Uzun sessizliğin ardından konuştum. Yağmur cama hızla çarpıyordu.

"Evet, bir kız kardeşim var. 5 yaşında, tam bir prenses." Göz devirdi ve hafifçe kıkırdadı. Neden gözlerimi ondan alamıyordum? Neden verdiği her tepkiyi kaçırmaktan korkuyordum?

"Senin var mı?"

Hızlanan kalbim acı içinde kasıldığında kelimeler beynimde sıraya girmek için uğraşıyordu. Bir abim vardı. Aramızdaki bağı kendi ellerimle koparmıştım. Bir annem vardı. Aramızdaki bağı ağlayarak koparıyordum. Bir babam vardı. Aramızdaki kopmuş bağ, avuçlarımın içinde sallanıyordu. Cevap vermek istemedim. Fakat, ona anlatmak istiyordum. Tüm hayatımı, içimdeki sevgimi, bana bırakılan tüm nefreti...

"Abim var. Aslında aramızda sadece 1 yaş var. Fakat o, her seferinde ona abi dememi isterdi."

"İsterdi?"

Yutkundum ve ilk defa gözlerimi onun yüzünden ayırdım.

"Buraya geldiğimden beri görüşmüyoruz."

Ben, görüşmüyordum. O beni arıyordu ve cevapsız kalıyordu. O bana mesaj atıyordu ve cevapsız kalıyordu. Her seferinde...

"Kimden kaçıyorsun, Deniz?"

Sesi bir ok olsaydı, eminim ilk atışta kalbime saplanırdı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sesi bir ok olsaydı, eminim ilk atışta kalbime saplanırdı. Ben, kimden kaçıyordum? Ailemden mi? Arkadaşlarımdan mı? Artık hayatımda olmayan Yosundan mı? Yoksa kendimden mi? Kendimden mi kaçıyordum? Yoksa onun nefretinden mi? Onun hayaletinden mi?

"Omzuma yüklenen, günahlarından. Yalanlarından, sahte sevgisinden ve gerçek nefretinden... Ona gitmek isteyen bedenimden ama gücü bulamayan kalbimden. Onun üzerime düşen gölgesinden, onu sevmeyen ama beni baş tacı ilan eden çevresinden..."

Gözlerimle beraber ciğerlerime doldurduğum oksijen de yanmaya başladı. Engel olamadım. Küçük bir çocuk gibi bedenim titrediğinde gözyaşlarım yanaklarımdan dökülmeye başladı. Onları eliyle yakalayan, Yağmurdu. Oturduğumuz koltukta bedenini bana yaklaştırdı ve başımı dizlerine yatırıp saçlarımı okşadı. Gözyaşlarım şiddetini arttırdığında kalbimin acısıyla dudaklarımdan kısık bir ses yükseldi. Yağmur, başını başıma dayadı. Geçecek demedi. Çünkü biliyordu, geçmeyecekti. Onun dizlerine küçük bir çocuk gibi sığınırken biliyordum, geçmeyecekti. Biz sadece günü kurtarmak için yaşıyorduk ama asla beceremiyorduk. Belki de hiç beceremeyecektik. Belki de acı içinde, ölecektik.

YN/ Belki de...

*Bring Me The Horizon- Deathbeds

DENİZ |TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin